11/29/2007

Mutlu musunuz?



Sizi neden aramadı diye aklınızı mı kaçıracaksınız?

Aslında söylemeyi çok istemenize rağmen sadece ufak bir inat yüzünden mi onunla konuşmuyorsunuz?

O uzaklarda değil de şu an yanınızda olsaydı bütün pişmanlıklarınızı döker miydiniz önüne?

İş kariyerinizde tamda yükselişe geçmişken ortasında çocuk yapmaya karar verebilir misiniz?

Sizi çok sevdiğini söylerken yada siz ona söylerken acaba samimi olduğunuza ikinizin de emin misiniz?

Kaldırımda yürürken bir otomobilin size çarpıp yaşamınıza son verebileceği ihtimalini ve sonrasında sevdiklerinizin sizin arkanızdan yakarışlarını, yaşamın orada sizin için sonlandığını hiç aklınıza getirdiniz mi?

Karşınızdaki konuşurken o an için başka yerde olduğunuzu düşlediniz mi?

Aileniz için en çok ne yapabileceğinizi düşünüyorsunuz? Mükemmel bir yaşam mı yoksa karşılıklı sevgi ve huzur yeter mi?

Mutlu musunuz?

Yaşamın neresinde, ne kadar mutlu olunabilir diyenlerden misiniz?

Kalabalık bir caddede yürürken size omuzu ile sert bir şekilde çarpan kişi sizi sinirlendirir mi? O an ne tepki gösterirsiniz?

Her zaman yürüdüğünüz caddelerde, sokaklarda başınızı kaldırıp sağınızda ve solunuzda hangi binaların olduğuna hiç baktınız mı? Mesela bunu Beyoğlu İstiklal Caddesinde yapabilirsiniz. Denemenizi tavsiye ederim. Şaşıracaksınız.

Çok uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınızla karşılaştınız ve o size adınızla seslendi ama siz onun adını bir türlü hatırlayamadınız ve durumu da çaktırmamaya gayret ediyorsunuz. Bu durumda ne yaparsınız?

Karşılaşmak istemediğiniz birisini aynı ortamda gördünüz. Bu durumda ne yaparsınız? Ne yazık ki oradan çıkamıyorsunuz da.

Banka gişe kuyruğunda işlem yapmak için beklerken sizden sonra gelip de sizden önce işlem yaptıran birisini gördüğünüzde banka görevlisine tepki gösterir misiniz?

Taksiye bindiniz ve söylediğiniz mesafe taksiciye kısa geldi ve gidemem dediğinde ne yaparsınız? Ya da ne yaptınız?

Şu an yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızın telefonunu çevirip onunla konuşmaktan neden çekindiğinizi söyleyebilir misiniz? Telefon orada tam karşınızda.

Siz haklı olduğunuzu düşündüğünüz hatta haklısınız diyelim bir tartışma anında neden susup hiçbir tepki vermeden duramıyorsunuz. Ya da yapabilenlerde neden hatta nasıl bunu yapabildiklerini söyleyebilir mi?

Taksiye bindiğimizde neden taksiciyle genel yaşanan sorunlardan laflarız. Trafik, memleket sorunları hatta yakın zamanda seçimler, politika. Yoksa taksiciler ücretsiz psikolojik danışmanlarımız mıdır bizim?

Taksim İstiklale her gelişinizde şunu söylenip durdunuz mu hiç? Burası önceleri mesela on yıl önce hiç bu kadar kalabalık değildi. Şimdi iğne atsan yere düşmez bir hal aldı İstiklal caddesi.

Kap kaçlar, hırsızlıklar neden bıçak sırtı gibi kesildi birden bire İstanbul’da? Hiç düşündünüz mü? Neden?

Televizyon, gazeteler neden ramazan geldiğinde yayınlarına bir ay dinsel olarak ağırlık verirler. Mesela klasik olacak ama "Çağrı" filmi ve dini içerikli programlar.

Sonra bitince ramazan yine aynı tas aynı hamam. Neden?

Nedenlerle yaşamak boynumuzun borcu bu şehirde ve ülkede.

Günlerdir aklımın bir köşesinde yuvalanmış, ara sıra aklıma gelen bir soru bu son günlerde.

Ne Olacak Bizim Halimiz?

Bu soruyu hangi zamanlar sorarım kendime diye düşündüğümde moralimin bozuk olduğu anlar gelir aklıma.

Moralin bozuk olduğu anlar kesin bir sorun vardır hayatımızın akışında. Sizce de öyle değil mi?

Sorunlar, olumsuzluklar, kötü olaylar üzerine konuştuktan sonra top yekun birbirimize sorduğumuz sorudur bu soru:

Ne Olacak Bizim Halimiz?

Çok zamanınızı almak istemiyorum. Sadece şunu belirtmek istiyorum.

Evde, sokakta, işte, yaşamın kıyısından geçen her yerde konuşuruz, tartışırız, gerekirse birbirimizi paralarız, eleştiririz acımasızca, infazlar gerçekleştiririz bazen.

Gerekirse birey olarak devlet oluruz, polisin, askerin, siyasetçinin yerine geçer sonuçlar koyarız ortaya.

Maç izlerken ya da sonrasında futbolda en iyi teknik adam ve spor yazarı yorumları koyarız ortaya, moda ile ilgili kabul görmüş modacılara taş çıkartırız, siyasette en iyi siyaset bilimciden, toplumbilimciden çok daha doğru analizler ortaya koyar sonuçlara varırız.

İçinizden senin ne farkın var ki bu olanlardan şu an dediğinizi duyar gibiyim.

Her neyse fazla uzatmayacağım.

Ne Olacaksa Olsun artık.

Çünkü ben artık siyasetiyle, ekonomisiyle, toplumsallığıyla birey olarak var olan bütün gelişmeleriyle bu halimizden ve onun ne olacağı sorgusundan çok sıkıldım.

Bu sıkıntıyı özellikle gençlerin iç dünyalarında daha belirgin yaşadıklarına çok eminim.

Olacaksa Olsun Bilelim Halimizi.

Değil mi?

Mahalle baskısı.

Bende yazayım dedim şu gündemdeki konuyu. Çok kısa.

Baskı mahalle baskısı değil aile baskısı. Hatta bireysel baskı desek daha yerinde olur. O ülke gibi olur muyuz? Şu ülke gibi olur muyuz? Değil aslında. Zaten sandıkta %46 oyu almış bir partinin genel kitlesine baktığımızda bu oranın azımsanmayacak kısmı zaten o toplumsal bakış açısıyla yaklaşıyor. Bu bir gerçektir. Gerçekte olandır.

Bu konu çok hassas bir konu. Toplumsal anlamda bakış açısı çok farklı bireylerden oluşan Türkiye'mizin hassas dengeleri altüst edebilecek bu konu üzerine daha dikkatli gitmesi gerekir. Eskilere dönmenin hiç gereği yok.

Şunu belirtmek isterim.

Geçen Mart ayında kaybettiğim babaannemi, ömrü köyde geçen ancak Cumhuriyetin birçok dönemini oradan gözlemleyen ve duruşuyla bunu gösteren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak başında ki yazmasıyla hatırlarım hep. Yazmasındaki işlemeler modern köylü bir kadının düşüncelerindeki aydınlık ve güzelliği, şeffaflık ise ne kadar açık ve ilerici bir duruşa sahip olduğunu hissettirmiştir hep bana.






Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

11/28/2007

O


Sabah kalktığımda kendimi hemen dışarı atmak hissiyle yanıp tutuşurken, o engel oluyor bana. Kim mi ? O işte.

Elinde ki hançeri yüreğime saplasa kanımın bile akmayacağını düşünüyorum. Niye mi? Akmayacak işte. Sokaklara çıkıp haykırsam “katili tanıyorum, beni o öldürdü” desem kim inanır bana?

Sokak lambası yanmadığı için ortalık çok karanlıktı. Binanın önüne vardığımda ışığın yandığını fark ettim. Zemin katta kaldığımız için kaldırımda yürüyen insanların ayakları görünürdü. Ayak uçlarıma doğru başımı eğdiğimde iki çift gözle karşı karşıya geldim.

O anda apartmanın dış kapısı açıldı, yüzümü tekrar pencereye çevirdiğimde salonda yerde uzanan belli belirsiz seçebildiğim karartıyı fark ettim ve ardından ışık söndü.

-Beyefendi ne yapıyorsunuz burada?
-Şey!

-Beyefendi size söylüyorum.

O anda nasıl fırladıysam yönetici olduğunu sonradan öğrendiğim madamın kapatmak üzere olduğu kapıya hızla yöneldim ve tam kapanmak üzereyken apartmandan içeri girip hemen paltomun cebindeki anahtarları çıkartıp kapıyı açtım.

İçeriye girdiğimde mutfaktan gelen sesle irkildim. Hemen mutfağa yöneldiğimde mutfaktan bahçeye açılan kapıdan birinin koşarak çıktığını gördüm.

Barmen kızın birasını uzatırken, yanındaki erkeğin uyuduğunu görünce, birayı bırakıp arkadaşının iyi olup olmadığını sordu kıza.

-Arkadaşınızın durumu iyi mi?

-O şimdi uçuyordur. Daha iki dakika önce tuvalette almıştı hapı. Sen burada yenisin galiba ilk kez görüyorum seni.

-Evet. Dün başladım.

-Yarım saattir seni izliyorum ve hiç kimseyle konuşmadın. Hep böyle az mı konuşursun. Ha tabi ya barmenler fazla konuşmazlar, onlar dinlerler.

Kız konuşmasını bitirmeden yanına gelen bir başka erkek onu kolundan tutarak hızla tuvalete doğru sürükledi. Barmen bir taraftan işini yaparken bir taraftan olanları izliyordu.

Biraz sonra kız ve erkek tuvaletten çıktılar. Barmen kızın pantolonunu düzelttiğini fark etti. .Erkek kıza öpücük gönderip ardından sırıtarak bardan hızlı adımlarla uzaklaştı.


Kız biraz yalpalayarak:

-Hey bana bir bira daha ver.

-Çok içtiniz. Hem çok geç oldu.Saat sabahın 4’ü oldu.

-Boş versene. Hem sen babam mı oluyorsun ki benimle böyle konuşuyorsun söylesene?



Kız çok güzeldi.İyi giyimliydi ve makyajı da çok özenliydi.Belli ki ailesinin durumu iyiydi.Ancak böyle üçüncü sınıf underground bir barda ve böyle insanların arasında ne işi vardı.Barmen bunları düşünürken barın ışıklarının hepsinin yandığını fark etti.Şöyle bakışlarıyla etrafı süzdükten sonra kızla göz göze geldi.Aydınlık ortamda daha da net gördüğü kızın uzun siyah saçları ve mavi gözleri barmeni büyülemişti.Kızın sözleri onu üzmüştü.


Kız kapıya doğru yönelecekken barmen arkasından seslendi:

-Eğer yanlış anlamazsanız sizi bu halde bırakmaya içim elvermiyor. Rica etsem beş dakika beklerseniz sizi taksiye kadar bırakayım.

Kız barmenin bütün söylediklerini duyamadığı için anlamsız anlamsız barmene baktı.Barmen eliyle biraz bekle işareti yaptıktan sonra hemen paltosunu alıp kıza doğru yöneldi.Kızın koluna girerek birlikte kapıya doğru yürüdüler.Kız oldukça sarhoştu ,barmene hiç tepki göstermedi..Yürüyemiyordu.Anlamsız sözcükler mırıldanarak bir şeyler ifade etmeye çalışıyordu.Kız evini tarif edecek durumda bile değildi.Yağmurda hafiften çiseliyordu.Barmen bir taksi çevirdi ve bindiler birlikte.

Taksici para üstünü sayarak uzattı. Kızın koluna giren barmen oldukça zorlanarak kızı otomobilden çıkartıp binanın önüne kadar getirdi. Tam kapıyı açmak için ellerini cebine atmıştı ki ceplerinin boş olduğunu fark edince anahtarları barda unuttuğunu anladı. Kızın ayakta duracak hali olmadığını görünce kapının önüne oturttu.Bir an düşündü.Binanın arkasındaki bahçeden dairesine girebileceğini düşünerek oraya doğru hızlı adımlarla kızın yanından uzaklaştı.Bahçe duvarından atlayarak mutfaktan bahçeye açılan kapının önüne geldi.
İkimizde göz göze gelmiştik, şaşkın şaşkın birbirimize bakarak:

-Erhan!

-Ahmet!

-Senin bahçede ne işin var Erhan.

-Asıl senin evde ne işin var? Hani Aysel’in evinde olacaktın bu akşam?

-Biraz önce birisi senin olduğun yerden hızla koşarak uzaklaştı. Onu görmedin mi?

-Hayır görmedim.

Erhan’ın kolundan tutarak sürüklercesine salona götürdüm. Işıkları yaktığımda sokaktan gördüğüm o karartının yerde yatan bir kız olduğunu fark ettim.

İkimiz de heyecanla bakışlarımızı daha dikkatli bir şekilde kıza yönelttiğimizde kollarının ve ayaklarının bağlı olduğunu ve boğazından kan aktığını gördük.

Korku dolu gözlerle birbirimize bakarken Erhan dış kapıya yöneldi ve kapıyı açtığında merdivenlerin önünde yerde uzanmış kızı görünce içimdeki heyecan bir kat daha artmıştı.

-Nedir bu olanlar..!

Erhan hemen ağzımı kapattı.

Kızı hemen içeriye taşıdı. Salondaki koltuğun üzerine yatırdı. Kafam iyice karışmıştı. Kızın nefes alıp verdiğini görünce biraz da olsa heyecanım azalmıştı. Ancak salonun ortasında cenin vaziyetinde duran bir kız cesedine gözüm takılınca azalan heyecanım korkuyla karışık tekrar artıyordu.

Erhan bu gün olup bitenleri hızlı bir şekilde anlattıktan sonra bana dönerek neler olduğunu söylememi istedi. Ben de her şeyi en ince ayrıntısına kadar çabuk bir şekilde anlattım.

İkimiz de uzun bir sessizliğin ardından hangimizin bu sessizliği bozacağını beklerken, koltukta uzanan kızdan gelen mırıltılarla irkildik.

Erhan hemen kızın yanına gidip ne olduğuna baktığında, bende salonun ortasındaki kızın bir an için kollarını hareket ettirdiğini gördüm. Gözlerimi ovuşturup tekrar baktığımda gerçektende kızın kolları hareket ediyordu.

Dizlerimin üzerine çömelip kollarını çözmeye çalışırken Erhan da yanıma gelmişti. O da bacaklarında ki ipleri çözüyordu .İkimizde heyecanlanmıştık..

Kollarını çözdükten sonra kızın başını çevirdiğim anda Erhan irkilerek geri çekildi.

-Olamaz böyle bir şey.

Kızın yüzüne bakarken onun gözlerindeki şaşkınlığa anlam veremedim.

Hemen koltukta ki kıza doğru yöneldi ve kızın yüzünü bana doğru çevirdi. Ben o anda dehşete kapılmıştım. Erhan’ın gözlerindeki şaşkınlığı şimdi daha iyi anlıyordum. Kızlar birbirlerine çok ama çok benziyorlardı. Sadece yaralı kızın saçları biraz kısaydı. Diğerinin kolunda yılan dövmesi vardı.

İkimizde birbirimize boş gözlerle bakakalmıştık.

Yerde yatan kızdan gelen sesler inleme seslerine dönüşmüştü. Yaralıydı. Boğazından akan kan yeni durmuştu. Boğazına dikkatli bir şekilde baktığımda bıçak yarası olduğunu fark ettim.

Erhan ‘a döndüm.

-Sen onu içerdeki odaya götür. İlk önce bununla ilgilenmek zorundayız.
-Tamam.

Şaşkın bakışlarla kızı odaya götürüp hemen yanıma geldi. O sırada mutfaktan pamuk ve oksijen getirip kızın kesilen boğazında ki kanı temizledim. Kesik çok derin değildi. Bunu yapan kişi işini yarım bırakmıştı.

Kızı yatağa doğru taşırken kapı ziliyle öyle bir irkilmişim ki az daha kız ellerimden kayıp hızla yere düşecekti. Kendimi zor toparlayıp, yatağın üzerine yavaşça bıraktım. Biraz önceki gibi ikimizde dona kalmıştık. Yaşadığımız bu olayların gerçek değil de bir rüya olması için ikimizde kim bilir neler vermezdik.

İçerdeki odadan ses gelmiyordu. Erhan’a baktım. Merak etme der gibi işaret yapıp sessizce:

-Asıl ilgilenmemiz gereken yaralı kız. Duymuyor musun iniltisini?

Ben yaralı kızın olduğu odaya doğru yöneldim. Kapı zili ikinci kez çaldı. Kız gözleri yarı açık baygın bir halde, iniltiler çıkarıyordu. Odadan kapıyı açabileceğini işaret ettim.

Kapı aralığından baktığımda biraz önce evin önünde karşılaştığım madamla konuşuyordu. Kadın bir şeyler söyleyip gitti.

Yaralı kızın durumu çok ağır sayılmazdı. Ancak belli ki kendisini öldürmeye çalışanla geçirdiği dakikalar veya saatler onu çok korkutmuştu. İkimizde başucunda bekliyorduk. Gözleri aralanır gibi oldu ve tekrar kapandı.

Sabah olmuştu. Diğer odadan gelen sesle ikimizde sesin geldiği odaya doğru yöneldiğimizde Erhan’ın bardan birlikte geldiği kız bir şeyler söylemeye çalışıyordu.

Onu kolundan tutarak banyoya götürdü, elini yüzünü yıkadı. Kız yavaş yavaş kendine geliyordu. Kızı kucağına alarak kendi odasındaki yatağa yatırdı.

Hala iki kız arasındaki olan bu aşırı benzerliğe inanamıyordum.

Yaralı kız gözlerini tekrar araladı ve dudaklarını kıpırdatmak için gayret gösterdiyse de konuşmayı başaramadı. Hemen yanına gittim. Çok terlemişti. Gözlerinden çok korktuğu belliydi.

-Lütfen kendinizi fazla zorlamayın. İyileşeceksiniz.

Bana anlamsız bir şekilde baktı.

-Sizi salonda bulduğumuzda ilk önce öldüğünüzü zannettik. Hiç merak etmeyin ilk yardım konusunda arkadaşlar iyi olduğumu söylerler. İçiniz rahat olsun, biraz önce söylediğim gibi iyileşeceksiniz. Yaranız ağır sayılmaz. İsterseniz biraz uyuyun.

Biraz uyumuş olmalıyım ki saate baktığımda öğlen olmuştu. Kız hala uyuyordu.

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım, holden salona geçerken Erhan’ın odasının kapısı açıktı. Oda biraz karanlık olduğu için içeriye dikkatlice baktığımda kızla birlikte çıplak bir şekilde yatakta olduklarını gördüm. Çok şaşırmıştım. Aslında hiç şaşırmadım desem daha doğru olur. Erhan kızlar konusunda biraz hızlıdır da ondan.


Tekrar odaya döndüğümde yaralı kız biraz daha iyi görünüyordu.

Bakkala gidip kahvaltılık bir şeyler almak için dışarıya çıktım. Kapının önünde dün gördüğüm madam kapıcıyla konuşuyordu. Yanlarından hızla geçip bakkalın sokağına döndüm.

-İki ekmek, iki yüz elli gram beyaz peynir ve zeytin birde beş yumurta verir misiniz?

-Ya kardeş şu haberi duydun mu ?

-Ne!

-Haberlerde demin söylediler. Ünlü bir işadamının iki kızı mı kaçırılmış? İkizler miymiş ne .İşte öyle bir şey.

-İki kız kardeş kaçırılmış mı?

-Evet evet polis kaçıranları arıyormuş.

Bir an için akşam olanları hatırlayınca bakkalın hazırladıklarını hemen alıp hızla eve doğru koşmaya başladım.

-Hey genç paranın üstünü unuttun.

İçeriye girip kahvaltılıkları mutfağa bıraktıktan sonra salona geçip televizyonu açtım. Bakkalın söylediği olayla ilgili bir şey yoktu kanallarda.

Erhan’a seslenerek hemen uyandırdım. Mutfağa gelmesini söyledim.

Mutfakta kahvaltılıkları masanın üzerine koyarken Erhan’ın sesini duydum.

-Oğlum niye uyandırdın?

-Gel otur şöyle ve söyleyeceklerimi dikkatlice dinle.

-Tamam. Niye böyle heyecanlısın.

-Bakkalda ki adam biraz önce haberler de ünlü bir işadamının iki kızının kaçırıldığını dinlediğini söyledi. Kızlar ikizmiş.

Erhan hemen fırlayarak önce kendi odasındaki kıza, daha sonrada yaralı kıza bakıp yanıma geldi.

-Mahvolduk!

İkimizde birkaç saniye birbirimizle göz göze geldikten sonra durum hakkında konuşmamız gerektiğini onayladığımızı bakışlarımızdan anlamıştık.

-Kızları bir araya getirmek gerekiyor ne dersin?

-Olabilir. Sanırım işin iç yüzü hemen ortaya çıkabilir.

-O zaman fazla konuşmamıza gerek yok. Benim odadaki kızı yaralı kızın odasına getireyim. Şuraya bak ya!Kızın ismini bile bilmiyorum.

Erhan odasına gitti. Bende yaralı kızın yanına gittim. Biraz sonra kızla birlikte içeriye girdiler. Kız öylesine yorgun görünüyordu ki ayakta bile zor duruyor bir koluyla Erhan’ın belinden tutuyordu. Yaralı kız sırtı bize dönük olduğu için ilk bakışta birbirlerini görmemişlerdi. Kız ilk önce bana uzun uzun bir baktı. Elini uzatacaktı ki ayağı sendeledi ve yere düşecekken Erhan kızın belinden tutarak yere düşmesini engelledi. O esnada kızın bacağı sehpaya çarptı ve sehpa yere devrildi.

Yaralı kız yavaşça yüzünü bana doğru çevirince olanlar oldu.

-Aysel!

-Aygül!

İkisi de şaşkın şaşkın birbirlerine bakarken hemen ayaktaki yılan dövmeli uzun saçlı kız karyolanın kenarına oturup elini yaralı kızın yüzünde gezdirdi. Yaralı kızda zorda olsa yerinden doğrulup sarılmak için hamle yaptıysa da başaramadı.

Birbirlerine ifadesizce bakıyorlardı. Sanki birbirlerini uzun zamandan beri görmüyorlardı.



Uzun saçlı yılan dövmeli kız bana dönerek.

-Bu duruma nasıl geldi. Bana açıklar mısınız biriniz lütfen.

Erhan hemen yanına oturdu.

-İstersen biraz sakin ol. Heyecanlanma. Bak görüyorsun durumu iyi.

O sırada yaralı kız başını onaylar gibi salladı ve sonra bayıldı.

Ortam biraz sakinleşince ben ayağa kalkıp mutfağa kahvaltıyı hazırlamak için yöneldiğim esnada. Erhan koluma dokunarak:

-Ben kızlarla konuşurum.

-Tamam bende kahvaltılık bir şeyler hazırlamaya gidecektim.

Yılan dövmeli kız yerinden hamle yaparak

-İzin verirseniz bende size yardım edeyim.

-Olur. Bence bir sakıncası yok.


Sucuklu yumurtayı çok severdi. Yumurtaların dağılmamasına çok özen gösterir, sucukları iyice kızartırdı. Sabahları yatak odasına gelen kızarmış sucuk kokusuyla uyandığım çok olurdu.

Bir anda elimden düşürdüğüm yumurtanın yerde dağılışını gördüm.

-İsterseniz ben yapsaydım.

Gözleri o kadar anlamlı bakıyordu ki. Uzun saçlarının yılan dövmeli omzunun üstünde ki dağınık görüntüsü beni oldukça etkilemişti. İlk gördüğümde bana bu kadar güzel gelmemişti.

-Sucuklu yapalım mı?
-Ne?

Dalmıştım. Hemen kendimi toparlayıp,

-Sucuklu mu? Tabi olabilir siz nasıl isterseniz?

Ancak sucuk kalmamıştı galiba. Buzdolabını açtım. Yumurtaların yanın da bir parça duruyordu.
Sucuğu uzattım. Alırken gözlerini yine anlamlı anlamlı üzerimde gezdirdikten sonra:

-Siz iyi misiniz? Ne komik sizin adınızı bile bilmiyorum.

-Ahmet.

-Bende Aygül. Memnun oldum, içerdeki de benim ikiz kız kardeşim Aysel. Arkadaşınızın ismi ne? Tabi ki kendisinden öğrenmem gerekirdi ama akşam olup bitenleri sizde gördünüz ve de biliyorsunuz .

-Erhan

-Sizde Erhan gibi az konuşuyorsunuz. Onun yaptığı işi biliyorum. Siz ne iş yapıyorsunuz?

-Tıp da okuyorum.

-Öyle mi? Deminden beri size bakışlarımdan dolayı umarım rahatsız olmadınız. Çünkü bu bakışlara sizde arada bir kaçamak bakışlarla karşılık veriyordunuz. Hatta bir ara öyle daldınız ki sizinle uzun zamandır tanıştığımızı hatta birlikte bile kaldığımızı düşünmedim değil. İlginç hissettim kendimi.

-Kız kardeşimi siz buldunuz değil mi ?

-Evet

-Onunla uzun zamandır görüşmüyorduk. Hatta çok az görüştüğümüzü de söyleyebilirim. İkimiz ikiz olmamıza rağmen çok farklı kişiliklere sahibiz. Ben yurtdışında büyüdüm ve eğitim gördüm. O yazlıkta babaannemin yanında büyüdü ve okudu. Birbirimizle ilk defa on sekiz yaşında tanıştık. Bu arada babamızın birçok alanda faaliyet gösteren fabrikaları olduğu için durumumuz maddi açıdan çok iyiydi. Ancak iş hayatından vakit ayırıp bize ilgi gösterecek zamanı olmadı hiç. Her neyse.Annem biz doğarken ölmüş.

Kız konuşurken içerden Erhan’ın sesi geldi.

-Kız uyandı, kahvaltı hazırsa yardıma geleyim mi?

-Gerek yok, kahvaltı hazır birazdan getiriyoruz.

Konuşmamız yarım kalmıştı. Aygül tavada ki sucuklu yumurtayı bir tabağa aktarıp tepsiye koydu. Bende bardakları ve diğer kahvaltılıkları tepsiye koydum. Aygül önden bende arkasından onların bulunduğu odaya doğru yürüdüğümüzde,başımın döndüğünü anlayınca belimi salonda ki koltuğa destek verdim ve bir an için tepsideki tabaklar yere düşer gibi olduysa da Aygül durumumu fark edip elime destek vererek kahvaltılıkların düşmesine engel oldu.. Tam o esnada elimi tutunca sanki karşılıklı aynı duyguları hissetmişçesine gözlerimiz birbirine çakıldı. İkimizde öylece ayakta donmuştuk sanki.

Başımın ağrısı geçer gibi olmuştu ama yinede biraz ağrıyordu.

-Herhalde başınız döndü, akşam fazla uyuyamadınız galiba.

Kendimi toparlayınca kızın yanından hızla odaya doğru yöneldim.Ona cevap vermediğime biraz içerlediğini yüz ifadesinden sezebiliyordum..Tepsiyi sehpanın üzerine bıraktım.Yaralı kız daha iyi görünüyordu..Yatak da biraz doğrulmuş vaziyette yatıyordu.Ben içeriye girdiğimde bakışlarını bana doğrultmuştu.Onunla göz göze geldiğimde bakışları Aygül’ün bakışlarından çok farklıydı.Aysel bana mı öyle gelmişti bilmiyorum ama daha hayat dolu ve Aygül’den daha sıcak bakıyordu.Sanki uzun zamandır tanışıyoruz ve dostummuş gibiydi bakışları..

-Sucuk da nefis olmuş. Elinize sağlık.

Erhan sehpanın üstündeki kahvaltılıkları yemeye çoktan başlamıştı.

Bu arada Aygül kız kardeşinin uzandığı yatağın kenarına oturdu. Ona dönerek.

-Nasılsın? dedi.

Aysel sanki kendisine çok zor bir soru yöneltmişçesine gözlerini kapayarak içini çekti. Biraz durduktan sonra:

-İyiyim.

Daha sonra Aygül konuşmaya devam edecekken yaralı kız ağzını eliyle kapatıp onu engelledi. Birbirlerine bakıp ikisi de kafalarını sallayarak bakışlarını bize doğru yönelttiklerinde, Erhan kahvaltılıklara yumulmuştu, Bende ikisini izlediğimi fark etmesinler diye hemen kapıya yöneldim.

-Ahmet ben tuzu getiririm. Sen zahmet etme. Zaten çok yoruldun.

Deyip ayağı kalktığında ikimiz kapının önünde çarpıştık.

İkimizde hemen kendimizi toparladıktan sonra tekrar göz göze geldiğimizde Erhan’la Aysel’in de bize kahkahalarla güldüğünü görünce Aygül’le bende gülmeye başladık.

Hepimiz aynı anda susmuştuk ki odadaki sessizliği kapı zili bozmuştu. Hepimiz birbirimizin surat ifadesinde ki şaşkınlığı tam anlamışken:

-Polis! Açın kapıyı. Yoksa kapıyı kırmak zorunda kalacağız sesleri geldi dışarıdan.

Erhan’a baktım. Şaşkın şaşkın ne yapacağız der gibi bana bakıyordu. Kızlarda çok şaşırmışlardı polisin kapıda olmasına.

Tam o anda kucağıma uzanıp ve benimle çok özel düşüncelerini paylaştığı tekne turu yaptığımız gün ki konuşmalarımız aklıma geldi.


-Evlilik aşkı öldürüyor bana kalırsa. Yada şöyle diyeyim baştan ölmüyor da sonra yavaş yavaş yok oluyor. Süre olarak şunu söylemeliyim ki herkese göre değişir. Zaten çok önemli değildir aşk, önemli olan sevgidir ve zamanla aşk yerini sevgiye bırakır. Ben buna inanıyorum. Aslını söylemek gerekirse aşkın anlamını kendimiz buluruz. Herkese göre aşkın yorumu ve açıklaması farklıdır. Bana göre çılgınlık gibi tarif ettiğim aşkı başkası tutku, istek ,arzulama gibi tarif edebilir. Aşk evliliği yapanlarda kabus aşka dönüştürüyor bence evliliği. Çünkü iyi tanıdıklarını zannettikleri eşinin başka biri olduğunu görünce sona yaklaşmak hiçte zor değil ve en muhtemel olan sonuç bana göre. Aşk çok göreceli bence nasıl istersen öyle düşünürsün ve tanımlarsın. Ben sevgiye inananlardanım. Aşk erişilmez bir şey belki de ama ben aşk yerine sevmeyi tercih ederim.

-Anladım.Anladım.Ben de senin gibi sevgiye daha önem veriyorum.Evlendikten sonra aşk kuramı yerini sevgiye bırakıyor.Çok güzel söylüyorsun.Belki de aynı düşündüğümüz için böyle söylüyor olabilirim.Aldatmak.Aldatılmak.Gerçekten çok derin bir konu.Zaten kadın ve erkek var olduğu sürece tartışacağımız kavramların arasında en çok yer alan kavram.Aldattım kadınlarımı ve aldatıldım .Tutkunun ve heyecanın kölesi oldum belki.Aşık oldum ve paylaştım sevinci ve hüznü dudaklarında.Tensel titreşimlerin hapsettiği duygularda yenildim gerçeklere doğruldum ve yeniden yeniden savruldum arzu dolu bakışların uzantısında..Sevdim ve bir daha bırakmadım.

Uzandığı kucağımdan başını yukarıya doğru çevirerek o her zaman ki gülümsemesiyle:

-Ne güzel anlatıyorsun. Ben şair olmadığım için böyle cümleler kuramam ama sana aldatmayı ve aldatılmayı yaşadığımı söyleyebilirim.

Eğer bir ilişki yaşiyorsan bunları göz önüne alarak yaşamalısın. Ben ne aldattığımda nede aldatıldığımda çok üzüldüm. Belki de çok sevmedim hiç birini. Böyle arada derede gezinirken erkeğimi buldum ve onun benim istediğim karakterde oldugunu anladım. İstemediğim yönlerini huylarınıda şimdi ben düzeltiyorum kimse dört dörtlük olamaz .Ama evlenecegin kişiyi seçmekte fazla zorlanmayacağın kesin. Çünkü o en başta kendini belli ediyor.

-Birbirini seven ve evlenmeye karar veren insanlar karakter uyumları sebebiyle mi böyle bir karar veriyorlar.Daha doğrusu tamda istediğim kişilik yapısına uygun bir insan olduğuna karar veripte mi evleniyorlar.Genellikle böyledir diyemeyiz.Kısmen böyle oluyor.Bu isteğin ve kararın tehlikeli olduğunu düşünüyorum.Kadınıma aynı şeyleri ben yapıyorum haklısın.Müdahale etmemeye çalışıyorum desem yalan olur.Yinede seninle birçok ortak paydada buluşuyoruz.

Evet bir çok konuda ortak paydamız olan kız.Hayatımın anlamı, hayata karşı duruşuyla gururlu, neresinde durduğunu bilen ve düşünceleriyle duruşu çelişmeyen aşkım.

Saçları rüzgarın verdiği ahenkli süzülüşle yüzüme vuran ,ölümünün rengini bile hiç belli etmeyen kadınım.

Onu gördüm.Uzun zamandır görmüyordum.Sokağın köşesini dönünce çöp tenekeleriyle kaldırım arasında yerde sere serpe uzanmış bir şekilde.Yüzü koyun yere uzanmış, sağ kolu dirsekten karnına doru kıvrılmış göğsünün altında,diğer kolu kırık kaldırım taşının yanında.Apartman duvarının dibinde yatarken yanından hiç ayırmadığı oyuncak yavru ayı duruyordu. Dalgalı saçları omuzuna ve sırtına dağılmış ve çok az yanakları görünüyordu. Ağzından ve başından akan kan çöp tenekesinin tekerleklerinin arasında ki çukurda ufak bir gölet oluşturmuştu.

Onu gördüm.Kafamı yukarı kaldırdığımda pencere açık ve tül perde rüzgarla aldığı kuvvetle ritmli bir şekilde uçuşuyordu. Sonunda dediğin yapmıştı.

İntiharına bile yetişememiştim. Ona yetişemediğim gibi.


-Ahmet!Kapıda polis var farkındasın değilmi?

Bir kaç saniye içinde düşüncelerimden sıyrılıp nasıl bir hareket yapacağımı bilemez bir halde kapıya adım attım.

-Açın kapıyı polis.Açmazsanız zor kullanmak zorunda kalacağız.


Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı yavaşça açtım.


Kapıyı açar açmaz iki polis öyle bir çeviklikle içeri daldılar ki ben arkasında duran sivil polislerle yüz yüze gelmiştim.İçeri giren polislerin ellerinde silah vardı ve hızla odalara bakmaya başladılar.Sivillerde içeri girerek beni kollarımı arkaya dolayarak hareket etmememi sağladılar.Erhanla kızların olduğu odaya en son girmişlerdi.İçerden gelen sesle irkildim.


-Komserim evde kimse yok.Sanırım kaçan kişi buraya girmemiş.

Ortam bir an sessizlikten sonra bahçedeki şişelerin sesleriyle tekrar hareketlendi.İçtiğimiz içkilerin şişelerini bahçeye koyardık.

-Çabuk çabuk bahçedeki duvardan atlıyor.Telsizle apartmanın arkasındakilere haber verin.Sanırım hırsızı yakaladık.

Apartmanın arkasından silah sesleri gelmeye başladı.

Sivil giyinimli polis bana dönerek:

-Kusura bakmayın efendim.Bir hırsız ihbarı üzerine apartmana geldik.Görgü tanıkları hırsızın sizin daireye girdiğini söylediler.Bizde macburen dairenize girmek zorunda kaldık.

Sonra polisler hızlı adımlarla evi terkettiler.Kapıyı kapatıp hemen Erhan ve kızların bulunduğu odaya girdim.O da da kimse yoktu.Sehpa herzamanki yerinde duruyordu.Yatak hiç bozulmamıştı.

-Bugün daha iyiyiz sanırım.

Perde açıldı ve güneş ışığı tam gözlerime vurdu.Yanı başımda hemşirenin bana seslendiğini anladım.

-Bugün çok güzel bir gün.Aralık ayında böyle güneşli bir gün insanı ne mutlu ediyor.

Şarkı sözlerini mırıldanarak yüzünü bana döndü.

-Uykunuzda anlamsız ,belli belirsiz şeyler söylüyordunuz.Umarım sizi güzel bir rüyadan uyandırmamışımdır?

Gözlerimi ovuşturarak ona baktım.Bakışlarımı odada gezdirdikten sonra tekrar ona yönelttiğimde nerede olduğumu anlamıştım.

Serpil hanım her sabah olduğu gibi odamın perdesini açarak beni uyandırıyordu.Her zaman mırıldandığı şarkıyı bu sabah söylemiyordu.Yüzündeki heyecanı gözümü kamaştıran güneş ışığına rağmen anlıyordum.Bugün diğer günlerden çok farklıydı sanki.

-Hayır Serpil hanım.

-Her zamanki gibi kısa cevaplar.Siz hiç uzun cümleler kurarak konuşamaz mısınız?Bir günde bana uzun uzun cevaplar verseniz.Sizinle biraz sohbet edebilseydik.Ama...

-Bu gün beni ziyarete gelecek.Görüşmek istemediğimi ona söyler misiniz?

-Biliyorum bunu bana hergün söylüyorsunuz.Ama kimse gelmiyor.Sizi ziyarete gelecek kişi hakkındada fazla birşey söylemiyorsunuz..Kimdir o?

O işte.

Öğrencisi olduğum üniversitenin hastanesinde bir hasta olarak yatmaktaydım.Son sınftaydım,tıp fakültesini bitirmeme bir ay kalmıştı.Her şey arkadaşımın evine doğum günü partisine gitmemle başlamıştı.

Onunla arkadaşlığım o gece başlamıştı.İlk zamanlar arkadaşlığımız çok sıcak, heyecan dolu tek kelimeyle müthiş geçiyordu.Nasıl başlamıştık? Nasıl bu kadar hızlı ilerledi ilişkimi ? Nasıl bu ilişkiler girdabına girmiştim? Nasıl bu kısa zamanda vazgeçilmezlerimden olmuştu aniden? Cevapsızdı bu sorular. Öyle farklı bir dünyayı paylaşıyorduk ki ikimizde bu evreni terketmek istemiyorduk.

İkimiz bazen tek kişiye bazen ise çoğula bürünüyorduk.Beni ele geçirmeye çalıştığını bile bile kendimi ona sunuyordum.Şeytan ayinlerinde sunulan kurban kadar kendimi savunmasız hissediyordum. Sıcaklığını içimde dolaştığı anlar dışında anlamıyordum.Uzak olduğum zamanlar ona olan özlemim nefret duygularıyla karışıyordu.Yaşamımı bulanıklaştırıp, sevdiğim her şeyi benden uzaklaştırıyordu.Gerçekliklerden beni soyutlayıp somut dünyamı tamamen kurgusal bir yaşam sürecine sokuyordu.

O işte.

Adını kim ne koyarsa koysun onun. O hayatımı cehenneme çeviren beyaz şeytan. Geleceğimin,dostlarımın ,umutlarımın ve hedeflerimin teker teker benden uzaklaştığını bana hissettiren o.Yaptırdıkları ve düşündürdükleriyle kimi zamanlar şeytanın kitabını hayatımın merkezine koyan o.Lanetimi bile kusmaya gücümün kalmadığı zamanlar bile oynadığı oyunlarıyla beni yavaş yavaş ölümün beyaz rengine götüren o.
Sevdiğimi götürdüğü gibi.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Zor Bir Ölüm



Zor bir ölüm seçmeyeceğim kendime
toprağın uyanışına müdahale etmeden
vücudumu parçalamaya çalışan elleri
incitmeden
asla gecenin içine ölümü indirmeden
bir uyarı bildirgesini
kazıyacağım üzerinizde
yakın bütün tenlerinizle
ora

bura

örtüşemediğiniz vücudumda alaysı gözlerinizle
tepinin sabahlara dek
kanlı göz yaşlarımı a n becerin bu işi
k a
ı d
t a
m

acı çekmek benim kanımsa eğer
bitmiyorsa ç ğ e e görüntülerim gözlerinizde
i n n n

tekrar edin ezgili dansları üzerimde

duvardaki ayak izlerini takip ettiğimde
baca deliğinden içeri giriyorlar
kafamı sokup içine baktığımda
çekip odamın içindeki köklerimi
sökerek alıyorlar kendilerine
uykumu bölen karanlık yüzlerle
karışıyorum
geleceğe bıraktığım sevdaları
soruyorlar pişkince
işkenceyi soluyorum nefeslerinde
yine düştüğüm yangının içinde
boğulup yüzüyorum
sahiden ne diyordum
zor bir ölüm seçmeyeceğim kendime
kolay ve sessizce olacak
sarhoşun çukura düşmesi falan gibi
tanrıların övgüsüyle rüzgarın verdiği esinti
­- birazda ben istediğim için ­­­­­-
korkuttu mu
sakın sıkıntıları omuzlamayın devam edin
tanrıların sıkıştığı anda bitireceğiz
beyaz bir ölümün yüzünü göreceksiniz
benim asla değil

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

*Şiirin orjinal biçemi:

Livane Ekim&Kasım 2006 3.Sayı
http://www.livane.org/2006Ekimkasim/?pid=06

11/27/2007

Çıplak Rahibeler Pasaklı Beynimde Kırıtıyorlar





Ne zaman söylediğimi çok iyi hatırlıyorum. Çıplak rahibeler pasaklı beynimde kırıtıyorlar. Seviş benimle. Nasıl bitireceğimi bilemeden gözlerim kapalı sana olan hayranlığımı anlatacağım. Yazılmamış şiirlerde ve yaşanmamış hikayelerde bulsam seni.

Öyle bir arzunun kaçamaklarında bulacağım ki seni şaşıracaksın. Şu anda şiir okuma kılavuzu kitabını okurken birden aklıma geldi. Söyleyeceğim. Sevişmenin kılavuzluğunu senden öğrenmiştim.

Bazen bir kadın olmak bazen de bir erkek olmak vücutlarda. Nasıl oluyor da bu derinliğe inemeden yüzeylerde geziniyoruz? Halbuki öyle bir heyecan veriyor ki anlatamam.





Bir kadının zevk sesindeki hırçınlığını,kadife yumuşaklığının kulağıma sert vuruşlarını ve tarif edişleri çağırdım. O öyle nasıl bir şey.Fark edemezdim.Anladığım ve beni uyaran seslerin ahenginde bulandım.Ürktüm ve korktum.Neden mi?Bakışlarından diyorum.

Sen hangi şartlarda olursa olsun yazarın mutlu olabileceğini mi sanıyorsun?

Mutlu aşıkların olamayacağı gibi yazarlar da mutsuzdur. Böyle söylememle yargım kesin gibi gözükse de , bazı yanılsamaları elbette dikkate alıyorum. Ancak yine de şairin mutlu olamayacağı düşüncesi ağır basıyor. Tek bir yazar veya şairden yola çıkarak görünse de, bu saptama da aslında dünya edebiyatında genel olarak bütünsel yaşam serüvenleri dikkate alınmıştır.




Kadınlar biz erkeklerin yaşamında ki vazgeçilmezlerindendir.

Doğumdan itibaren annenin ilk dokunuşuyla başlayan bu inişli çıkışlı serüven.

Karamsarlıktan kurtulup aydınlık geleceğin içinden nasıl çıkabilirim ey yüzsüzler.

Sizi seviyorum de nedenini hiç bilmediğim olanlardan sıyırıp kendimi bırakıp tutku tarlalarındaki kadınlarla çapa vuruyorum. Her vuruşta içim öyle bir sızlıyor,göğsüme öyle bir acılı ağrı saplanıyor ki.

Elbette bilmezlikten geliyorum bütün nedenlerini. Kandırma kendini yürü üstüne. Susarak bugünlerin acısına saplandın be adam. Yürü üstüne.

Sen kendini bana saklama. Uzak dur, benim sevecen yüzüme aldanma sakın.

Onun kulağına fısıldadığı sözlere aldanma sakın.

O ve müritleri yalan söylüyorlar , demiyorum.Sakın yanlış anlama.Sapkın düşüncelere sokarlar seni.Ümitsizce öyle bir gayya kuyusunun içine çekerler ki seni.




Umudunu geleceğe taşıdığın bütün hedeflerinin teker teker akıp gittiğini göreceksin, gözlerinin önünden.

Asıl Zerdüş'tün dediklerine kulak vermeni tavsiye ederim sevgili.

Şöyle söylemişti.Seviş onunla.Ama kesinlikle dokunma.Dokunduğun anda, cellatların kollarında giyotine gidersin.Unutma.Teninde gezinişini öyle yumuşak yapmalısın ki uykusunda bile senin olduğunu bilmemeli.Uyanık iken seni görmemeli.

Öyle hissettirmelisin ki uzak yerlere yaptığı ve geri dönüşü olmayan yolculuklara çıktığını anlamamalı. Tek kişilik aşkı dillendirenlere inatla karşı çıkmalı. Zıtlıkları aynı mekanda, ancak farklı mekanlarda birleştirmeli.

Uyan be adam.Uyan.Yatağın içine akıttığın masum gözlerin kanlı yaşlarına bulanma.Kan ağlıyor sana.Kör oldu , görmüyor seni.İşte seni göremeyenlere katil gözlüğü oldun.Üzülme , Zerdüşt yine kurtarır seni bu rüyadan.

Şu sözlerin ne anlama geldiğini bilmiyorum.

Bak işte sıralamam gerekiyor iken yine unuttum.Tek aklıma geleni söyleyeyim.

Üçlememin ikincisi. Sen. O’yla başlamıştık. Sıra sana geldi.

Seni öyle anlatmalıyım ki, bütün kadınlar nefret etmeli benden.Bana olan hırsları birikmeli anlattıklarımla.Üçüncü üçlemenin yaratıcısı olan beni, parçalamak istemeliler.

Ancak önce istek ve arzuların sırasına göre, ne yapmak istiyorlarsa yapmalılar.Sonra buna ne zaman olacak ne de fırsat.Bir zamanlar şöyle demiştim.

Yakın bütün tenlerinizle.Oramı buramı.Tutkunun en ince ayrıntılarına gizlenmeden,göğüsleri sarkmış fotoğraftaki kadının bakışlarında ki heyecanla poz verin resminizi yapanlara.

Sanmayın ki onlar sevdiğine emin olduğunuz ve çok güvendiğiniz duygu sevicileriniz.

Onlar sizi her gün aldatıyorlar.Her gün başka başka senlerin resmini yapıyorlar.Sadece ne bildikleri önemli değil, hangi rengi hangi sende kullanacaklarını ayırt edemiyorlar.Aynı benim seni ayırt edemediğim ve ona söyleyemediğim gibi.

Aldatıldığımı anladığım an sanki bütünlüğüm kayboldu,vücudum sarsıldı,evrenin bütün nefretleri , ne kadar pislikleri varsa kirli ve pasaklı beynimde toplandı.

Çıplak ayak dolaşan çocukluğum, artık hayalini bile kuramadığım o mahalle ve misketlerimizi çalan o iri yapılı çingene çocuk geçti önümden.

Koştura koştura peşinden gidip , ilk öğrendiğim judo hareketlerini o serseri çingene çocuk üzerinde deneyişim ve onu yendiğim en ciddi kavgam.

Sonra neler oldu neler.

Anlatacağım sarı yıldız. Anlatacağım.



Akşamcı Musa Amca’nın kırışmış alnının , sararmış sakal ve bıyıklarının izinde gizlenmiş sırlarla dolu şarap kokan ağız kokusuyla karışık anlatacağım.

İnsan nasıl çıkar bu yolculuğa bilmiyorum. Gerçeklikle zahirilik arasında ince bir çizgide yürüyerek çıplak ayaklarımın altlarını aşındırmadan yapılan yürüyüş.

Çok masum değil, gizemli hiç değil. Tütün tarlalarına girdiğinde veya tabakadan sarılan cigaranın ilk nefesinde boğazı yaktığı ilk tadın acılığı olabilir belki de.Haydi bakalım.




Livane Kültür Ağustos 2006 I. sayı

http://www.livane.org/2006Agustos/?pid=06








Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Kendimi Bilen Birisi

savaşıyorum kendimi bilen birisiyle

öcümü almasına izin verme sakın



hatırında kalmış eski korkuluklardan

tütün tarlasındaki çocukluğumu büyüttüm

gözlerinde

koşarak çeşmenin önünden geçti hızla

kızağın yanında yürüdük birlikte

çocuktuk

anlamadık hiç anlayamadık





köpek havlamaları geliyor uzak tarlalardan

çayırlardan inen yukarı mahalle ahalisi

çoluklu çocuklu

genç kız erkek eğlenerek

o heyecanın boğazımı düğümlediği anı

onun gözlerinde sakladım içtim pınarından

soğuk soğuk



işte o köyü özledim ben

bir yerlerde saklanan benliğimi

köylülüğümü

neden inandıramadık söylesene

kendimi bilen birisine

hep savaştık.




Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Başka Yer

şiir taa o zamanlar vardı
marşlar türküler
söylerken yaylalarda
çocukluğumda gizlenmişti
bayramlarda merasimlerde
küçücüktü mikrofona ulaşması için bir tabure
ayaklarının altında
heyecanın sesi titrettiğini o zaman öğrendim
ilk aşkımı gördüğüm an gibi
öğretmenim.

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Delinin Seyir Defteri

en çok sevdiğim yalnızlığım
unutma beni unutturanlara inat
uğruna ölüme kanat çırpan Anka kuşlarının
göçtüğü yerlere git
uzak dur kendime yabancı
kendimi külümden değil
kanımdan yarattım
sırlarımla itin beni uçurumlara
öyle söylemeliyim ki
severek nefretin bulanmış yüzüyle görsünler
beni
deliler unutmaz


Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Çünkü Aşklarımın Uzantısı Bir Ülkedeyiz





Evlendikten sonra aşk kuramı yerini sevgiye bırakıyor.Çok kesin söylesemde bazen böyle olmuyormuş.Öyle söylüyorlar.


Aldatmak.Aldatılmak.Gerçekten çok derin bir konu.Zaten kadın ve erkek varolduğu sürece tartışacağımız kavramların arasında en çok yer alan kavram.


Aldattım kadınlarımı ve aldatıldım .Tutkunun ve heyecanın kölesi oldum belki.


Aşık oldum ve paylaştım sevinci ve hüznü dudaklarında.Tensel titreşimlerin hapsettiği duygularda yenildim gerçeklere.Doğruldum ve yeniden yeniden savruldum arzu dolu bakışların uzantısında..


Sevdim ve bir daha bırakmadım


"heyy ! iyi insanlar sesleniyor size zerdüşt
bırakma sakın kendini rüzgara
sonunu getiren insan saplantısı hastalıklara
dokunma uçup kendini bulamazsın soluk soluğa
bu kavganın orta bir yerinde
sevdiğim sana sesleniyorum
sakın uyuma sabahın zehir uzanışında
karşıma geç ve parçala
uçuşan sevda yarası türküleri "

Ben hem aldattıgımda, hem de aldatıldıgımda çok üzüldüm.Orada kaldı.Bitti.


Eğer bir ilişki yaşıyorsan bunları göz önüne alarak yaşamalısın.Öyle değil mi Zerdüşt.


Birbirini seven ve evlenmeye karar veren insanlar karakter uyumları sebebiyle mi böyle bir karar veriyorlar?Daha doğrusu tamda istediğim kişilik yapısına uygun bir insan olduğuna karar veripte mi evleniyorlar?Genellikle böyledir diyemeyiz.Kısmen böyle oluyor.Bu isteğin ve kararın tehlikeli olduğunu düşünüyorum.Tehlike çanları bizim için çalıyor ey Zerdüştün müritleri.


Kadınıma aynı şeyleri ben yapıyorum .Müdahale etmemeye çalışıyorum desem yalan olur.

"hadi kaçalım kaçamak serseriliklerden uzağa
gözlerin ve saçların olmadığı
bir sen bir ben
birde onlar
onlar ki
kaçamak doğurgan aşklarını birbirine satanlar
gözlerini oyan ve saçlarını kestirenler
zerdüştün kusmuğunda boğulan müritleri
yani sen
yani ben
yani onlar"

Aşkla ilgili açtığım konuda aşağıdakileri yazmıştım.


Aşk bir hastalıktır.Tutkuyla başlanan tehlikeli bir yolculuğun ortasında ne yapacağımı bilmeden oraya buraya savrulmalar.Nedenleri sorgulamadan bir tek ona uzanan yanılsamalar.Tarif edilemeyen ve sonraları sınırları çizilen bir ilişkinin adını koyma çabaları.Farkına varmadan delice davranışlar ve mantık çemberine teğet bile geçemeyen düsünceler.Aşk; ölüm düşüncesi ile içiçe geçen kabuslarımızın zahiri evreninde ki bir yanılsamanın bizde bıraktıgı işaretler bütünüdür.Adı konmuş olsa bile kendisini bilemeyiz.Anlamak istemediğimiz bir bütünlük içinde ki kaçışlaıımızın belgesidir.Aşkı yüreğine çiz ve sonra yavaş yavaş silinmesini bekle bakalım ne oluyor?Gözlerine yansıyan dehşet görüntüsünü aynada izlemeye çalış bakalım intihar hakkımızı erkene almıyor mu?


Aşk bir hastalıktır.Vücudumuzda ki istemedigimiz ama nedense bir anda ortaya çikabilen urlarımızı büyüten tanımsız virüs.Ben artık aldanmayacağım.Ama tutkuyla sevmeye devam edeceğim.Katılan da olur katılmayanda.Zaten aşk konusunda hangimiz aynı şeyleri düşündük ki?Asıl olan ve olması gerekende bu bence.


Şimdi gelelim kıskançlığa.Olmalımıdan öte ilişkilerimizde bu duygusal yoğunluğun davranışlarımıza yansımasının olabilirliğini yadsıyamayız ve her zaman zaten var.Şimdi ben her zaman olmalımı sorusuna elbette olmalı dediğimde bu davranışların bana yansımasından zevk aldığımı düşünebilirsiniz.Çok açık söyleyeyim biz istesekte istemesekte kıskançlık yaşantımızın vazgeçilmezlerinden.Fazla uzatmayayım ilişkilerimizde sürekli karşımıza çıkan bu duygu dediğim gibi her zaman var.

Asıl bu duyguyu belirli bir dengede tutabilmemiz önemli olan.Herkese de söylerim .Bazen kabulleniriz,bazen ise büyük bir kızgınlıkla elimizin tersiyle uzak tutmak isteriz ilişkimizden.Kıskançlık tehlikelidir.Ancak kontrolümüz dışına çıktığında.Dikkat tehlike çanları çalmaya devam ediyor.


Somutlayarak anlatayım.Kadınımı her zaman kıskanırım.Kıskanç bir erkeğim.Bunun sadece kendime ait bir duygu olmasını istemem.Kıskanılmakda isterim.Yalnız ikimizde bu duyguyu kontrolümüzde tuttuktan sonra birbirimize zarar vermeyeceğini de biliriz.Daha doğrusu öyle sanıyorum..İki kişide dediğim gibi kontrollü davranırsa fazla bir sorun olmaz.Örneğin kıskançlığı paranoya seviyesine veya aşırı şüphecilik noktasına taşırsak işte o zaman işler farklı bir noktaya geliyor ki bunu kesinlikle istemem ve de izin vermem.Kendimde.


Anlattığım şeylerden kıskançlığa bakış açımı anlatabilmişimdir herhalde.Eğer anlamamışsan bu benim hatamdır.


İşte geldik asıl noktaya.Benim kadınım beni hiç kıskanmadığını söyler.Ah kadınlar.Dürüst olmadığınızı söylemek istemiyorum.Ancak bunu nasıl yapabildiğinize inanamıyorum.Sadece bu ikilem beni düşündürüyor.


Zerdüştün müritleri de bu konuda uzun yıllar kafa patlattılar ama nedense bulamadılar cevabını,herneyse ben devam ediyorum.

"kıskanmadan sevebilmeyi
becerebilseydim eğer
acılarımı şiirleştiren
sözcüklerin kısırlığında
boğulurdum
şüphelerin ayrıntılarından
sıyır kendini
sarıl bana
bırak korkularını
savur bana"

Kıskançlığın güvenle ilişkisi doğrudan gibi görünsede bana göre bu bir aldatmacadır.İnsana olan güvensizliğimizden dolayı onu kıskanmayız.Güvenmediğimiz insanı sevmeyiz.Ama sevdiğimiz,çok şey paylaştığımız insanı kıskanabiliriz.

Biraz da bu gibi duyguları belirli bir düşünsel süzgecimizden geçirmemiz için zamana ihtiyacımız vardır.Bazı duygularımızı değerlendirirken diğerlerini ölçüt alıyoruz çoğu zaman.

Okul yıllarında ilişkilerimde sürekli şunu söylerdim."Her an her şey olabilir"Çoğu zamanda bununla karşılaştım.Kimi zaman benide karşımdakileride çok şaşırtan gelişmeler oldu.Sadece sevgililik düzeyinde değil,her ilişki boyutunda.Eski ilişkiler bitti,yenileri başladı.Yeni dostlar,arkadaşlar,sevgililer,düşmanlar v.s.Peki ne mi oldu?Bana kalanlarla ben oldum işte.Benim gibi benlerle uğraşmaktan bıktım.Uzaklaştım onlardan.

"sevsem tenime zarar seni
itsem istemesem sevişkenliğimdem uzak
başkaları var desem yalansız bir istek
atılgan duyumlarımı üzerime yığsam
acınası bir halde oluyorum
adına işlediğim cinayetleri bile
aklımda tutamıyorum kadınım
birini tuttuğumda öbürü askıntı üzerimde
ukala serseriliklerden bir yudum daha"

Tensel uyum bence bir ilişkinin en önemli mihenk taşı.Desem yanlış olmaz herhalde.Başta da söylediğim gibi aşk zamanla kendini sevgiye ve farklı duygulara bırakıyor.Ancak cinsellik zamanla özellikle alışkanlığa dönüşürse; içi boşalır ve heyecan,tutku ve arzu dolu bakışların yeri ihtiyaç gidermeli boş bakışlara dönüşürse durum kötü.


Birde cinselliği ilişkilerin duygusal yoğunluğu zamanlarına görede değerlendirmek gerekir.



"Insan cinselligi sevmedigi biriylede yasayabilir"Olabilir.Çünkü sevgi zaman ister.Ancak nasıl oluyorda tenler birbirini kabul ediyor.İşte bu insanın yasak aşktan(ilişkiden) aldığı hazdır bence.İnsanlar böyle birlikteliklerde (anlıktır) o an nirvanaya ulaştıklarını zannederler.Ama...Kendilerini aldatırlar da diyemeyeceğim.Çünkü olan olmuştur bir kere.Pişmanlık da değil olacak olan.Sadece Zerdüştün emriyle yıkanan bakirelerin günahlarıdır boyunlarını giyotine veren.Tercih edilmiştir istemeden.Dediğim gibi olan olmuştur.



"Tarihin birikmiş bakirelerini soyuyorum
terlemiş ellerimi gezdiriyorum göğüs uçlarında
kalçalarına saçlarına dudaklarına
dokunuyorum
incitmeden büyüyen urlarımın emriyle
yıkıyorum"




Şöyle ki cinsel konu hakkında da çok rahat konuşabiliriz.Ancak kişi ve ortama göre değişir.Ayıp denmesi toplumsal değerlerimizin bize yansımasıdır.Modern ve kültürlü türkiyeli bir aile hem aile içi hemde aile dışı ilişkilerinde bu "ayıp"konuları rahat bir şekilde tartışabilir.Ancak bazı savunma mekanizmaları geliştirmesi şartıyla tabiki.

Samimiyet.

İnanın insan erdemlerinden en önemsediğim ve değer verdiğim kavramlardan birisi sammiyet.Birçok konuda da ölçüt olarak aldığım bir duygu ve davranış özelliği.

Hani arkadaşlıklarımızı,dostluklarımızı genel olarak ilişkilerimizi değerlendirirken bazı özellikleri gözönünüde bulundurarak yani ölçüt alarak değerlendirmeler yaparız ya.İşte benimkisi de öyle.
İnsan kişiliği farklı davranışsal özelliklerini açığa çıkartıyor.


İlişkide samimiyetin gerçekleşmesi için belirli bir zamanın geçmesi elbette gerekiyor.Ancak bunu uzun veya kısa diye sınırlandırmamak gerekir.Çok kısa zamanda çok sağlam samimi ilişkiler kurulabilir.Çok uzun zamanda bırakın samimiyeti,arkadaşlıklar bile kurulamayabilir.Karşımızda ki kişinin samimiyetini ölçmek isteriz çoğu zaman.Bunu nasıl yaparız?İlk an çok önemlidir.İlk ağzımızdan dökülen kelimeler.Fakat her zaman ilk izlenim samimiyet konusunda bizi doğru yönlendirmeyebilir.

İşte ne güzel.

Samimiyetle,dürüstlük çok karıştırılır.Hadi biraz karıştıralım ne olur sanki tanrıların sıkıştığı zamanda tekrar alırız geri.Dostluklarımızı.


Dostlukla kalın.



Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

Gerçeğin Zamanı


Koğuşun kırık penceresinden sırtıma vuran
soğuk kadar tehlikeli boğuk bir sese
kendimi verdiğimde uykum geliyor
ancak gelecek zamana ulaşamayan bir bedenin
uykusu
ışık sönünce
lekeli hayatımın
serüvenine sığındığım
gece yarıları

uykumun hep bir yerlerinde
senin yüzünle uyanıyorum
uzandığım
ve sevişerek çoğaldığım senle
geleceğimizi daha çok sevmeye
ve gerçeğin zamanını görmeye başlıyorum
kadınım
yaşama kendimle başlayıp seninle son vermek
bilmem ne kadar doğru bir tercih
belki de zamanın pençesinde ki zor bir av



üşüyorum ve hastayım
çaresiz bir çocuk kadar ağlamaklı
soğuk ranzamın üstünde bir kara bulut ürpertisi
düşlerimi bile
kana bulamış bir mevsimin içinde
sanki uzayıp ta bitmeyecekmiş bakışlarımı
birisi bozduğunda
uyanıyorum ve her günün akışına seninle dalıyorum
karışık ve sınırsız günlere alışmak
ne güzelmiş de
bir süre ertelemenin verdiği acı
onu siliveriyor ansızın


seni nöbetlemek kulübenin etrafındaki
voltalarda
soğuk rüzgarın sert çarpışlarında ovaladım
uyuşan parmaklarımı
bilsen ne zor tek başına
seni nöbetlemek gür ve boğuk bir sesle
alışamadım yokluğuna vazgeçilmezlerden daha yoğun
sevemedim son ayrılışımda seni
kendime saydığım küfürlerde boğuluyorum
acıyla nefrete bulanmış bir alınganlıkla
kısık bir sesle Nazım'ın şiirini
hecelerken
parça parça sarmaladığım sevdamla
sana uzanıyorum yüksekten
limanın gürültülü gemi ve makine sesleriyle


kadınım seni çok mu çok özlüyorum
uzun bir günün son saatlerinde

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Kararıyor

Şiir serüvenime başladığım yıllar aklıma geliyor
üzülüyorum

onu ilk gördüğüm anı düşünüyorum
heyecanlanıyorum

okul günlerimi hatırladığımda
bir iç çekiyorum

yürüdüğüm sokaklar da
benim gölgem saklı kalmış

gecelerini unutamadığım Beyoğlu
yüzleri belli belirgin aklımda kalanlarla kararıyor

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

O gün

Gölcük Barbaros Hayrettin Lisesi son sınıftaydım. Çanakkale şehitleri anısına Donanma Komutanlığı desteğiyle oratoryo çalışmalarımız vardı askeriye sinema salonunda. Hafta sonları çalışmalarımız olurdu ve epeyce kalabalık bir gruptuk.

Ben, Necmettin Halil Onan'ın istiklal savaşımızla özdeşleşmiş o şiiirini okuyordum provalarda. Gösteride aldığım sorumluluk benim için çok önemliydi. Tiyatro sahnesinde sivil,askeri izleyicinin önunde kutsal ve hepimiz için değeri çok büyük olan bu günde müthiş bir heyecanı yaşayacaktık hep birlikte.

O an gelmişti işte.Başlıyorum okumaya. Titrek başlayan sonra gürleşerek devam eden o mısraların heyecanını şu an yaşıyor gibiyim sanki. Önde oturan askeri ve sivil erkan arkalara doğru bu toprağın insanı halkımız katıldı o dizelerin heyecan verici kutsal derinliğine. Müthiş bir andı.

Başarıyla bitirmiştik gösterimizi. Hepimiz, Gölcük Donanma Komutanı tarafından tek tek tebrik edimiştik.Çoşku, anlatılmaz bir heyecan vardı.Ve askeriye başarımızdan ötürü bize bir sürpriz gerçekleştirmişti.

Bir donanma gemisine davet etmişlerdi bizi. Çok güzel bir gündü.


Sizlerle paylaşayım dedim.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

İlk Defa

ada kalenin etrafı roman dolu
kuşbakışı uçmak geliyor
kırık taşın yanındaki yoldan
kızakla taşımak zordur otları
güneş sıcak
güğümdeki çay demlendi
suya bandır ekmeği
öylesine bir bağırış benimkisi
dağlarda ki yankısı çocuk yüzüme vurdu
tırpan, masat, dirgen üçlemesine
birde tırmığı ekleyince
köyümde bıraktığım
çocukluk Trabzon lastiğine
rençperin nasırlı elleri değdi.


Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Sakladım Seni Kendimden


*"Ödül olarak vaat edilen Güzel Helene, Sparta Kıralı Menelaos'un karısıdır.
Menelaos bir savaşta, kent dışındadır. Bir aşk alevlenir Paris'le Helene arasında.
Tüm hazinelerini alırlar Menelaos'un, gemilere biner, Ilion'a gelirler.
Troia Halkı, Helene'nin güzelliğinden olsa gerek, çok iyi karşılar, Kassandra dışında.
O bu kadının kente sayısız felaketler getireceğini bildirir!... Ancak, geleceğı görebilen Kassandra'ya kimsenin inanmaması da Apollon'un öngördüğü bir yazgıdır aslında.
Menelaos'la evlenmeden önce Helene'nin tüm talipleri, Hellas'ın bütün kıralları, soyluları bu evliliği koruyacaklarına ant içmişlerdir. Barışçı yollardan Helene geri alınamayınca savaşmaya karar verilir."
*(Troya Efsane İle Gerçek Arasi Bir kente Yolculuk, Kültür Bakanlığı)


bana bir yudum daha ver
acıdan artakalan
sessiz bir bekleyişin
ürkekliğinde
koca bir vücudu bir anda yıkan
haykırışlarına bile aldırmadan
sana anlatabilsem onun hikayesini
geçmişinden çekip alacağım
bıraktığı izleri
savunmasız bir çocuğun
gözlerimde beliren ifadeye yansımasında ki
isyanım sana değil kendime
korkak titremelerimde saklı
cinayeti geçmişimden saklayıp
nasıl söyleyeceğimi bilmeden
bu güne taşıyan ben
ölümün beyaz rengine başkaldıran
ona savaş açmanın hiç faydası yok
güzel günlerimizin bize bıraktıklarını düşün
seni kimse anlamadı
bir ben anladım dediğim sırada yine beni ağlattın be cesur kadın
cep delik cepken delik acıların dökülür ceplerinden
seni duyarım çünkü şiirlerini, türkülerini
ve resimlerini ben çaldım
martıların kanadından
inanmazsan sor
çıplak ve günahkar
arzu ve şehvet dolu bakışlarınla erirdim sıcağında
seni çıktığım uzun yolculuklarda arıyorum
bizim akşamcı Musa amcamız vardı bilirsin
hani sokağın hemen köşesinde ki kırık dökük
tahtadan yaptığı bir barakada yaşardı
umutları yoktu tek güvendiği de ölmüştü hani
hatırlamadın mı
şişenin dibini bulana dek iç derdi sevdanı
son yudumda
hayatın şarap kadar tatlı olmadığını anlayacaksın be evlat derdi
sonra
sonra nemi oldu öldü
bittiğini göreceksin elinden bıraktığın anda şişeyi



Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Karanlık Geceleri Severim Ben



Karanlık geceleri severim ben
Umutlarımı sönük yanan mum ışığına bıraktığım anları
Beklerim gelecek ve bitirecek
bu sessizliği
hasretimin içinde sakladığım
o şehri
bana düşman edenlere kanmadan devam edeceğim sevmeye
ancak bütün erdemsizliklerle yaşamı bize daraltanlara da
kinimi nefretimi yönelteceğim onurumla
ve asla yenik düşmeyeceğim kendimle
neredesin çığlıklarımın yansıması
neredesin karanlığımın sönük çağrısı
gel de gör gecenin bende ki o görüntüsünü

saatlerce konuşmadan oturabildiysek eğer
söylemek isteyip de söyleyemediğimiz şeylerden
korktuğumuz içindir
ya da istediğimiz sözcüklerin dansı değil de
dokunuşlarla arzu dolu gözlerin çakışmasıdır
şiddeti içeren sevişme anlarımızda
saldırmak kabullenmektir şeytanın isteklerini
öyle ki
zevke tırmanmanın tek patika yolunda
kaybetmektir olan
demek ki beklemek yenilgiyi ertelettirmenin
gelecek zamana bırakıp
o zaman sevişmenin sanal anıdır
güçlü bir kadının zayıf anlarını
kurnazca saldırıya hazır beklemek kalleşliktir
donjuan uşaklığının diğer bir adıdır
bizdeki maçoluğun saklayamadığı hayvanlık
zor geliyorsa eğer sapkınlığımızı dizginlemek
ya hayvanları izlemeli
ya da şeytanın kitabını almalıyız

birden çoğul günlerimin yalnızlığına bıraktım korkularımı
kendimle baş başa bıraktığım kalabalıkları da yenileyerek
ne olduğunu ve olması gerekeni sordukların da karşıma geçip
savurdum ve uzaklaştırdım onları gecemden

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Uçurtmam Beyaz

ölümün rengi beyaz
uçurtmamın üstüne yazdığım
şiirden daha hafif
kum tepesinin üstünden okula kadar
uçan uçurtmanın içindeydim o gün
süzüle süzüle indik okul bahçesine kadar
inandıramadım kimseye
içinde olduğuma
kimse inanmadı köyde mal otlattığıma
köyden şehre şehirden köye
uçakla gittiğime sonra öğrendim ki
köylülüğü öldürmek lazım
nasıl bir ölüm
bizim için rengi siyah

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Bizim Adamın Öyküsü

Tanıdığım yüzler tazeleyemiyor bedenimi
halbuki tamda tersi olmalıydı sarsmadan
bildiğim bir gerçeğin yansıması o solgun ürkeklikte
kendisini hiç de bulamayan korkak ve kesik
ayrılmaların sonuçsuz eksikliğinde sevişmesiz anlarım


Öyle söylemeliyim ki tadına varmalı aşk orucundakiler
aşkın sonu ölümdür beklenen ve bilinen
yolculuklara çıkartmalı sevginin bahar olmadığı coğrafyalara
kesin bir iç çekişi süslemeden uzaklaşmalı
nereye gittiğini bilerek nedensiz solumalı yeni yaşamı


Bir yaşamın sonuna geldik istemeden
acı öyle hızlı kapatıyor ki yaralarımı
yenisini açmak hırsını daha da körüklüyor bedenim
ama bu da dokunulunca titreyen bir ten
kendini taşıyamaz bir kere ağlamadan


Gözyaşıyla tuz basar yaralarına tazelensin diye
çünkü istiyor tazelenmek kendi kendine
bir sürüngen gibi yatağında hareketsiz
işte ! ölüm geldi ve buldu bizim adamı odasında

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Zaman Dursun



"Doktor Faust şeytanla yaptığı pazarlıkta 'şimdi zaman dursun' diyecek kadar mutlu olup 'zaman dursun' dediğinde ruhunu şeytana satacaktır.Siz nasıl bir anda zaman dursun' derdiniz." *


*Ahmet Altan'ın Gece Yarısı Şarkıları kitabından alınmıştır.


Ben Ahmet Altan’ın sorduğu soruyu biraz değiştirerek soracağım izninizle.

Hangi istek ve arzunuz için 'zaman dursun derdiniz diye soracağım.


En zeki, en zengin, en mutlu, en güvenilir, en çılgın, en dürüst, en başarılı insan olabilmek için. Yaşamımızda ki bu enleri çoğaltabiliriz elbette.

İsteklerimiz bizim vazgeçilmezlerimizdendir. İstek ve arzularımızı gerçekleştirme yolunda yapamayacağımız şey yoktur. Bu çabalarımız bazen bizi olumsuzlukların ortasına sürükleyebilir. Bazen de mutlu anlarımızın çoğalmasına da sebep olabilir.


İsteklerimi gerçekleştirme ve yaşamımda olağan ve sürekli artan bir gerçek olma heyecanını hiçbir zaman yitirmedim. Herkese de tavsiye ettim olabildiğince. Etmeye devam edeceğim. Çünkü bunlar yaşamım boyunca kimi zaman içini düştüğüm gayya kuyusundan beni çekip alabilecek güce sahip değerler yaratabilen bir evreni oluşturuyor.


Gerçek, dokunulabilen, hissedilince sevilebilen, şeytana kafa tutabilen, başkaldıran, aşkı ve acıyı içinde biriktirip gerektiğinde kusabilen, şiddeti içinde beslemeyen, saldırgan duyumları yok edebilen bir evren.

Severek ve sevilerek çoğaldığımız bir evren. Savaşta kaçınılmaz oluyor şeytanla ne yazık ki. İsteklerimizin benin yapım sürecinde karşımıza kurtulmaya çalıştığımız bazı engeller çıkardığı doğrudur. Bütünüyle yok etmek! Kurtulmaya çalışmamız gereken bazı isteklerimizin bizi götüreceği olumsuzluklardır.

Dış ve iç evrenimizin ihtiyaçlarını ne olursa olsun kısıtlamanın, azaltmak veya çoğaltmak şeklinde müdahale etmenin ne gereği var. Özgür bırakmalı. Onları kontrol altında tutarken azaltmak yerine dengelemek asıl önemli olan. Etki ve tepki. Hem ben olgusuna hem de çevre ve çevremizdekilere yansımasına dikkat edilmeli. İsteklerimiz kendini bilen insanın en önemli gerçeğidir.


Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

11/26/2007

Cüce ve Çocuk

Adı soğuk ve iç gıcıklayıcı bir tahta
içi pıhtılaşmış kısık bir cüce ayağı
nedir ki durmak karşısında ağır ve titrek
sorunca bir çocuğa o parkı
parmağının ucuna çevirmek umutsuz bakışları
ardı sıra aynı kırıntı takipli sıkıntı
bir sözcük ama arkası kesik bir tüy hafifliği
yaşamın askıya alması mekanik düşleri
sıkı bir tütün tarlasında
çapa vuran kadınların arkasındaki çocuklar
çocukların öykü dünyasına uzatıyorum modellerimi
Acı - kan karınların bağırtı sözcükleri
isyanı derinleştiren küçük DÜŞLERİMİZ
niye ki ben orada ve şimdi
koca bir vücudu çatlatan
ikilem miladının tarihi berraklığı
su içinde ayrışmayan - pislik olan - birikimli ikilem
acaba mı yoksa yarını anlatan
düşlerimiz mi şimdi gerçek olan



Adı soğuk ve iç gıcıklayıcı bir demir
düşler sıkıntılarında değil ki çocukların
cücenin ve parkın
u-z-u-n mu u-z-u-n
toprağa basan ayaklarına uzattığı elleri
değil ki senin rahatsız özlemin
kesit kesit umutlarına köprü kursun
gördüklerim gördüklerinize uzanan
bostan korkuluğu gibi elleri tahta
elbisesi çocuk düşleri
elini kesmiş çocuk
adı geçen soğuk ve iç gıcıklayıcı demirle
d-ü-ş-ü-n-m-ü-ş
içi pıhtılaşmış kısık bir cüce ayağını
susmuş sonra
yürümüş
parkı gösteren gözlerinin keskinliğiyle
adına parkın cüce korkuluğu dediği düşlere
sıklaştırmış adımlarını

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Şarap Tadında Bir Kadın



Yaramın kabuklarını kazıyıp
savuruyorum rüzgara
sevda zinciri oluşturan
cüzamlı ülke insanlarına
korkuyla beslenen
cellat suretleri işleniyor
aniden ayaklanan ölülerin sarkan etleriyle
parçalanıyor birlikte erdemli yanlarım
ve şair urlarını okşuyor
sakin yutkunuşlarıyla
sizleri bana ve sevdama kışkırtan
sisli geceleri
teker teker dokuyorum tezgahımda
işte benin yapımı
başlatıyor aşk serüvenini :
gece serin ve uykusuzluğunu almış üstüne
ayın üstünde izlenen seyirken yelkovan
sabaha uzatıyor suskunluğumu
beklemeden söykülerimin mırıltısını
avucunda sektirmeden beklettiği umutlarını
kırıntı kırıntı döküyor yeryüzüne
onun adını koyan
ben


uzun kuş bakışı gözlerimin keskinliğiyle
urlarımın büyümesine aldırış etmeden
anlatmaya çalışsam
onların bana hayranlığını
olmaz olur şeylerin ezikliğinde boş
en kayıtsız sıkıcı broşür laflamalarında
bol katıklı arkadaş sohbetlerinde
bilerek söylenen bakışların kendisi bile
olmaz olur şeylerin ezikliğinde boş
çalışsam didinsem karşılığı sen
yolculuğa çıkartıp
arkamdan beklesem yine ben
ardı ardına seviştiğim
tek tek parçalandığım
ben gibi



askıntı bir sessizlik üzerimde
aynıları giymişim üzerime
içi boğuk ter kokularını salan etrafına
acınası tinsel erkeklerle sevişen orospu
bağırsana artık yeterince uzak
kısa kısa bacaklarını kaldırsana yüzümden
korkularımı uzaklaştıramıyorum teninden
sevsem tenime zarar seni
itsem istemesem sevişkenliğimdem uzak
başkaları var desem yalansız bir istek
atılgan duyumlarımı üzerime yığsam
acınası bir halde oluyorum
adına işlediğim cinayetleri bile
aklımda tutamıyorum kadınım
birini tuttuğumda öbürü askıntı üzerimde
ukala serseriliklerden bir yudum daha
zehir kusmuklarda boğulan
ama beceremiyorum içimdekileri kusmayı
evet boşaltmayı yediklerimi
bir hayvan böğürtüsü halinde boşalmayı
ve ayrılmayı kadınım
çünkü aşklarımın uzantısı bir ülkedeyiz
sevişemiyoruz artık


kışkırtıcı şiirlerimin serüvenine
sığındığım gece yarıları
adını koyduğum bütün senleri
topladım urlarımda
kırıntılarını bile serpmedim et kokan
ayak üstü sevişme anlarımıza
tek vücut sevişken tenlerimizde
bastırdım susuzluğumu
utanmadım
sevişemiyoruz artıkları
unuttuğum anda uyandığım yatakta
vücudumu okşayan ellerin
ter kokularından
iğrendim onlardan
uzaklaştıramadım kendimden
ve senden



neyin zamanı gelmişse eğer oradadır
o kokladığın tenin zararsız imgesinde
onun adını koyduğum kelime oyunlarında
ister aynı coşkulu hareketlerin uzantısı
ister üzgün ışıkların aldatıcı sıkıntısı
vuruyor sözcükleri anlamı kopuk DÜNYAMA
akıtıyor kesik kesik
yürütüyor ıslak şarap tadında bir kadın
beyaz ürkekliğini bakışlarına süngülemiş
acılarımı şiirleştiren bir halde
asık suratla
nedir ki sevmenin son anında bıraktığı tat
uçucu bir aşkla perçinleşen
kederin izi
kurutuyor tenimin her şıkırtılı sonunu
hey! iyi insanlar sesleniyor size Zerdüşt
bırakma sakın kendini rüzgara
sonunu getiren insan saplantısı hastalıklara
dokunma uçup kendini bulamazsın soluk soluğa
bu kavganın orta bir yerinde
sevdiğim sana sesleniyorum
sakın uyuma sabahın zehir uzanışında
karşıma geç ve parçala
uçuşan sevda yarası türküleri

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

11/22/2007

Baba Ver Elini!*

*Haşmet Zeybek Hocanın Dramatik Yazarlık kursu ders ödevidir.

Oyunun Künyesi:

Oyunun İsmi: Baba Ver Elini!
Karakterler:
Mehmet:Baba,sert görünümlü,otoriter
Naciye:Anne,eğitimini yarıda bırakmış ev hanımı
Nazlı:Kız çocuğu
Ahmet:Erkek çocuğu
Akşamcı Musa:Tren istasyonunda kalan evsiz.

Perde: İki Perde.

Mekan: Tren istasyonu bekleme salonu



I.PERDE(Birinci Bölüm)


(Tren istasyonu. Bekleme Salonu. Karşılıklı iki oturma bankı vardır. İstasyonun müdavimlerinden akşamcı adam bacaklarını karnına çekmiş vaziyette uyuyordur bir bankta. Onun uzandığı bankın ucuna oturan bir erkek simit yemektedir. Akşamcı adamın kirli elbiselerinden yayılan kokuyu eliyle yelpaze yaparak dağıtmaya çalışan adamın tam karşısında, orta yaşlı bir erkek, yanında ondan az daha genç bir kadın oturmaktadır. Bir kız çocuğu ve bir erkek çocuğu karşılıklı elim sende oyunu oynamaktadırlar. Bekleme salonunun bir o köşesine bir bu köşesine koşuşturmaktadırlar.)


MEHMET-Nazlı!(Bağırır) Kaç kere söyleyeceğim sana, oyun oynarken avazın çıktığı kadar bağırma diye.

NACİYE-Bak sen ya yine bağırıyor ufacık çocuğa.

MEHMET-Naciye hep senin şımartmalarından, yüz vermenden cesaret alıyor bunlar.

NACİYE-Daha neler!

MEHMET-Baksana bir saattir buradayız ve susmadılar. Bir oraya, bir buraya koşuşturmaları da başka tabi.

NACİYE-Mehmet Allah aşkına. Daha çocuk onlar. Elbette koşacaklar, bağıracaklar, yaramazlık edecekler.

MEHMET-Çocuk ha! Büyüdüler be. Hele şu oğlan var ya şu oğlan.

NACİYE-Doğduklarında hiç de böyle sabırsız değildin sen.

MEHMET-Ne olmuş sanki bir bağırma ile.

NACİYE-“Kızım ve oğlum büyüsünler, ben de onlarla koşup oynayacağım” derdin hep. Ama şimdi bakıyorum hiçte öyle değilsin.

MEHMET-Hadi sende!

NACİYE-Ne oldu? Daha çocuklar ilkokul çağında ve sen çok tahammülsüzsün.

MEHMET-Tamam. Tamam. Sende hemen yüzüme vurursun böyle. Ben Nazlı’yı da, Ahmet’i de çok seviyorum.

NACİYE-O zaman biraz daha sabır göster.

MEHMET-Ama başım ağrıyor. Baksana nasılda çığlıkları yankılanıyor salonda.

NACİYE-Seninki de bahane. Başı ağrıyormuş.

MEHMET- Karşı banktaki akşamcı adam bile rahatsız olmuş ki, yattığı yerden doğrulmaya başladı.

NACİYE-Yok.Yok.(Güler) Onun uyanma vakti geldi. Baksana saate. Akşam oldu hava kararıyor. Çocukların bağırışları ona ninni gibi gelmiştir valla.

(Bankta kıvrılmış vaziyetteki akşamcı adam doğrulurken, ayakları bankın ucunda oturan adamın dizlerine çarpar. Adam homurdanarak, birazda sinirli bir yüz ifadesi ile kalkar ve terk eder bekleme salonunu. Bekleme salonunda akşamcı ile birlikte, sadece Mehmet, Naciye ve iki çocukları kalır.)




Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

11/20/2007

Benimle Evlenir misin?*

*Gökhan Aktemur Hocanın Dramatik yazarlık kurs ödevidir.
--Oğlum hamile bir kadınla evlenmeniz, ikiniz içinde hayırlı olmaz diye düşünüyorum. Vazgeçin bu sevdadan.

Feride koltuğun üzerine uzanmış televizyon seyrediyor, Mehmet de çalışma masasında, yarına yapılacak toplantı konularını gözden geçiriyordu.

--Mehmet ben başka birisinden hamile olsaydım yine benimle evlenir miydin?

Mehmet önce anlam verememişti Feride’den gelen bu soruya.

--…

--Hadi ama. Bir soru sordum. Cevap vermeyecek misin?

--Feride, sende nereden bulursun böyle acayip soruları bilmem ki? Zor bir soru gerçekten. Sanırım evlenmezdim. Hem de başka birisinin çocuğuna hamilesin. Olmaz öyle şey. Evlenmezdim.

Feride bu cevaba üzülmüştü içten içte.

Yediği elindeki elma dilimini tam isabetle Mehmet’in kafasına fırlattı.

--İşte kadınların her zamanki tepkisi.

--Sen beni sevmiyorsun işte. Bak benimle evlenmezmişsin.

--Feride dur bak. Ben de sana bir soru soracağım. Bakalım sen ne diyeceksin? Ne cevap vereceksin bana?

--Neymiş? Sor bakalım.

--Pekala. Ben eşinden boşanmış ve iki erkek bir kız çocuğu sahibi olsaydım. Birbirimizi sevseydik. Çocuklarda benimle birlikte. Benimle evlenir miydin?

--…

--Evet. Bekliyorum Feride cevabını.

İkinci dilim elmanın menzilinde olduğunu biliyordu Mehmet. Ve karşısındaki düşman daha da öfkelenmişti. Gelecek saldırı bir dilim elma değil, masanın üstünde duran tam elmada olabilirdi her an.

Odada sadece televizyondaki dizide konuşan erkeğin kadına evlenme teklif ettiği andaki konuşması duyuluyordu. Oda bitince sessizlik oldu bir süre.

--Bir çocuğun olsaydı evlenirdim. Ama üç çocuğa ben nasıl bakarım söylesene.

--Hadi hadi. Bak nasıl köşeye sıkıştın. Sende beni sevmiyorsun işte.
İkisi de bir birlerine baktılar. Sonra aynı anda yüzlerinde ufak gülümseme, kahkahalara bıraktı yerini.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

11/19/2007

İntiharına bile yetişememiştim*

*Gökhan Aktemur Hocanın Dramatik Yazarlık Kurs Ödevidir.

İntiharına bile yetişememiştim. Ona yetişemediğim gibi.

O artık yoktu.

Onu gördüm. Uzun zamandır görmüyordum. Sokağın köşesini dönünce, çöp tenekeleriyle kaldırım arasında yerde sere serpe uzanmış bir şekilde. Yüzükoyun yere uzanmış, sağ kolu dirsekten karnına doru kıvrılmış göğsünün altında. Diğer kolu kırık kaldırım taşının yanında. Apartman duvarının dibinde yatarken, yanından hiç ayırmadığı oyuncak yavru ayı ilişti hemen gözüme. Ona benim adımı vermişti. Dalgalı saçları omzuna ve sırtına dağılmış, çok az yanakları görünüyordu. Ağzından ve başından akan kan çöp tenekesinin tekerleklerinin arasında ki çukurda ufak bir gölet oluşturmuştu.

Onu gördüm. Kafamı yukarı kaldırdığımda pencere açıktı. Tül perde rüzgardan aldığı kuvvetle, uçuşuyordu havada.

Sonunda dediğini yapmıştı evlendiği gün.

--Ahmet! Kapıda polis var farkındasın değil mi?

Üst kattaki komşunun karısıydı seslenen. Apartmanın kapısının önünde duran polis arabalarının siren sesleri ve ışığı mahalleyi ayağa kaldırmıştı.

Bir kaç saniye içinde düşüncelerimden sıyrılıp nasıl bir hareket yapacağımı bilemez halde kapıya adım attım.

--Açın kapıyı polis. Açmazsanız zor kullanmak zorunda kalacağız.

Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı yavaşça açtım.

Birdenbire üzerime çullandılar.

-- Hemen kelepçeleyin bu adamı.

--İçeride ki odalara bakın. Kesin buraya saklamıştır.

Hiçbir sözcük dökülemiyordu dudaklarımdan.

Birazdan içeriden polis memurun sesi duyuldu.

--Amirim üstünde gelinlikle, yatağın üzerinde boylu boyunca hareketsiz yatan bir kadın var.

Odaya gelen polis amirinin yüzü şaşkın bir ifadeye bürünmüştü. Üstünde gelinlik, elinde çiçeği ile yatakta uzanan kadına dikkatlice baktı önce. O an donakalmıştı işte. Polis memurunun gördüklerinden başka bir şey mi görmüştü acaba?

Duvardaki fotoğrafa çevirdi hemen bakışlarını.

Düğün fotoğrafıydı bu. Uzaktan seçemiyordu. Biraz daha yaklaştı. Kendi ailesiydi fotoğraftakiler. Biricik kızı, kızının yanında duran gençte biraz önce kelepçelettiği kişiydi. Ben.


Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Giriş*

*Erkan Çıplak Hocanın Dramatik Yazarlık kursu ders ödevidir.

-Mehmet!

-Fatih!

-Senin bahçede ne işin var Mehmet.

-Asıl senin evde ne işin var? Hani Aysel’in evinde olacaktın bu akşam?

-Biraz önce senin olduğun yerden birisi hızla koşarak uzaklaştı. Peşinden koştum bahçeye. Onu görmedin mi?

-Hayır görmedim.

Mehmet’in kolundan tutarak sürüklercesine salona götürdüm. Işıkları yaktığımda sokaktan gördüğüm o karartının yerde yatan bir kız olduğunu fark ettim.

--Yanılmamışım işte.

İkimiz de heyecanla bakışlarımızı daha dikkatli bir şekilde kıza yönelttiğimizde kollarının ve ayaklarının bağlı olduğunu, boğazından kan aktığını gördük.

Korku dolu gözlerle birbirimize bakarken Mehmet dış kapıya yöneldi ve kapıyı açtığında merdivenlerin önünde duran, yerde uzanmış kızı görünce içimdeki heyecan bir kat daha artmıştı.

-Nedir bu olanlar..! Neler oluyor bu evde ya?

Mehmet eliyle hemen ağzımı kapattı.

--Sessiz olur musun lütfen? Anlatacağım her şeyi meraklanma.

Kızı hemen içeriye taşıdı. Salondaki koltuğun üzerine yatırdı. Kafam iyice karışmıştı. Taşıdığı kızın kızın nefes alıp verdiğini görünce biraz da olsa heyecanım azalmıştı. Rahatlamıştım. Ancak salonun ortasında cenin vaziyetinde duran bir kız aklımdan gitmemişti. Gözüm tekrar ona takılınca azalan heyecanım korkuyla karışık tekrar artmıştı.

Mehmet bu gün olup bitenleri hızlı bir şekilde anlattıktan sonra bana dönerek neler olduğunu söylememi istedi. Ben de her şeyi en ince ayrıntısına kadar çabuk bir şekilde anlattım kendisine.

*Çok önceleri yazdığım bir hikayemden yeni giriş düzenlemesi.

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

11/16/2007

Öğretmenime Mektuplar*

*Gökhan Aktemur Hocanın Dramatik Yazarlık kursu ders ödevidir.
Erzurum'da meydana gelen trafik kazasında, otobüs şarampole uçtu...
Erzurum'da meydana gelen trafik kazasında, ilk belirlemelere göre 1 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı. Edinilen bilgilere göre, Kuzey Çevre yolunun Erzurum girişinde meydana gelen kazada, sürücüleri tespit edilemeyen ve Patnos'tan İstanbul istikametine seyreden 42 AFM 26 plakalı yolcu otobüsü ile 25 FF 974 plakalı otomobil çarpıştı. Çarpışma sonrası otobüs şarampole yuvalandı. Kazada yaralanan yolcular ve sürücüler, yoldan geçen özel otomobiller ve olay yerine gelen ambulanslarla hastanelere kaldırıldı. Kazada henüz kimliği tespit edilemeyen 1 kişi Aziziye Araştırma Hastanesi'nde hayatını kaybetti. 3 yaralının durumunun ağır olduğu bildirildi.
(posta gazetesi Pazar, 12 Ağustos 2007)

--Aman Tanrım! İnanamıyorum.

İçeriden gelen sesi duyar duymaz, elimdeki paltoyu yatağın üzerine fırlatıp salona doğru koşarak geldim. Salonun kapı eşiğinden gördüğüm manzara karşısında, ilk önce pek bir şey anlayamadım. Televizyon da haberler vardı.

Elazığ’dan Malatya yönüne gitmekte olan yolcu otobüsü ile karşı yönden gelen yük kamyonu çarpıştı. Meydana gelen kazadan 10 kişi yaralanırken,3 kişi feci şekilde can verdi. Yaralılardan ikisinin durumunun ağır olduğu bildirildi.

Kazada hayatını kaybedenlerin isimleri söyle.

Ahmet Yıldız, Hatice Yıldız, Sevinç Gülmez.

--Seviiiinç! Onun ağzından duyduğum son sözcük buydu.

Elleriyle kafasına kapaklanmış, kanepenin üzerinde bağdaş kurduğu vaziyette, vücudunu ileri geri sallamaya başladı. Hiç sesi çıkmıyordu. Sadece anlaşılmaz hırıltılar çıkarıyordu. Bu durumda ne yapılırdı ki? Hiç bilmiyordum.

Malatya’nın bir köyüne tayini çıkmıştı. Yolcu ederken bana sarıldığında kulağıma şöyle fısıldamıştı. O aklıma geldi birden.

--Oradaki öğrencilerime, onların yaşındayken öğretmenime yazdığım mektupları okuyacağım.

Yanına yaklaştım. İleri geri sallanışları hızlıca devam ediyordu. Hırıldama sesleri de çoğalmıştı. Böyle bir durumda ne söyleyebilirdim ki. Ağzımdan çıkacak sözcükler boğazımda düğümlenmişti. Konuşmak istiyordum, ama ağzımdan bir sözcük dahi çıkmıyordu.

Sakin olmalıydım.

Önünde, dizlerimin üzerine çöktüm. Sallanırken her gidiş gelişinde saçlarının arasından zor görebildiğim gözleriyle anlamsız anlamsız bana bakıyor, sonra hırıltılarına devam ediyordu.

Birden hıçkırık sesi geldi kulağıma. İşte o anda ellerimi ona uzatarak bana doğru sallanış hamlesinde sarıldım. Öyle bir yüksek sesle ağlamaya ve bana sımsıkı sarılmaya başladı ki;o an benimde vücudum sarsılmaya başladı.

Elindeki kenarları katlanmış, eskimiş, kaplı bir defteri mezarın içerisine yavaşça bıraktı. Defterin üzerine dökülen toprak, kapaktaki yazıyı yavaş yavaş kapatıyordu.

Defterde şöyle yazıyordu.

Öğretmenime mektuplar.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...