12/31/2007

Tema*

*Dramatik Yazarlık kursu Gökhan Hocanın ödevidir.

Misafir:Vurma çocuğa yahu! Sende hiç mi acıma duygusu yok?

Usta:Hadi oradan be. Sen ne anlarsın ki adam yetiştirmekten. Bak şu atölyeye. Burada çalışan herkes bu tokadı yemiştir benden.

Misafir:Şiddetle iş öğretilir mi? Dayak atarak onlara bu işi öğreteceğini düşünüyorsan yanılıyorsun.

Usta:Dayak atacaksın ki ileride hatırlasınlar.Unutmasınlar.O zaman işin doğrusunu yaparlar.

Misafir:Seninle de konuşulmuyor valla. Neyse çay için sağol. Hadi bende dükkana gideyim. Saat bir oldu geciktim.

Usta:Tamam.Görüşürüz. Haa! unutmadan akşam kahveye iniyorsun dimi ? Dün akşamın acısını almam lazım senden ve ortağından.Çok pis yendiniz bizi yahu.

Misafir:Olur olur.Akşam kahveye inince ararım ben seni.

Telefon çalar.

Usta:Alo.Oğlum otobüs nerede mola verdi. Tamam anladım dört saat sonra alırım seni otogardan. Bende birazdan çıkacağım zaten.

İşçi:Usta! Usta! Çabuk yetiş. Selim elini kaptırdı makineye. Çok kötü kanıyor eli.

Usta:Ulan beceriksizler sizi. Kaç defa daha söyleyeceğim size bunu kapattıktan sonra emniyet kilidini açmayı unutmayın diye. Bak bu hafta ikinci kazanız. Ahmak herifler.

İşyeri sahibi:Sana kaçıncı ikazım oldu bu biliyorsun değil mi? Yahu bu çocuklar ya sana kasıtlı yapıyorlar bu kazaları; yada sen bu atölyeyi artık yürütemiyorsun.

Usta:Olur mu efendim? Yıllardır yanınızdayım. Ancak sizde bilirsiniz bu yeni nesil böyle işte. Dikkatsizler. Akılları bir karış havada.

İşyeri Sahibi:Tamam.Tamam. Anladık.Yaralı çocuğu hemen hastaneye götürün.

İşyeri sahibi çıkar.

Usta:Getirin şu ecza dolabından bir şeyler sarın gönderin evine. Anlasın da bir daha yapmasın.

İşçi:Efendim olur mu? Görmüyor musunuz yarası derin, fena da kanıyor. Dikiş atmak gerekir.

Usta: Ya ne demezsin çok biliyorsun zaten. Birde doktor kesildin başıma. Bandaj yapıp gönderin evine bir şey olmaz. Akşam akşam iş çıkarmayın başıma. Hadi ne sallanıyorsunuz dediğimi duymadınız mı?

İşçi:Tamam efendim siz bilirsiniz.




Eşini telefonla arar.

Usta:Kadın oğlanı cepten arıyorum ulaşılamıyor..Ben otogara geldim. Birazdan otobüs firmasında olurum. Oraya sorayım en iyisi. Tamam haber veririm sana.


Otobüs Firma Yetkilisi:Beyefendi size kaç kez söyleyeceğim.Yolda kaza olmuş. Bu sebeple trafik var otobanda. Otobüsün buraya gelmesi iki saati bulur.

Usta:Ne kazası yahu?

Otobüs Firma Yetkilisi:Şoförümüzün söylediğine göre yolda kaza olmuş. Trafik kilitlenmiş.

Usta:off!.. neyse tamam anladım da. İki saati geçmez değil mi otobüsün buraya gelmesi.

Ertesi gün.

Usta:Aslan oğlum benim. Doktor olacak iki sene sonra. Babasının oğlu nede olsa.Ver bakalım oradan şu gazeteyi.

Usta:Eyvah! Ben yandım..yandım ben kadın. Mahvoldum!

Ustanın Eşi:Ne oldu be adam. Niye yandın.

Usta:Dünkü trafik kazası haberi. Gazetede ki habere göre; karşıdan karşıya geçerken yolun ortasında yığılıp kalan genci otomobil ezmiş. Çarpmamak için fren yapan otomobil zincirleme kazaya sebep olmuş. Kazada bir kişi ölmüş, üç kişi hafif yaralanmış. Ölen gencin ismi Selim Yılmaz.

Ustanın Oğlu:Evet iki saat otobanda bekledik o kaza yüzünden. Karşıdan karşıya geçen bir genç ölmüş.Yazık benim yaşımdaymış.

Usta:O kazada otomobilin ezdiği çocuk benim atölyemde çalışan eleman.Dün kaza yaptı elini kaptırdı makineye. Ben de hastane yerine evine gönderdim çocuğu. Demek ki kan kaybından bayılıp kaldı yolun ortasında. Allah kahretsin! Ne yapacağım şimdi ben. Mahvoldum.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

12/14/2007

Giriş-Gelişme*

*Dramatik yazarlık kursu Erkan hocanın ödevidir.
(12 Eylül 1980)

-Açın kapıyı polis!

-Hüseyin kapıyı tekmeliyorlar.

-Tamam canım. Polis yine arama yapacak belli. Sabahın bu saatinde geldiklerine göre.

Polis memurlarından biri ve elinde otomatik tüfekli iki sivil polis kapıyı açınca üzerine öyle bir çullanırlar ki Hüseyin ne olduğunu anlamadan elleri kelepçelenmiş vaziyette kendini kapının eşiğinde bulur.

Selma arkasından haykırarak ağlar.

-Nereye götürüyorsunuz? Ne yaptı benim kocam? Söylesenize.

-Götürün bu anarşisti otomobile.

Küçük Deniz de gürültüye uyanmış yattığı odanın kapısının önünde hıçkırıklarla ağlamakta, meraklı şaşkın gözlerle olup biteni anlamaya çalışmaktadır.

Selma Denizi kucağına alır. Kapının eşiğine geldiğinde polis otomobili Hüseyin’le birlikte çoktan uzaklaşmıştır. Selma ve Deniz yaşlı gözlerle otomobilin arkasından öylece bakmaktadırlar.

(11 Eylül 2007)

Gökdelenin 38.katında basına ve holding üst düzey yöneticilerine verilen kokteylde aynı şirketten iki yönetici konuşmaktadır aralarında.

-Baksana nasılda kendinden emin duruyor.

-Evet. Bu kadar genç yaşta böyle bir holdingin CEO’su olmak kolay değil. Gerçekten bravo Deniz beye. Bence hak ediyor. Yöneticiliği ve insani değer yargıları üst seviyede, mükemmel biri.

Bir adım ileride başka iki müdür.

-Patronun kızı ona ilgi duymasaydı zor alırdı bu görevi.

-Olaylara ne kadar basit bakıyorsun Zerrin. Deniz bey dürüst kişiliği ve çalışanının ve patronunun ona duyduğu güvenle buralara geldi. Bu pozisyonu sonuna kadar hak ediyor bence.

-Evet saygıdeğer basın mensubu ve holdingimizin sayın yöneticileri. Bugün burada bulunmaktaki sebebimizi hepiniz biliyorsunuz. Holdingimiz yeni CEO’su Sayın Deniz Yıldırım görevine bugün itibari ile başlamış bulunmaktadır. Kendisini konuşmasını yapması için buraya çağırıyorum.



Deniz, etrafındaki 15 kişilik mesai arkadaşlarına ve bir o kadarda basın mensubuna şöyle bir göz gezdirip konuşmasını yapacağı yere yavaş adımlarla yürür. Üç, dört yaşlarında hayal meyal hatırladığı, babasının polisler tarafından götürülüş anını hatırlamıştır. Konuşma yapacağı kürsüye geldiğinde cebinden katlanmış bir kağıt çıkarır. Katlanmış kağıdı açıp kürsüde mikrofonun yanına koyar. Kendisini meraklı, heyecanlı bakışlarla izleyen insanlara başını kaldırır ve her zaman ki gibi her biri ile birebir göz teması kurarak yaptığı konuşmalarından birine daha başlamıştır.

-Merhaba. Babam Ortaokul çağıma geldiğimde bana şunu söylemişti.”Oğlum, Emile Zola’nın Germinal romanını mutlaka oku. Emile Zola’nın bir roman yazmadan önce insanın yaşamla kavgasını, aşklarını daha doğrusu yaşama dair ne varsa yazmak için gidip yerinde sormuş, araştırmış, gözlemlemiş, onlarla birlikte yaşamıştır ve yazmıştır bu başarılı romanını. Sende eğer insan ilişkilerinde, mesleğinde, evliliğinde başarılı olmak istiyorsan onun gibi yap.” Babam öğretmendi benim. Bu öğüdü verirken bana kendisinin de yaşama karşı duruşunda bunu yaptığını yaşım ilerledikçe anladım. Bende kendi yaşamımda ki ilişkilerime bunu taşımaya çalıştım. Fabrikamıza ziyarete gittiğimizde patronun odasında toplantı yapmak yerine bizzat üretimde çalışanımın neler yaşadığını yerinde görüp, ailesiyle hafta sonu sinemaya, tiyatroya , pikniğe gidip gitmediğini sordum insan kaynakları yöneticilerine. Önemli günlerimizde sadece çalışanımızın kendisinin değil, bizi de ailesiyle birlikte düşünebildiği kutlama geceleri düzenledik hep birlikte. Sözü daha fazla uzatmadan son olarak şunu söyleyeceğim. Bugünden itibaren bu göreve başlıyorum. Yaşama dair bu bakış açımla, sizlerle olan ilişkilerimin her zaman olumlu ve sizlerin bana desteği beni bu göreve getirmiş ise de,”her an her şey olabilir” düşüncesini de unutmadan sizlere teşekkür etmek istiyorum.

Katılımcılarla olan göz temasını kapıya yöneltir ve salon giriş kapısında onu babasının da alkışlamakta olduğunu görür.

Deniz konuşmasını bitirir, babasının yanına gelir ve kucaklaşırlar.

(22 Ağustos 1982)

Hüseyin Bursa cezaevindedir.15 yıla mahkum edilmiştir. Selma ile mektuplaşarak haberleşiyordur. Deniz’in ilkokula başladığı, Selma’nın ailesinin yanına İstanbul’a taşındığı ve orada bir cafe işlettiği haberlerini mektuplarından öğreniyordur.

Bir defasında Selma mektubunda ailesinin kendisini, babasının iş arkadaşının eşinden ayrılmış oğlu ile evlendirmek istediklerini, buna şiddetle karşı koyduğunu, ancak bu baskıya fazla dayanamayacağından bahsetmiştir. Hüseyin bu duruma çok bozulmuştur Özellikle Selma’nın babasına. Zaten Selma’nın babasıyla hiç anlaşamıyorlardır.

Hüseyin Urfa’nın köylerinden birine tayini çıktığını öğrendiği günün akşamında Selma’nın babasıyla kavga etmiştir. Selma’nın da babasına ve annesine “Hüseyin ne derse ben onunla her şeye varım, ben onu çok seviyorum. Onun mesleği hangi yolculuğa çıkartırsa beni bende onunlayım.” demesi Hüseyin’in o sabah evden ayrılırken göğsünü kabartmış ve ona olan sevgisi daha da çoğaltmıştır.

Ama şimdi cezaevinde ve eli kolu bağlıdır. Selma’ya ne diyebilir ki.0n beş yıl. Tam on beş yıl. Deniz de vardır. Kendisinden önce karısını ve çocuğunu düşünmelidir. Kendisi için zor olanı yapar ve Selma’ya o mektubu yazar.
(11 Eylül 2007)

Deniz ve babası kucaklaştıklarında yanlarına patronu gelir. Deniz babasıyla patronunu tanıştırır. Basına yapılan bu toplantı organizasyonundan ve Denizin o etkileyici konuşmasından çok memnun kalmıştır patronu. Bunu bizzat Denizin kulağına eğilerek söylemiş ayrıca ileride birlikte daha başarılı projeler gerçekleştireceklerini belirtmiştir.

Kokteylde herkes çok mutludur. Bir kişi hariç.

Işıklar söner. Perdeler görevliler tarafından kapatılır. Toplantı salonu karanlık olmuştur. Müzik eşliğinde holdingin tanıtım filmi gösterisi başlamıştır.

Tam o sırada müthiş bir patlama sesi duyulur ve sarsılma olur. Herkes panik halinde çıkışa doğru yöneldiğinde içeriye duman ve toz bulutunun girdiğini görür. Alt kattan çığlıklar, ağlamalar, imdat sesleri gelmektedir. Kimse ne olduğunu anlamaz. Salon karanlıktır. Perdeyi açıp camdan dışarıya bakan güvenlik görevlisi aşağıdan gökyüzüne yükselen dumanı görür. İlk başta alt katlardan birinde yangın çıktığını düşünür. Ancak bunun basit bir yangına benzemediğini anlamıştır. Çünkü patlamayla birlikte sarsılmada şiddetli olmuştur.Deprem de değildir.Sarsıntı kısa sürmüştür.

Deniz babasına seslenir ve yanına gelmesini söyler. Sonra konuklara sakin olmalarını, kalabalık olmadıklarını bir arada durmaları gerektiğini söyler. Güvenlik şefi Deniz beyle göz göze gelir, aralarında daha önce anlaşmışlarcasına, konuklara dönerek kendisini dinlemelerini ve talimatlarını yerine getirmelerini, binadan bir an önce onları çıkartacağını söylemiştir

Selma cafesinin mutfağında şefle konuşurken televizyondaki son dakika haberlerine gözü takılır.

Televizyonda son dakika gelişmesinden canlı bağlantı haberini geçiyorlardır.

“Sayın seyirciler, İstanbul’un en yüksek gökdelen binasına sahip …..holdingin 35.katına bir uçağın çarptığı haberi az önce haber merkezimize ulaşmıştır. Şu anda o bölgede olan muhabirimizle telefon bağlantısındayız.”

Selma bu izlediği haber karşısında şaşkın bir vaziyette öylece donakalır.



Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

12/07/2007

Bulutları Saklamışlar



bulutları saklamışlar anne

hep bir yerlerde bıraktın çocukluğunu
aklına geldiğinde avucunda sakladığın günahlarını
savurdun rüzgarıyla sana uzanan
pişman olmamış ancak umutsuz solgun gözlere inat

inatla söykülerini unuttun be adam
zorlama kavgalara alışık değilsin sen
zorlama kaçışlara asla

yaz dedin yaz sıcağıyla geldi

ne güzel olurdu demiştin
ne olacak bizim halimiz sorgularıyla çoğaldık
yazılmamış hikayelerin kahramanlarıyla
uyurken ya da ölürken

sevişirken bana yalancının masalını anlat
öyle bir heyecanla anlat ki
ölümümü unutmasın sorgucular

ben daha ölmedim

bir zamanlar şöyle başlamıştın:
bu şehrin can pazarlarında
satılığa çıkartılıyor insanlar demiştin
sevgiyi pazarlamaya devam ediyor şarlatanlar
aşık olmadım ki
yalancı yankesicinin elleriyle okşadım seni
sustum.

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Sadece Çıplak Girin Koynuma


Bu gece insanların ruhlarına girmeliyim kadınım
sevdamın kara hançerini saplamalıyım kalplerine
dudaklarına saçmalıyım
dökülen kara lekeli kanlı saçlarının
üzerinde tepinmeliyim sabaha kadar


hadi kaçalım kaçamak serseriliklerden uzağa
gözlerin ve saçların olmadığı
bir sen bir ben
birde onlar
onlar ki
kaçamak doğurgan aşklarını birbirine satanlar
gözlerini oyan ve saçlarını kestirenler
zerdüştün kusmuğunda boğulan müritleri
yani sen
yani ben
yani onlar
vücutlarını böğürtlenlerle boyayanlar
ıslak ve saçık
kaçık beyinleriyle dans edenler
üzerime yürümeyin sakın
ellerimle dokuduğum kefenleri istemeyin benden
ağır ağır sözlerimi asmayın
boyunlarınıza kulaklarınıza
hazırlamayın kendinizi bu ıslak geceye
sadece çıplak girin koynuma
yalnızca sen yine de sen kadınım
kolay değil ama ne yapayım

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Deprem



Devam elbette kırmızı yanakların, inci gözlerin yansımasıydı bende. Sınıfın en tembeliydi, hala şivesini değiştiremeyen o çocuk zamanla öyle bir hızlı koşmaya başladı ki. Neler oldu neler. Kızılcık sopasıyla yediği dayağa inat öyle çok çalışıyordu ki bilemezsiniz. Her neyse fazla saplanmayayım çocukluk anılarının toprağına.

Toprak ayaklarımın altında kaydı
canları tek tek sayamadım
ölenlerin gözleri kaldı üzerimde
hatırlayamadım
sadece koridorların soğuk sessizliğinde
aradım onları
fotoğrafta silindiler

İstanbul kabul etti beni
sahipsizdim belki de sonların başlangıcında
o anlar
savurdu sokak kavgalarının içine
alkol ve sidik kokulu ortamlarda
korudu da elbet
ova ova avucumun sıcaklığıyla
okşamadı hiçbir zaman
kalleş gecelerde avuttum öfkemi
unuttum sonra
cesedimin yanı başındaydım belki
uzaklaşan ve beni iten bakışların ortasında
olduğumu sandığım her gün
büyüyordum.

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

12/06/2007

Giriş*

*Dramatik yazarlık kursu Erkan hocanın ödevi
(12 Eylül 1980)

-Açın kapıyı polis!

-Hüseyin kapıyı tekmeliyorlar.

-Tamam canım. Polis yine arama yapacak belli. Sabahın bu saatinde geldiklerine göre.

Polis memurlarından biri ve elinde otomatik tüfekli iki sivil polis kapıyı açınca üzerine öyle bir çullanırlar ki Hüseyin ne olduğunu anlamadan elleri kelepçelenmiş vaziyette kendini kapının eşiğinde bulur.

Selma arkasından haykırarak ağlar.

-Nereye götürüyorsunuz? Ne yaptı benim kocam? Söylesenize.

-Götürün bu anarşisti otomobile.

Küçük Deniz de gürültüye uyanmış yattığı odanın kapısının önünde hıçkırıklarla ağlamakta, meraklı şaşkın gözlerle olup biteni anlamaya çalışmaktadır.

Selma Denizi kucağına alır. Kapının eşiğine geldiğinde polis otomobili Hüseyin’le birlikte çoktan uzaklaşmıştır. Selma ve Deniz yaşlı gözlerle otomobilin arkasından öylece bakmaktadırlar.

(11 Eylül 2007)

Gökdelenin 38.katında basına ve holding üst düzey yöneticilerine verilen kokteylde aynı şirketten iki yönetici konuşmaktadır aralarında.

-Baksana nasılda kendinden emin duruyor.

-Evet. Bu kadar genç yaşta böyle bir holdingin CEO’su olmak kolay değil. Gerçekten bravo Deniz beye. Bence hak ediyor. Yöneticiliği ve insani değer yargıları üst seviyede, mükemmel biri.

Bir adım ileride başka iki müdür.

-Patronun kızı ona ilgi duymasaydı zor alırdı bu görevi.

-Olaylara ne kadar basit bakıyorsun Zerrin. Deniz bey dürüst kişiliği ve çalışanının ve patronunun ona duyduğu güvenle buralara geldi. Bu pozisyonu sonuna kadar hak ediyor bence.

-Evet saygıdeğer basın mensubu ve holdingimizin sayın yöneticileri. Bugün burada bulunmaktaki sebebimizi hepiniz biliyorsunuz. Holdingimiz yeni CEO’su Sayın Deniz Yıldırım görevine bugün itibari ile başlamış bulunmaktadır. Kendisini konuşmasını yapması için buraya çağırıyorum.



Deniz, etrafındaki 15 kişilik mesai arkadaşlarına ve bir o kadarda basın mensubuna şöyle bir göz gezdirip konuşmasını yapacağı yere yavaş adımlarla yürür. Üç, dört yaşlarında hayal meyal hatırladığı, babasının polisler tarafından götürülüş anını hatırlamıştır. Konuşma yapacağı kürsüye geldiğinde cebinden katlanmış bir kağıt çıkarır. Katlanmış kağıdı açıp kürsüde mikrofonun yanına koyar. Kendisini meraklı, heyecanlı bakışlarla izleyen insanlara başını kaldırır ve her zaman ki gibi her biri ile birebir göz teması kurarak yaptığı konuşmalarından birine daha başlamıştır.

-Merhaba. Babam Ortaokul çağıma geldiğimde bana şunu söylemişti.”Oğlum, Emile Zola’nın Germinal romanını mutlaka oku. Emile Zola’nın bir roman yazmadan önce insanın yaşamla kavgasını, aşklarını daha doğrusu yaşama dair ne varsa yazmak için gidip yerinde sormuş, araştırmış, gözlemlemiş, onlarla birlikte yaşamıştır ve yazmıştır bu başarılı romanını. Sende eğer insan ilişkilerinde, mesleğinde, evliliğinde başarılı olmak istiyorsan onun gibi yap.” Babam öğretmendi benim. Bu öğüdü verirken bana kendisinin de yaşama karşı duruşunda bunu yaptığını yaşım ilerledikçe anladım. Bende kendi yaşamımda ki ilişkilerime bunu taşımaya çalıştım. Fabrikamıza ziyarete gittiğimizde patronun odasında toplantı yapmak yerine bizzat üretimde çalışanımın neler yaşadığını yerinde görüp, ailesiyle hafta sonu sinemaya, tiyatroya , pikniğe gidip gitmediğini sordum insan kaynakları yöneticilerine. Önemli günlerimizde sadece çalışanımızın kendisinin değil, bizi de ailesiyle birlikte düşünebildiği kutlama geceleri düzenledik hep birlikte. Sözü daha fazla uzatmadan son olarak şunu söyleyeceğim. Bugünden itibaren bu göreve başlıyorum. Yaşama dair bu bakış açımla, sizlerle olan ilişkilerimin her zaman olumlu ve sizlerin bana desteği beni bu göreve getirmiş ise de,”her an her şey olabilir” düşüncesini de unutmadan sizlere teşekkür etmek istiyorum.

Katılımcılarla olan göz temasını kapıya yöneltir ve salon giriş kapısında onu babasının da alkışlamakta olduğunu görür.


Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

12/05/2007

Patron*

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan hocanın ödevidir.

(Çalışma masasına oturur ve elindeki bastonu arkasına koyar. Bilgisayarı açar ve her sabah olduğu gibi güvenlik kamera ünitesini açıp bağırır.)

--Ayseeeeel! Çayımı getir.

--Tamam Ercan bey. Hemen getiriyorum.

--Ya bu depocu çocuk açmış ağzına kadar kapıyı. Kimse yok kapıda. Şu mağazadaki oturan elemana bak hele. Sabah sabah oturulur mu? Kalk pas pas çek, tezgahın üzerini sil. Ne bileyim yap bir şeyler işte. Çıldırtacak bunlar beni çıldırtacak

--Buyurun efendim çayınız.

(Aysel’in eli titremektedir. Yine her sabah olduğu gibi fırçayı yemeden odadan çıkmak için dönerken eli bardağa çarpar ve çayı masaya koyamadan patronunun üzerine döker.)

--Hay Allah kahretsin seni.Ne b..ka yarasınız ki.Ama kabahat sende değil,senin gibi bir beceriksize iş verende.Çık dışarı.

--Çok özür dilerim efendim. Çok özür dilerim. Ben hemen temizlerim.

--Çık dışarı dedim sana. Gözüm görmesin. Sersem budala şey. Çabuk şu Allahın belası depocuyu odama yolla. Hadi.

(O sırada güvenlik kamerası depoyu göstermektedir. Depocu ve dağıtım müdürü sayım yapmaktadırlar.)

--Keşke kapıya göz kulak olması için mağazadan birini çağırsaydık. Yine patrondan fırça yemeyelim.

--Müdürüm, mağazadan adam isteyip bir sürü laf işitmektense kendim yaparım işleri daha iyi. Bir gözüm kapıda benim merak etmeyin siz. Patron personelini insan yerine koymaz sürekli aşağılarsa,o personelden çok beddua alır,işini severek yapmaz çalışanlar. Zaten kameradan görmüştür çoktan.

--Evet. Görmüştür.

--Birazdan odasına çağırır. Günün ilk fırçasını yemeğe hazırlanalım bari.

--İki yıldır bu şirketteyim. Malum işyerinde en yakınındaki çalışanı olarak Ercan bey demeye bile dilim varmıyor. Neyse. Patronun en yakınında biri olarak artık personele, genel olarak çevresine olan davranışları kabul edilemez.

--Hele sen eskiyi görseydin. Şimdi durulmuş hali. Kök söktürürdü eskiden herkese. Bir keresinde muhasebe müdürünün kafasına çantayı fırlatmıştı.

--Şuna eminim ki patron olarak bu davranışları; babasından devraldığı bu aile şirketine büyük zarar verecek. Bütün personel buradan bir an önce ayrılmanın yollarını arıyor. Bunun farkındayım.

--Tamamda bu işsizlikte kim nereye gidecek. Vasıfsız elemanlarız çoğumuz. Siz hariç tabi. Tek tecrübemiz yıllardır bu sektörde çalışmamız. Daha doğrusu birçok çalışanın başka seçeneği olmadığı için burada. Bu sebeple onun çilesini çekiyoruz.

--Valla artık ben iş bulmasam bile ayrılacağım. Şuna da eminim ki idari personel kadrosunda ben ayrıldıktan sonra yaprak dökümü olacak.

--Olabilir müdürüm. İdari personel için bir şey diyemem.

(Telefon çalar.)

--Efendim.

(Suratı düşmüştür depocunun. Ahizeyi yerine koyar.)

--Müdürüm patron ikimizi de odasına çağırıyor. Malum tahmin ettiğimiz şeyler olacak birazdan odasında.

--Tamam. Gidelim.

(Beş dakika sonra odanın kapısı açılır. Müdür ve depocu odadan içeri girerler.)

--Yahu siz ne beş para etmez adamlarsınız. Ben kaç kere söyleyeceğim deponun kapısında bir adam beklesin diye. Ne beceriksiz insanlarsınız ya! Lafı bir defada anlamaz mısınız siz?

--Efendim, mağazada dağıtım var. Plasiyerlere mal veriliyor. Personel yetersiz. Bizde sadece ikimiz depodaydık. Sayım yapıyorduk depocu arkadaşla. Kapıda bekleyecek personel yok anlayacağınız.

--Bak ya! Verdiği cevaba bak sen. Personel eksikmiş de falan da filan da.

--Ercan bey. Bize karşı, bu ben ya da başka bir çalışanınız olabilir. Önce karşınızda maaşlı çalıştırdığınız elemanın insan olduğunu fark edin, anlayın lütfen. Bu lafları eminim ki birçok kişi belki babasından duymuştur, ya da hiç duymamıştır. Artık yeter ama. İki yıldır yanınızda çalışıyorum. Patron koltuğundan emirler, hakaretler savurmak sizin kişiliğinizle örtüşebilir. Buna bir şey diyemem. Ancak karşınızda her gün bağırarak, emirler yağdırarak insan yerine koymadığınız çalışanlarınızın her şeyden önce duyguları olduğunu aklınıza getirin. İnsan onlar insan. İnsanlar sizin ego tatmininiz için para almıyorlar, yaptıkları iş karşılığı için ücret alıyorlar. Empati kurun mesela. Aslında bu söylediklerimin hepsini bilen birisi olduğunuza da eminim.

--…

--Aslında çok konuşmayacağım. Böyle devam ederseniz etrafınızda sizi seven belki eşiniz ve birkaç kişi kalacak. O kadar. Ne haliniz varsa görün.

(Kapıya yönelir, kapıyı açar ve yavaşça kapatarak odadan çıkar. On dakika sonra Aysel hanımın telefonu çalar.)

--Buyurun Ercan bey. Tamam efendim hemen çağırıyorum.

(Aysel hanım müdürün odasına girdiğinde oda boştur. Masanın üstünde istifa dilekçesi vardır. Birde not kağıdına yazılmış şu cümle.)

“Bazıları büyük doğar, bazıları büyüklüğü kazanır, bazılarına da büyüklük yakıştırılır.
Shakespeare
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

12/04/2007

Durdurulsun Bu Savaş



Analar ağıt döküyor. Babaların yürekleri ağlıyor. Kardeşler uzaklara bakıyor. Bu kan durmuyor, bu acı, bu keder bitmiyor. Bitmeyecek gibi görünüyor.



Doğumuz, orta doğu ile ortak kaderi paylaşırcasına sesimizi duyuyor musunuz diye sesleniyor bize?



Duyun bu feryadı. Televizyonlarda acılı bakışlarla gözlerini sana bana dikmiş o gözleri kim unutabilir ki. Yıllarca önce Irakta tankların füzelerin silahların ortasında uçurtmasını uçuran o çocuğun görüntülerini unutabildiniz mi? Aslında silahların oradaki gölgesi hala devam ediyor.



Hem de bu gölge büyüyerek yayılıyor farklı coğrafyalara.

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Yazmalıyım

bilmiyorum ama

bugün yazmalıyım

neyi yazmalıyım

bilmiyorum

seni yazmalıyım

neden yazmalıyım

bilmiyorum

nedensiz yazmalıyım

bilmiyorum ama

yazmalıyım

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Yeniden aşk

biliyorum tükürmek kötü bir alışkanlıktır
ama ne yapayım yutkunamıyorum artık
içime attığımda büyütüyor urlarımı
ve yaralarımı

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Aşk bitti

bu aşk da bitti diğerleri gibi
hep derdimya hastalıktır
hastalık ölümle kucaklaşmadan bitti
diğerlerini inandıramadım buna
öldüğüme inandıramadığım gibi
aşk bitti ama urlarım hala büyüyor

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Sinir Oluyorum!







Sinir oluyorum.



Dayanamadım ve kendimi zor tuttum.Ve yazmaya karar verdim.Bu yazım araya bonus olarak girdi kusura bakmayın.



Yahu , şu tanga ile ilgili sanırım mayo firmaları reklam filmi yapsalardı bu kadar etkili olmazdı herhalde.



Yaz aylarında tatil yörelerinde tanga giyenlerin sayısı hızla artıyormuş. Duydunuz mu?



Tangayla kalkıyoruz, tangayla yatıyoruz.



Artık her şeyi unuttuk, Sibel Can tanga giymiş sonra arkasından diğerleri nasıl giymiş,ben giymem asla. Aslında bilinçli yapılmışta. Falanda filan.



Ya yapmayın. Yeter yahu. Ne saçmalıktır.



Bu kadarda küçültmeyin kendinizi. Buna birde roportaj vermezler mi?



Aslında artık karar verdim buna. Şarkıcılar oyuncu, magazincilerde yönetmen senarist. Alıp yürüyorlar bu yolda elele.



Kurgu yapılıyor, senaryo yazılıyor, ve motoooor. Çekimler başlıyor.



Tanga!çekim bir sahne . Haydi bakalım. Kolay gelsin efendim.



Yeter artık bu magazin kirletmişliği!





Başka bir konuya değineceğim. Sinir olduğum bu konuyu anlattıktan sonra şimdide programını çok beğendiğim Sevim Gözay hanıma teşekkür etmek istiyorum.



Müthiş ya.Yaz kitapları başlığında kitaplara yer vermiş programında.



Benimde dahil olduğum , kitap okumayan bireylerin oluşturduğu bir topluma sen kalk programında tek tek kitap ve yayınevlerini tanıt.Kim izler ki? Ama eminim ki yinede insanlar izlemiştir. Umuyorum. Teşekkürler Sevim hanım.




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Gecenin Gerçek Sahipleri

Geceyle birlikte
sallantısız bir iç çekişi
istedim yine
saatlerin dokuduğu
ağrılı ve sıkıntılı
anlarımı çekerek


ürperti ile sana
uykusuzluğumu
çekip aldım geçmişten
neyi hangi zamana taşıdığımı
belli belirsiz hatırladığım yüzünü
niye sorarlar bana
suretsiz geceyi nöbetleyenler

benden
hiç farkı olmayan
bu sorgucuları
yaşatan ve adım adım
sonumu getiren saplantı yüklerimi
çoğaltan kim

cevabını bekletmeden
doğruyu yanlıştan ayırt etmeden
bekleyen birisi var yanımda
dokunsam ağlayacak
seni seviyorumları
çoğalt sana tapıyorumlarla


nedensiz
ve hiç aldatmacasız
beklentileri incitmeden
EVET biliyorum
bütün şüphelerin
getirdiği yaralarımız
çoğaltıyor gecenin
gerçek sahiplerini


sana dokunmadan
taze bir iç çekişimi
süsledim geceyle
ayrılık acısıyla
ateşin sıcağına
başkaldırdım



kıskanmadan sevebilmeyi
becerebilseydim eğer
acılarımı şiirleştiren
sözcüklerin kısırlığında
boğulurdum
şüphelerin ayrıntılarından
sıyır kendini
sarıl bana
bırak korkularını
savur bana

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Kendini bilen birisi miyiz?








Düşündüm ve en sonunda karar verdim. Bugün sizlerle paylaşacağım konu ilişkiler.



Aslında hepimiz kendimizi biliriz, tanırız yettiğince.Değil mi?



Akademik anlamda toplum bilimcilerimiz bireylerin kendini tanımadığını, ifade edemediğini, ve kendilerini zaman içinde var edemediğini bu konularda zayıflıkları olan gruplar oluşturduğunu söylerler hep.



Aslında bu konuda somut kararlar vermek ne kadar doğru?Ben de bilmiyorum açıkçası.



‘Bana soracak olursan benden iyi beni tanıyacak bilecek kim olabilir?’Bu soruyu defalarca söylemişizdir etrafımızda yada kendimize.



Her zaman kendimizi çok iyi tanıdığımızı bizi bizden iyi tanıyacak birisinin olamayacağını ya da iyi tanıdığı yargılarını belirtenlere karşı bazı zamanlar hiç de iyimser bir davranış sergilemediğimiz doğrudur değimli?



Şunu sakın unutmayın ki burada anlattıklarımdan genel yargılar çıkartmaya çalıştığımı düşünmeyin lütfen. Böyle bir niyetim yok kesinlikle.



Bazen kendimizle ilgili çevremizde ki insanların yargılarını görmezden gelebiliriz.Bu; uzun yıllardır hayatı paylaştığımız arkadaşımız,dostumuz sevgili yada hayat arkadaşımız olabilir.



Yaşamımıınz hızla ilerlediği süreçte bence kendi iç evrenimizi,kişiliğimizi,davranışlarımızı hayatı paylaştığımız insanların yargılamasına,eleştirmesine,bazı saptamalarda bulunmasına izin vermeliyiz.Ancak savunma mekanizmamızı devreden çıkartmadan gerek gördüğümüz müdahaleleri yapmayı da çekinmeden işletmeli bu evreyi.



Ne yapmalıyız?



Öncelikle bize karşı eleştirilere açık olmalıyız.Ayrıca öz eleştiri de yapmalıyız kendimizle ilgili.Bunlara kapalı bir evrendeysek hemen terk edelim derim ben size bu evreni.



Önce kendimle başlayayım.



Ben bu konularda kişiliğim gereği hep mesafeli olmuşumdur.Hatta bazen çok tepkisel davranışlar bile sergilemişimdir.Ancak zamanla bu konularda daha esnek olmaya başladım.Bu konuda ‘solgun bakışlı ürkekliğimin’ benim üzerimde etkisi çok büyüktür.Bunu da söylemeden edemeyeceğim.Artık o eskiden olan ani tepkiler, kapalılıklar yok denecek kadar az.Azaldı diyebilirim.Eski arkadaşlarım öyle diyorlar.Demek ki doğru ve güzele gidiş galiba.



Neyse devam edelim.



*Devam edecek






Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Yalnız Seni

yalnız seni
yanlış olsa da
yalnız seni karıştırdım
yalnızlığıma
yarına hazırladım kendimi
yan yana koydum çıplaklığımla
yalnız
yanlarımı
gecelerime bir an bile ulaşmadı
hep bir ağızdan söylenen o şarkılar
yalnız seni
doğru olsa da
yalnız seni sevemedim bir türlü
gözlerim dünü ağladı
üst üste koydum
ezildim yanlışların kara ezgisinde
gel bana
yarına dün kala
oraya gel
yanlışlarla doğruların
yalnızlığımla bizli sevdaların
buluştuğu zamana
ne olur
gecenin saçlarına
ne olur dokunmama izin ver
ve iste o zaman sevdiğim
çekip git sevdalına



Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"



Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...