2/26/2008

Ressam Gülhan'la Söyleşi




Geçtiğimiz yılın Ekim ayında Ressam Gülhan ile sanatı, sanat anlayışı, kızı ve daha birçok konuda sohbet ettim. Bu keyifli sohbete sizleride bekliyoruz efendim.Buyurun livane sohbetlerimiz devam ediyor...


Kürşat Ural:Klasik olacak ancak ilk olarak resim çalışmalarınıza ne zaman başladınız? Bizi biraz bilgilendirir misiniz siz ve sanatınız hakkında? Çalışmalarınızı hangi sanat alanında tanımlıyor ve adlandırıyorsunuz? Heykel, resim, plastik sanatlar…

Gülhan: Klasik bir cevap olacak. Çocukluk zamanlarımdaydı. Kendimdeki yeteneği keşfedişimin yaşını hatırlamıyorum ama okul öncesiydi, çöpten adamlar çizdiğimiz dönemdi, arkadaşlarım boyun yapamıyorlardı çöpten adamlara. Ben çöpten adamlarıma boyun yapıyordum, omuz yapıyordum ve kendimle gurur duyuyordum, bunu çok iyi hatırlıyorum.



İlk sergilenen resmim ise ilkokula başladığım ilk gün kitap okuyan bir kız çizmiştim ve hemen panoya asılmıştı, bütün okul da gelip resme bakıp konuşmuşlardı. O gün resmimin gördüğü ilgiden aldığım keyfi unutamam. Resmimi kitleye sunma ve paylaşma isteğinin temelinde bunun yattığını düşünüyorum, dışavurumcu kişiliğim de buradan geliyor sanırım.

Tuval üzerinde ilk yağlıboya çalışmam; Bolu Kız Öğretmen Lisesinde 1981’de canlı modelden yaptığım bir portreydi. İkindi vaktinin belli bir saatinde aynı sıranın üzerine oturtarak modelimi alırdım karşıma ve çalışırdım. O portreyi yapış amacım yani derdim kızın gözlerindeki ışığı yakalamaktı.

Ciddi anlamda çalışmalarım başlangıcı ise; 1991 yılında o zamanki HIBIR dergisi sahibi ve çizeri Ergün Gündüz’ün siyah beyaz yağlıboya portresini yapmıştım. Onun yönlendirmeleri önemli basamaktır benim için, Ergün Gündüz profesyonel anlamda bir yola teşvik etti beni, hayatımda resmin çok önemli olduğunu fark ettim ve çalışmalarım daha ciddi olarak gelişti. 1991’de Sakarya Güzel Sanatlar Galerisi atölyesinde resim derslerine katıldım. Bu dönem resimlerim daha çok bilinçaltı resimlerdi, sürrealizm ve sembolizm etkileri sürüyordu.



Şu anki Resmim hakkında bilgilendirmek adına söyleyeceklerim ise; Akrilik temelli karışık teknik çalışıyorum. Bakır üzerine asitle çalışıyorum. Pek çok malzemeyi kullanıyorum. Estetikle dokunulan malzemenin sanatsal değerlere sahip olabileceğini düşünüyorum. Işık önemli resimlerimde, her resmim mutlaka bir anlam taşır çıkış noktasında mutlaka bir düşünce vardır. Sonuçta resmim için söyleyeceğim beynimle üretip ellerimle şekillendirip ruhumla estetik katarım.

Çalışmalarımda heykele kaçış isteği olsa da renkten vazgeçemeyeceğimi anladığım için resim yapmaya devam edeceğim yani çalışmalarım plastik sanatlar alanında sürecek.


K.U:Çalışmalarınızı yaparken, daha doğrusu çalışma atölyenize girdiğinizde önceden planlar mısınız ne üzerine çalışacaksınız yoksa kendiliğinden ya da doğaçlama bir şekilde mi gelişir ortaya çıkaracağınız eser?

G: Resmimde tesadüfleri istemem, kendi bilinçaltımın oluşturduğu resimlerden dahi hoşlanmam, kontrolün daima kendimde olmasını isterim. Dışarıda pek çok şeyi kontrol edemeyiz ama resmimde her şey benimdir.
Bu nedenle resmim önce beynimde oluşur, üzerinde uzun süre düşünürüm oluşum tamamlandığında ona uygun tuval ve malzemeyi hazırlarım, gerisi daha çok bir işçilik ve boyacılık gibi gelir bana. Bazı oluşumlar gerçekle örtüşmekte problem yaşar; görsel-gerçek dünyaya uyum sağlamaları için o tür resimler üzerinde uzun süre çalışırım.


Ama resimleri hiçbir zaman oldu bittiye getirmem, her şeyi hazır da olsa sabırla uzun süreye yayarak resmi bitiririm. Bitirdiğim resimleri kapatmam, kolay kolay üzerlerinde tekrar çalışmam, doğrum da benimdir yanlışım da.

K.U:Sanat hayatınızda sizi en çok etkileyen sergi ya da etkinliğiniz hangisi olmuştur?

G: İzmir Resim Heykel Müzesinde 2005 yılındaki sergimde; Paradokslar ve Fibonacci sayıları üzerine yaptığım performans içindeki dokümanların izleyici tarafından ilgiyle, sabırla okunması ve izlenmesi amacıma ulaştığım için bana büyük bir haz vermiştir.


İstanbul Tünel’de; Tarik Zafer Tunaya Kültür Merkezi Sanat Galerisinde 18 Mart 2006’da, Çanakkale Şehitleri için yaptığım m²’ye 6 Şehit adlı sergideki düzenleme ve yerleştirdiğim performansla birlikte tüm resimlerin bütün ve tek bir resim gibi etki bırakmasını, izleyicinin salona girdiğinde kendini resmin içine hissetmesini sağlayabildiğimi düşünüyorum.

K.U:Sakarya da kendi atölyenizde çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Genelde İstanbul merkezi bilinir Kültür sanat faaliyetlerinin ve sanatçıların. Gerçi birçok sanatçı uzaklaşır büyük şehirlerin karmaşasından kalabalığından. Daha sakin olan yerlere yerleşirler. Doğaya daha yakın insana daha uzak. Sizinki de böyle bir tercih mi yoksa başka nedenler mi?

G: Ciddi anlamda çalışmalarıma Adapazarı’nda başlasam da 1993’de İzmir’e yerleşmiştim. İzmir sanat camiasının resmime çok şey kattığını söylemem lazım. Ama İzmir’de İstanbul’a çok uzak kalıyordum. Adapazarı’nda hayat daha kolay ve İstanbul’a yakın. İstanbul içinde yaşamak çok zor olsa da yinede İstanbul’u çok özlediğimden İstanbul içinde olmayı tercih ederdim. Yani doğayı değil karmaşayı istiyorum.

K.U:Şimdiye kadar birçok kişisel ya da karma sergileriniz oldu. Bunları ben biliyorum ancak bu söyleşinin daha çok sizi tanımayanların sizin hakkınızda bilgi edinmesini istediğim için bu sergilerinizden bahseder misiniz?

G: Dışavurumcu kişiliğim baskın olduğundan Resimlerimi sergilemeyi ve paylaşmayı seviyorum. İzmir, Adapazarı, Aydın, Balıkesir, İstanbul Selçuk, Kaş, Adana, Ankara şehirlerinde resimlerim sergilendi. Gelecek sergim de Kocaeli de olacak. Şu ana kadar 15 kişisel sergim oldu. 8’i yarışmalı pek çok sergiye katıldım.

K.U:Sanatçının ürününü ortaya koyduktan sonra bunu sanatsevere sunduğunda aldığı olumlu ya da olumsuz tepkiler ne kadar ilgilendirir sanatçıyı. Geri dönüşler önemlimidir sizce?



G: Akademik eğitim alamadığım için geri dönüşler benim deniz fenerlerim gibi, yolumu gösteriyorlar. Eğer yanlış yola saparsam uyarıyorlar, bu nedenle övgülerden çok eleştiriler almayı tercih ederim. Aldığım eleştiri ve övgüleri kendi mantığımla birleştirip yoluma devam ederim.

K.U:Sizin bir kızınız var. Hep sorarlar ya bende soracağım. Onunda sizinle aynı sanatla uğraşması konusunda çabalarınız oldu mu? Yönlendirme gibi.

G:17 yaşında bir kızım var. Yeteneklerini keşfedip yönlendirmeye çalıştık, Bale yaptı çocukluğunda hatta konservatuarda bale ve müzik bölümlerinde .
okudu. Ama sonra istemedi. Resmi iyi olmasına rağmen resme pek yönelmedi bende zorlamadım. Ama şu an yine sanat alanına döndü, üniversite eğitimini görsel iletişim tasarım alanından seçti ve Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarım bölümünde öğrenci


K.U:Sanatçı ve toplum arasındaki ilişki sizin ve sosyal çevrenizi göz önüne alarak öğrenmek istiyorum nasıl olmalı? Sosyal çevre sanatsal üretimlere güç mü verir? Yoksa o yedek güç olmadan da kişi kendi iç dünyasının gücüyle, varsayımlarıyla da dünyanın yaratılmamış eserlerini ortaya koyabilir mi?

G: Toplum içinde izleyici konumunda olmak hoşuma gidiyor, kalabalıklar içinde yalnız olmayı severim özellikle. Toplum oldukça besleyicidir, ben doğadan değil de toplumdan, insandan, özellikle insan zekasından beslenip oradan malzemeler toplarım. Garip bakışlara tepkilere alışkınım ama resimlerimin oluşumunda çevreyi incelemek, malzeme toplamak ve resmimi yapabilmek için bana dokunmamalarını beni özgür bırakmalarını istiyorum çevremden.



K.U:Sanatınızla, şiiri, edebiyatı ya da şöyle sorayım sözcükleri daha doğru olur renk ahengiyle düşündüğünüz oldu mu hiç? Eserlerinizin bir anlatım ifadesi elbette üzerindeki renkler de, kullandığınız şekil verdiğiniz doğal madeni işleyişinizde var. Ancak onu anlatmaya sözcüklerin yardımına ihtiyaç duyduğunuzda şiir devreye girebilir mi? Bir kaç dize, ya da sözcük diyelim.

G: Uzun süre yazdım aslında edebiyat hep önemli olmuştur yaşamımda. Özellikle edebiyattaki sembolizm akımı ilk dönem resmimde etkilidir. Mesela Behçet Necatigil şiirleri bana inanılmaz derecede ilham verir, başka şiirlerde etkilemiştir; 3.şahsın şiirinin resmini yapmışımdır yıllar önce.

Müzikte de Mahler aynı şekilde ilham verir bana. Bach’ın müziğinin resimlerini daha fazla yapsam da Mahler çok daha farklı etkiler yaratı dünyamı. Nasıl anlatılır bilmiyorum ama onların şiirini okurken, müziğini dinlerken imgeler oluşuveriyor gözlerimin önünde gözlerim açıkken, bir anda cisimleniveriyorlar sanki.



Benim dünyam renklerden oluşmuş sözcüklerden değil. Şiir hiç yazmadım yazmayı da düşünmüyorum. Ama resmimi anlatırken düz metinler şiirsel bir dilde olur bazen.

Teşekkürler.

Gülhanın çalışmalarına aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz:

http://www.gulhan.net

Ekim 2007
Kürşat Ural
Livane Kültür

2/21/2008

İstanbul Ressamı Serdar Samancıoğlu İle Söyleşi



Ressam ağabeyim diyeceğim, çünkü kendisiyle yeni tanışmama rağmen kısa zamanda çok sağlam bir ağabey-kardeş ilişkisi kurduk karşılıklı. Onun samimiyetine, insancıllığına inancımla yapmış olduğumuz keyifli sohbete davet ediyorum sizleri.





Kürşat Ural-
Resim çalışmalarınıza ne zaman başladınız? Bizi biraz bilgilendirir misiniz siz ve sanatınız hakkında?

Serdar Samancıoğlu-Resim yeteneğimi 9 yaşlarında keşfettim.12 yaşlarımda yöremde film resimli büyük bez afişleri ve tabela, reklam, grafik işleri yapan bir ustanın resim çalışmalarından çok etkilenerek kopya resim yapmaya başladım. Daha sonraki yıllarda sürekli tabiattan desenler figürler portreler yapmaya çalışarak, özgün resim yapma yolunda ilerledim. Maalesef ki bu yolda bir hoca veya ustayla çalışma ve ondan feyiz alma şansım olmadı.



K.U. Sanat hayatınızda sizi en çok etkileyen sergi ya da etkinliğiniz hangisi olmuştur?

S.S.1985 yılında ilk kişisel sergimi,Eminönü belediyesinin etkinliği dahilinde davet üzerine Sultanahmet meydanında bir açık hava sergisi açmıştım.Şimdi rahmetli olan dostum T.T.O.K başkanı Çelik Gülersoy Sergimi ziyaret etmiş ve bu sergiyi burada açmamı nüzul olarak değerlendirmişti..Bu olayda beni çok etkilemiştir.



K.U. İstanbul da kendi atölyenizde çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Atölye bir sanatçı için nasıl bir yerdir. Özellikle ressam için Atölye ne anlam taşır bize bahseder misiniz?



S.S.Atölye benim için yapıtlarıma konsantre olabileceğim bir sığınak hatta bir mabet niteliğini taşır.



K.U. Şimdiye kadar birçok kişisel ya da karma sergileriniz oldu. Bunları ben biliyorum ancak bu söyleşinin daha çok sizi tanımayanların sizin hakkınızda bilgi edinmesini istediğim için bu sergilerinizden bahseder misiniz?

S.S.Bugüne kadar sanırım 15,16 kişisel sergi açtım ve birçok karma sergiye katıldım. Bu sergilerimi ziyaret eden toplumun değişik kesimlerinden, değerli insanlardan genellikle olumlu eleştiriler aldım. Son sergilerim genelde Retrospektif özelliğini almaya başladı çünkü seksenli ve doksanlı yıllarda yaptığım resimlerimi şimdilerde sergilemem söz konusu oluyor...



K.U.Resimlerinizde çoğunlukla İstanbul var. Hani denir ya edebiyatçılar arasında İstanbul şairi diye. Size de İstanbul ressamı diyebilir miyiz?

S.S.Genç yaşlarda duyduğum bir düşünürün (belli sınırlar içinde kalan başarıya ulaşır)sözü beni çok etkilemiştir. Bende bilhassa seksenli yıllardan itibaren daha hızlı değişen yitip giden yanan yıkılan ve çehresi değişen İstanbul’un bir görev bilinciyle mimari tarihi doğal ve kültürel dokusunu tuallere aktarmaya başladım. Ve genelde bugüne kadar bununla sınırlı kaldım.




K.U.Sizi İstanbul’u resimlemeye iten İstanbul’un gizli yüzümü yoksa gerçek yüzümü?

İstanbul da isimli şiirimde “Yalnızlığın içinde İstanbul” dizem aklıma geldi. Artık ülke nüfusuna sahip bir şehrin kalabalığı içindeki kendi yalnızlığımız mı sizi çeken. Yoksa İstanbul’un sizde farklı bir anlamı mı var?

S.S.Sanırım gizli yüzünü objektif değerlerle vermek oldukça güç ancak farklı soyutlarla denenmesi gerektiğine inanıyorum. Beni çeken gizemli sükunetin ve gizemli saadetin var olduğuna inandığım ve yalnızlığımızı paylaştığım köşeleriyle İstanbul.

K.U.Sanatçı ve toplum arasındaki ilişki sizin ve sosyal çevrenizi göz önüne alarak öğrenmek istiyorum nasıl olmalı?

S.S.Bana göre sanatçı toplumdan kopuk olmamalı. Sanatçı bir ağacın kuvvetli bir dalına tırmandığında bir elini aşağıya uzatıp diğer elleri kavrayıp onları yanı başına çekebilmelidir.



K.U.Sosyal çevreniz sizin resimlerinize güç verdi mi? Dünyanın bütün keşfedilmiş ya da keşfedilmemiş renklerini ortaya koyarak dünyanın yaratılmamış eserlerini yaratabilir mi bir ressam?


S.S.Tek kelimeyle "kısmen" diyebilirim. Akademik çalışmalarımın amacıda o zaten.

K.U.Sanatınızla, şiiri, edebiyatı ya da şöyle sorayım sözcükleri daha doğru olur renk ahengiyle düşündüğünüz oldu mu hiç? Bu soruyu başka bir ressam kişiye de sormuştum. Size de sormak istiyorum. Çünkü sizin sanatın birçok alanıyla özellikle şiirle ilgilendiğinizi biliyorum. Eserlerinizin bir anlatım ifadesi elbette üzerindeki renkler de. Ancak onu anlatmaya sözcüklerin yardımına ihtiyaç duyduğunuzda şiir devreye girebilir mi? Bir kaç dize, ya da sözcük diyelim.

S.S.Her ne kadar resmin dili evrensel olup, edebiyatla anlatılmaya gerek duyulmayacağı düşünülse de sanat tarihine mal olmuş sayısız yapıt edebi anlatıma dayandırılmıştır.(bu bir paradokstur)zaten güzel sanatların dört ana biliminin birbirleriyle çok sıkı ve kopmaz bağları vardır. Dolayısıyla bir bakıma sözcüklerin bittiği yerde resim resmin durduğu yerde edebiyat yani sözcükler başlayabilir. Dolayısıyla her resim bir şiir her şiirde bir resim olmalıdır.



Özellikle ben çok iyi şiir okuduğunuzu biliyorum. Sesinizin o güzel ahengiyle okurlarımızın sizden şiir dinlemeleri için bir sürprizimiz olacak.

Teşekkürler.


İSTANBULA DAİR


Mavi rüyalarımda ulu kubbeler
Kubbelerin altında
Hayali ömre bedel
Mor tepeler
Bulutlara kucak açmış
Ak minareler
Asırlık çınarların gözyaşlarıyla
Seyrelmede yeşillikler
Ahşabın mimarisinde hüzün
Meydanları dolduran
Dev gövdelerinde
Milyon dolarlar barındıran
Betonarme gökdelenler
Ağlama mavi gözlüm
Sevdanı zulme çevirenlere
Yosun kokulu
Bahar esintilerinle cevap ver
Çocuksu gözlerle gördüğüm
Kar taneciklerinde izini sürdüğüm
İSTANBULUM
BAHAR GÜLÜM
YÜREĞİMDEKİ SÜRGÜN!...

Serdar SAMANCIOĞLU

http://www.youtube.com/results?search_query=serdar+samancioglu&search_type=

Yukarıdaki adresten, Nazım Hikmetin şiirlerini ressam ağabeyim Serdar Samancıoğlu'nun sesinden dinleyebilir ve izleyebilirsiniz.

2/14/2008

Bugün Sevgililer günü. Bol Bol Harcayın.



Bu özel günler de olmasa vah halimize! Özellikle bireysel tüketimin yoğun olduğu piyasalar canlanmayacak, küçük ve orta ölçekli şirketler ya da esnaflar bu günlerde siftah yapamadan kapattıkları günlere inat yüzleri gülecek, onlarla birlikte sevgililerinde. Sakın yanlış anlamayın lütfen. Buradan az da olsa ekonomi okumuşluğumla size ekonomik analizler yapmayacağım. Gazetelerden okuyorsunuz zaten değerli ekonomistlerin ve hocalarımızın yorumlarını.

Diyeceğim şudur. Çok basit. Sevgilinize bu özel günde bir gül alacaksınız.

Gittiniz çiçekçiye:

--İki gül alacağım ne kadar?

--20 lira

--Yapma ya. Daha bir hafta önce almıştım tanesi 5 liraya.

--Bugün sevgililer günü beyefendi. Bugün böyle.

Düşünün siz iki tane alıyorsunuz. Birde onlarca alanlar var sevgilisine. Gerçi onlara toplu aldıklarından çiçekçimiz indirim yapar herhalde.

Sadece gülle kurtulamazsınız. Güzel bir yerde akşam yemeği rezervasyonu. Ufak bir hediye.

Alışveriş merkezleri, mağazalar, eğlence yerleri. Hareketli günlerinden birini daha yaşayacaklar.

Diyeceksiniz ki sana ne kardeşim. Param var alırım. Özel günlerde de alırım diğer günlerde de. Elbette alırsınız. Ona bir şey diyeceğim yok zaten.

Ama ben artık şuna inanıyorum. Hayat arkadaşımız olsun, sevgilimiz ya da başka. Dışarıdan dayatılan özel günler değil de bırakın bizim belirlediğimiz özel günler olsun.

Evlilik, tanışma, doğum günü v.s. Aslında bunlarında sevgililer günü gibi çok farkı yok diğerlerinden.Ama en azından dışarıdan dayatılmıyor en azından.

Sizi bilmem ama ben ilk defa solgun bakışlı ürkekliğime bugün gül almayacağım. Birlikte kararlaştırdık zaten. Bize ait özel günlerimiz var o günler geldiğinde biz kutlamamızı yapıyoruz zaten.

Size tavsiye edemem. Bir düşünün diyebilirim sadece.

2/13/2008

Sevmek Seni

Sevmek seni
iki ayrı yamaçta
açan çiçekler gibi uzaktan
rüzgar savursa bile bakışını
benden
ben savurmayacağım
direneceğim rüzgara
gövdem kopana dek
sana dönük olacak
başım
rüzgar koparsa kökümü topraktan
karşı ki yamaca savursa
senin yanına
belki anlarsın beni
bakarsın yüzüme
ama iş işten geçtiğinde


1991-İstanbul

Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

2/06/2008

Toplu Ulaşım mı?Yoksa Toplu Çile mi?

Özellikle sabah saatlerinde otobüs çilesine çare olur diye İETT'ye yazılmış bir başvuru süreci aşağıdaki gibidir.
Hala aynı çile devam etmektedir.Özellikle sabah mesai öncesi saatlerinde itiş tıkış otobüslerde.Tartışmalar,kavgalarda sabah sabah bize iş öncesi kahvaltı sonrası stres hediyesi.


İsim:
Kürşat Ural

Başvuru Tarihi:
2007-10-09 09:26:25

Mesajınız:

Daha önce görüş öneriler bölümüne yazmama rağmen cevap gelmemiştir. Kurtuluş-Eminönü,Kurtuluş-Yenikapı hatlarınızda özellikle sabah 08.00-09.00 saatleri arasında pangaltıya kadar müthiş derecede yoğunluk oluyor.Bu yoğunlukta işe giden insanlar arasında tartışmalara yol açıyor.Özellikle bu sabah saatlerinde servis kalkış saatlerini daha kısa yapıp ek otobüs koyamazmısınız? Ben Kurtuluşta ikamet eden biri olarak özellikle bu yıl semt nufusunun arttığını gözlemledim. Örneğin mesai sonunda beklediğim elmadağ durağında yarım saat içinde Gayrettepe,Ortaköy,Okmeydanı ve diğer hatların 2'şer 3'er adet geçmesine rağmen Kurtuluş otobüslerinden bir otobüs geçiyor. Bu konu üzerine eğileceğinizi umuyorum,iyi çalışmalar diliyorum. Saygılarımla

Durum:

İdaremize 2007-10-09 09:26:25 tarihinde yapmş olduğunuz iletiye 2007-10-30 09:43:54 tarihinde cevap verilmiş olup, adresinize ePosta gönderilmiştir. İletinize verilen cevabımız aşağıdadır.

Cevabımız:

2007-10-30 09:43:54 tarihinde

Kurtuluş semtimizde araç sorunu olduğunu düşünmüyoruz.Çünkü 70KE ve 70KY hatlarında toplam 22 otobüs ortalama 8 dakika aralıklarla hizmet yapmakta olup, bu sayıda ve bu sefer aralığında hizmet veren otobüs diğer semtlerimizde bulunmamaktadır. Otobüs sayısı semt sakinlerinin ihtiyacını karşılayacak sayıda olduğundan telep uygun görülmemiştir.

2/05/2008

Benim Babaannem Yazma Takardı Başına





Geçtiğimiz yıl 8 Mart Kadınlar gününde toprağa verdiğimiz rahmetli babaannem; yıllarını köyde geçirmiş, çağdaş ve ilerici düşünen bir ailede herkesin hürmetle saygı ve sevgi gösterdiği başörtülü Türkiye Cumhuriyeti kadınıydı.

Hepimizin bir babaannesi var. “Benimde sizin babaanneniz gibi bir babaannem var” dediğinizi duyar gibiyim.

Niye anlattım bunu. Gündemimizi çokça meşgul eden türban meselesi yüzünden.

Aslında çoğumuzun dillendirdiği farklı bir yönden değerlendireceğim kısaca bu konuyu.

Babaannem, dediğim gibi yıllarını köyde geçirmiş bir kadındı. Ben onu çocukluğumda da sonrada başında ya ince şeffaf yazma ya da yöresel eşarbıyla hatırlamışımdır hep. Geleneksel yöre kumaşından yapılan başörtüler. Anadolu’nun birçok yöresinde kullanılanlardan. Hepimiz biliriz.

Öldüğünde de başında o işlemeli ince yazması vardı.

Çok uzatmayacağım. Şimdi turban konusu ile ilgili anayasa maddesi değişikliği gündemde. Çok detaya girmeden soracağım size.

Son yirmi yıldır gelişerek büyüyen türban şeklinde örtünme günümüzde bir siyasi partinin hükümet de olması sebebiyle daha da tartışma konusu, hatta toplumu farklı gruplara bölünme noktasına getirdi.

Üniversitelerde kılık kıyafetle ilgili yasa değişikliği olduktan sonra eminim ki farklı ve zor bir sürece girilecektir. Bundan şüphemiz olmasa gerek.

Geleneksel ve yöresel örtünen babaannelerimizin, annelerimizin örtünme şeklini farklılaştıran günümüz örtünme şeklini ben Anadolu coğrafyamıza uygun bulmuyorum. Eğer bu coğrafyada yaşıyor ve yaşam biçimimiz, kültürümüz bu coğrafyada şekilleniyorsa ben bu değişime hayır diyorum.

Kadınımızın örtünme şeklinin de biraz önce anlattığım gibi babaannelerimizin, annelerimizin geleneksel örtünme şekli gibi olması gerektiğini düşünüyorum.

Peki ya siz?

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...