8/29/2008

Doy doyabildiğin kadar 250 Liraya.

250 Ytl’ye gel de doyur karnını.

Parkta adam eğilerek ellerini başının arasına koymuş sesli sesli konuşuyor:

—İki çocuk ve bir eş. Ben çalışıyorum. Eşim ev hanımı. Günde bırakın 3 öğünü tek öğün oda akşamları yiyoruz valla. Onun bile aylık masrafı bu miktarı iki misli geçiyor. Kardeşim bu tuik denen kurumda çalışanlar hangi ülkeye göre hesaplama yapıyorlar aklım almıyor. Benim küçük kıza sorsanız o bile bu parayla dört kişilik ailenin karnını doyuramayacağını bilir.

Gözüm gazeteye ilişince anladım. Belli ki adam yanındaki gazeteyi okumuş sonrada kendi kendine konuşuyor.

Yanına oturduğumda bana dönüyor:

—Beyefendi sakın yanlış anlamayın kafayı falan üşütmedim ben. Sesli düşünmeyi öğrendim bu hükümet zamanında. Bizim kurumda bir dizi konferans veriyorlar kişisel gelişimle ilgili. Bende bu açık havada pratik yapıyorum gördüğünüz üzere.

Ama bu yöneticilerimiz artık bizim kafayı yememize yardımcı olmak için ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Hiç akıl mantık var mı bu işte? Ben memurum. Öğlen arası aldım simidimi çayla birlikte yiyorum burada. Gazete ve televizyonlarda ki haberleri takip ediyorsundur. Ne demeli bu adamlara bilmiyorum ki?

Susuyor adama bakıyorum.

Sonra devam ediyor konuşmaya:

—Birde sadaka veriyorlar sanki. Şu zamma bak hele. Neymiş enflasyon hedefimiz o.Ondan fazlası olmaz. Yahu sen gel insanınla çık bakalım çarşı pazara fiyat pahalılığı neymiş gel de gör. Yok artık. Galiba bu iş yürümeyecek böyle. Ben Bakırköy’e Hanım ve çocuklarda doğru memlekete.

Güldüm ama adama belli etmedim tabi.

Sonra düşündüm kendimi. Senin ne farkın var ki. Gülüyorsun ağlanacak haline. Dön ve bak kendine. Sen çok farklısın sanki. Ha sende sadece olmayan çocuk. Yani iki kişilik bir ailesin ve zor geçiniyor, kıt kanaat ay sonunu getiriyorsun.

Sonra döndüm adama:

—Ancak bu insanların tercihi. İnsanımızın tercihi daha doğrusu. Seninde, benimde. Ne ekersen onu biçersin. Çok da uymadı ama öyle bir şey bizim halimiz.

Kalktım adamın yanından eve doğru yürümeye başladım.

8/27/2008

Medyaya Güveniyor muyuz?







Medyaya güveniyor muyuz?

Günümüz medya tekelleşmesinde böyle bir soru sorulur mu demeyin? Sordum bile.

Gazeteler. Gazetelerin çoğunluğunun tekelden çıkması acaba sorusunu akıllara getirmiyor mu? Sabah işyerinizde, yolda cafede, evinizde elinize aldığınız gazetenin manşetinden içeriğine kadar yer alan haberler bize haberi ulaştırırken azıcıkta olsun bir mesajla mı geliyor yoksa tamamen ideolojik bir bombardımanla mı dolduruyor beyinlerimizi?

En çok televizyon izleyen millet olarak televizyonlar mesela. Haberlerinden, yarışma ve dizilerine, magazin programlarına kadar ne katkıda bulunuyor bize hiç düşündünüz mü?

Elbette bunu sorgulamışsınızdır çoğu kez. Televizyonlarımızda aynı gazete ve diğer yayın organlarının tekelleşmesi gibi benzer yolda değil mi?

Bütün medya çalışanlarını bu sorgulama sürecinden ayrı tutarak sormak isterim çünkü onlar işlerini yapıyor, ekmeklerini kazanıyorlar.

Medyaya güveniyor musunuz?

İzlediğiniz televizyonun, okuduğunuz gazetenin objektif, tarafsız ve bağımsız yayıncılık yaptığını düşünüyor musunuz?

Tirajı ve izlenme oranları düşük olan gazete ve televizyonlara bakalım.

Yüz bin Tirajının altındaki gazeteleri aklıma geldiğince sıralayacağım: Birgün, Evrensel, Taraf, Cumhuriyet, Radikal, Vakit, Milli Gazete, Referans…

Televizyonlarda ise izlenme payları düşük olan kanallar: Ntv, CnnTürk, Flash Tv, Fox, Stv, Kanal 7…

Peki, Tirajı ve izlenme oranları düşük olan gazete ve televizyonlar kötü yayıncılık yapıyor da, Tirajı ve izlenme payı yüksek olan gazete ve televizyonlar iyi, doğru, tarafsız mı yayıncılık yapıyorlar? Asla. Bunu söyleyemeyiz.

Ancak bir gerçek var ki oda şudur.

Kültür, sanat, ekonomi, siyaset ve bu gibi konularda milletçe hep dem vururken, bu alanlarla ilgili programlara reyting vermeyen yine bizler değil miyiz?

Gerektiğinde eleştiri ve sorgulama mekanizmalarımızı çok iyi işletirken bunu okuduğumuz gazetelere yönelik ne kadar yapabiliyoruz? Genel olarak medyaya diyelim.

Şu bir gerçek ki medyaya güveniyor musunuz sorusuna cevapların büyük çoğunluğu hayır güvenmiyorum diye olacağını tahmin ediyorum.

Akside olabilir tabii.

Ancak şunu çok iyi analiz edelim derim. Medyaya güvensek de güvenmesek de o hızla yoluna devam ediyor. Ediyor etmesine ancak bizlerde azda olsa haberin, yayıncılığın bağımsızlığına, tarafsızlığına azıcık da olsa göz yummadan düşünelim derim.

8/11/2008

Savaşın Suçlusu Kim?





Savaşın suçlusu kim?

Sınır komşumuz, Livane’ye yakın Gürcistan’ın Osetya bölgesinden kan akıyor. Güçlerin yeni bir savaş senaryosunu izlerken yine şiddet acıları çoğaltıyor, yüreklerimizi dağlıyor.

Kimse bu savaşa duyarsız kalamaz. Ekonomik çıkar kavgaların anlamsız sonucunu yine sivil insanlar canlarını kaybederek yaşıyor.

Savaş filmlerinde beyaz perdede izlediğimiz güçler savaşının benzeri, gerçek hayatta yapabilecekleri dehşet senaryolarıyla gözler önüne seriliyor.

Liderler açıklamalar yapıyor, insanlar ise canlarını kaybediyor, gözyaşı dökerek yıllardır yaşadıkları yuvalarını terk ediyorlar gözümüzün önünde.

Herkes “savaş durdurulsun” diyor.

Sadece şunu söyleyeceğim. Kendinize şunu sordunuz mu hiç?

Dünyada affedilmeyecek bir suç var mıdır?

Belki vereceğim cevap şaşırtıcı ve hukuk açısından kabul edilecek bir yönü olmayabilir.

Ancak cevabım şudur:

Affedilmeyecek suç “savaş suçudur”

Yargılanması devam eden her sanık, isnat edilen suç ispat edilene kadar suçsuzdur.

Bu cümleye göre savaş suçunun da bağımsız mahkemelerce ispat edilmesi kesinlikle şarttır.

Hitler, intihar etmeseydi yargılanıp acaba nasıl bir ceza alırdı?

Stalin, zehirlenerek öldürülmeseydi uyguladığı politikalar sonucu yargılanır mıydı acaba?

Sırp kasabı diya söylenen Karadziç, ne ceza alacak?

Ceza her ne olursa olsun ben şunu sorgulamak istiyorum. İnsanlar hayatını etkileyecek kararlar veren liderler bunları savaşlarda hayata geçirdiklerinde ve sonrasında iç evrenlerindeki vicdan savaşlarını nasıl sonuçlandırıyorlar.

İnsan hangi karakterde olursa olsun iç evreninde bir parçada olsa insancıl bir yön vardır.

Savaş suçlusu, ya da tarihte savaşan ülke liderleri bu sorgularını nasıl yaparlar? Hangi ruh halinde olurlar.

Buna yönelik birçok film çekildi. Bu liderlerin hayatları, iç dünyaları ve psikolojileri üzerine senaryolar işlendi. Belgesel filmler yapıldı.

Peki, suçlu kimdi?

8/01/2008

Akp Kapatılmadı.





Bu oylamada matematiksel olarak sayılar nasılda önem kazandı?

Evet oyları 6 değil 7 olsaydı Adalet ve Kalkınma Partisi kapanıyordu.

Bülent Ecevit hükümeti döneminde Anayasada yapılan değişiklikle önceden 6 oy yeterli iken, değişiklikle bu 7 oya çıkartılmıştı. İlginç bir durum.

Demek ki bu Anayasa değişikliği olmasa Türkiye yeni bir dönemece daha giriyordu.Yine demokrasi arenasında sınıfta kalıyordu.Ama olmadı.Türkiye sınıfı geçti.

Akp kapatılmadı.Bu sonuç elbette birçoğumuzu en azından psikolojik boyutta birçok neden-sonuç sorgulamalarımızı daha da derinleştirdi sanırım.

Benim bu yönde sorgularım çoğaldı.Bu karar demokrasimizin bir zaferi mi?

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde parti kapatılmasına karşıyım elbette. Birçoğumuzda buna karşı.

Ancak burada önemli olan kararın detayları. 6 kapatılsın, 4 hazine yardımından mahrum bırakılsın, 1 red oyu kullanıldı.

Ne demek oluyor bu?Kapatılmadı ama Akp uyarıldı mı? Bir partinin hazine yardımından mahrum bırakılması ne demek? Bunu hukukçulara bırakıyorum. Bilgim olmayan konuda fikir yürütmem yanlış olur.

Sadece değinmek istediğim nokta kapatılma kararının pamuk ipliği kadar hassas bir dönemeçten geçerek bu sonuca çıkması.

Hepimize hayırlı olur umarım bu tarihi karar.

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...