Showing posts with label Tiyatro. Show all posts
Showing posts with label Tiyatro. Show all posts

12/29/2013

Son ve Tek Fotoğraf


Babaanneme…
O benim kelimeleri sıralamamda ki tek sebep
hatta yaşamamda ki
uzun zamandır yazmayı düşünüp de
her seferinde yapamadığım
vazgeçtiğim hep
babaannem

ölümün rengi onunla siyaha büründü geçen kış
hiç aklından geçirmediği ölüme inat
köye dönüp toprağa hasret elini
değdiğinde ki heyecan
o son fotoğraf karesindeki
bakışları
babaannem sana bir can borçluyum
anlaması zor ama anlatmak çok kolay kendime

deneyeceğim bundan sonra

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan Aktemur hocanın ödevidir.



SAHNE I

(Köy, sabah saatleri, bir ev)

NACİYE(Uyanır)-Hüseyin! Kalk çabuk, Tokat’a gidiyorsun. Benim yavrum oralarda hasta. İlk arabayla git ve getir yavrumu.

HÜSEYİN(Uyanır. Gözlerini ovuşturur.)-Hanım ne diyorsun yahu! Ne çocuğu, ne hastası? İyi misin sen?

NACİYE-İyiyim. İyiyim. Ama yüreğim sızlıyor. Rüyamda yavrum yabancı ellerde ve yatak döşek hastaydı. Çabuk yola düş. Getir yavrumu.

HÜSEYİN-Bir rüya ile yollara mı düşülür hanım? Muhtardan bir telefon etseydik Nazmiyelere. Çocuğun durumunu öğrenip öyle yola çıksaydım.

NACİYE(Bağırır)-Olmaz! Hüseyin. Benim yavrucağım hastadır. Çabuk yola koyul ve getir buraya. Yoksa ölecek.

(Hüseyin kalkar, üstünü giyer ve kasabaya yola koyulur)

SAHNE II

(Hüseyin kucağında torunu ile eve girer. Naciye ocakta ekmek pişirmektedir.)

NACİYE-(Hüseyin’in kucağında Kenan’ı görür).Yavrum. Kenan’ım. Allah’ıma şükürler olsun ki kavuşturdu seni bana. Ver hele Kenan’ımı. Doya doya sarılayım.

HUSEYİN-Hanım gerçekten rüyan doğru çıktı valla. Gittiğimde Kenan çok hastaydı. Nazmiye’ye de kızdım. Bir çocuğa bakamadılar diye. Fazla oturmadım bavulunu hazırlattım ve yola çıktık. Çocuk ciğerlerini öyle üşütmüş ki yolda sürekli öksürdü yavrucak. İçim parçalandı ya gelene dek.

NACİYE-Dedesi şimdi ben yavruma hazırladığım ilaçları verdim mi bir haftada ayaklanıp koşturacak evin her tarafında, bahçede, bayırda. Yavrum benim Kenan’ım benim. Seni hastamı etmişler oralarda. Dayanamam ben. Oh Allah’ıma bin şükürler olsun hemi!

(Kenan iyileşir, ilkokula başlar. O yaz annesi, diğer dedesi ve dayısı köye gelirler.)

NACİYE-Hüseyin! Gel hele gelinim, kardeşi ve babası geldiler. Bırak işleri de gel hele.

HUSEYİN-Geldim, geldim.

NACİYE(Gelinine sarılır)-Hoş geldin yavrum. Sizde hoş geldiniz Turgut bey. Sacid sende evladım hoş geldin.

SEVİM-Hoş bulduk ana.

TURGUT-Hoş bulduk Naciye.

SACİD-Hoş bulduk.

(Hüseyin de yanlarına gelir.)

HUSEYİN-Hoş geldin Sevim.(Turgut beye ve oğluna başını sallar.)

TURGUT-Hüseyin. Gelmemizin nedenini anlamışsındır sanırım. Torunumu almaya geldim.

HÜSEYİN-Önce ayakta durmayın geçin hele şöyle bir soluklanın bi.

TURGUT-Yok yok geçmeyelim içeri. Torunumun giyeceklerini hazırlayın gidelim.

NACİYE(Turgut beyin üzerine yürür)-Turgut bey Turgut bey. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin. Ne götürmesi?

HÜSEYİN(Naciye’yi tutar)-Dur hele bir Naciye benim olduğum yerde sana laf düşer mi? Bak Turgut efendi. Evime gelmişsin gelinimle ve oğlunla. Misafirimsin. İçeri buyur ettim geçmedin. Sonra durmuşsun karşımda torunumu götürmeye geldim diyorsun.

TURGUT-Evet. Aynen öyle.

HÜSEYİN- Bak Turgut efendi. Bizden önce bu çocuğun bir anası ve babası var demi?

TURGUT-He ne olacak ki?

HÜSEYİN- Senden, benden önce ana ve babasına söz düşer. Sen geçmişsin karşıma ve torunumu götürmeye geldim diyorsun. Ayıptır ayıp.

SEVİM-Babası olacak o adamla konuşmam ben. Kenan’ımı almaya geldim kardeşim ve babamla. Sizde vereceksiniz oğlumu.

NACİYE-Kızım söyleme öyle şeyler. Daha boşanmadın kocan daha oğlum senin. Onunla halletmen gereken şeyleri kendi ailenle çözmeye çalışıyorsun. Yanlış hem de çok yanlış yaptıkların.

TURGUT(Bağırır)-Hüseyin efendi hazırlayın çocuğun ötesini berisini. Ben buradan torunumu almadan hiçbir yere gitmem.

HÜSEYİN-Turgut efendi önce konuşmasını öğren hele. Ne öyle bağırmalar. Bağırınca işini halledeceğini mi sanıyorsun sen?

(Kenan kapının eşiğinde belirir)

KENAN-Anne! Dede!

SEVİM-Yavrum.(Kenan’a sarılır.).Nasılda özlemişim seni. Canım benim.

NACİYE-Kızım elbette seni yavrundan koparacak değiliz. Ama iki yıl önce yavrunu bırakıp eğitimini tamamlamak için gittiğinde de olacakları düşünmedin mi? Oğlum, sana defalarca söyledi. Eğitimine devam etmeni hep destekledi. Ancak iki yıl erteleyebilirdin eğitimini. Kenan ellerde büyüdü yavrucak. Ana sevgisini alacağı zamanlarda başkalarını gördü çocuk. Yazık çok yazık.

TURGUT-Tabii ki eğitimini tamamlayacak kızım. Bak şimdi çok iyi bir işi var. Bunun yorumu sana mı kaldı Naciye hanım?

NACİYE-Bu çocuğu geçen bu zamanda ne aradınız nede sordunuz? Oğlumu da perişan ettiniz ailecek. Ne diyeyim ben size daha bilmiyorum ki.

HÜSEYİN- Oğlum gelecek. Dün yola çıktı. Akşama burada olur. Biraz bekleyin sizde. Gelince Sevimle konuşsunlar halletsinler aralarında Turgut efendi. Bize de onaylamak düşer sadece.

TURGUT-Olmaz öyle şey. Ben torunumu alıp gideceğim. Hadi hadi hazırlayın çocuğun bavulunu.

HÜSEYİN-Pes doğrusu Turgut efendi. Sabrımı taşırdın sonunda.(Bağırır) Otur şöyle ya. Bekleyelim Adnan’ı. Birazdan gelir havada karardı. Karı koca aralarında halletsinler diyorum sana. Laftan anlamaz mısın be adam?

TURGUT(Somurtur)Tamam peki öyle olsun bakalım.

SAHNE III

(Adnan gelir.)

ADNAN-Oooo! Kimleri görüyorum.(Kenan’a sarılır)Oğlum! Nede özlemişim ben seni. Burnumda tüttü kokun yol boyunca.

(Hepsi başını çevirmiş baba oğul sarılıp koklaşmalarını izler.)

ADNAN-Aile meclisi toplanmış demek.(Güler) Hayırdır Turgut efendi? Yolun düşer miydi benim baba ocağıma senin? He! Almışsın biricik kızını da gelmişsin. Oğlumu almaya geldin değil mi?

TURGUT-Evet.

ADNAN-Sana mı düştü oğlumu baba ocağımdan gelip almak. Şu pısırık kızının ağzı var dili yok.

SEVİM-Doğru konuş Adnan lütfen.

ADNAN-Daha nasıl konuşayım be kızım. Evlendiğimizden bu yana seninle mi evlendim yoksa ailenle mi anlayamadım valla. Beni deli ettiniz be. Sana gitme dedim Sevim. Biraz bekle dedim. Çocuk büyüsün biraz öyle gidersin dedim. Ancak kariyerim ailemden daha önemli dedin bana. Dağılırız, aile diye bir şey kalmaz ortada dedim sana. Sen mesleki kariyerini benden, şuradaki evladından daha önemli gördün. Gittin. Kenan yıllarca anne baba diyemedi. Başkaları büyüttü çocuğumuzu. Başkalarını çağırdı hep.Şimdide geçmişsin babanla karşıma oğlumu istiyorum diyorsun.

SEVİM-Evet. O benim çocuğum Adnan.

ADNAN-Olmaz. Buna izin vermem. Zaten yasal olarak ta götüremezsin Kenan’ı.Mahkeme Kenan’ı benim yanıma verdi.Sen gelip oğlunu görebilirsin sadece.

(Cebinden çıkardığı mahkeme kağıdını suratına fırlatır.)
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

10/30/2008

Nazlı Sevda*

*2 Perdelik oyun
Yazan:Kürşat Ural


KONU: Cumhuriyet.

TEMA: Bağımsızlık, özgürlük, yurtseverlik ekseninde, Cumhuriyet’imizin kuruluş değerlerinin özgün yorumları amaçlanmaktadır.

HİKÂYE: Kurtuluş savaşı gazisi Mehmet Bey, Doğu Karadeniz de Hamurlu köyünde eşi Fatma hanımla birlikte yaşamıştır. İki oğul, dört torunları olmuştur. Oğulları farklı şehirlerde yaşamaktadırlar. Mehmet Bey 1980 darbesinden sonra vefat eder. İki oğlu babalarının mevlidi için köye gelmişlerdir.

OYUN İSMİ: Nazlı Sevda

KİŞİLER:

MEHMET- 1900 doğumlu, Kurtuluş savaşı gazisi
FATMA- 1905 doğumlu, Mehmet’in eşi
CEMAL- 1905 doğumlu, Mehmet’in kardeşi
NUR-U NİSA- 1908 doğumlu, Cemal’in eşi, Paşa kızı
KEMAL- 1931 doğumlu büyük oğul, Köy Enstitüsü mezunu
YAŞAR- 1935 doğumlu, küçük oğul
HABİB- 1905 doğumlu, köyün hocası
KEMALETTİN SAMİ- Mehmet’in Kurtuluş savaşında kumandanı
HASAN- Kemal’in Köy Enstitüsünden arkadaşı
ŞAHİN- Postacı
SIRRI – Onbaşı
HİLMİ- Teğmen
AYŞE- Öğrenci
MURTAZA- Köylü
MUHTAR
GAZİ ŞEVKİ
JANDARMA I
JANDARMA II
SÜLEYMAN






PERDE I


SAHNE I

(1980 darbe sonrası Doğu Karadeniz de bir orman köyü. Postacı, Mehmet beyin evinin kapısına gelir. İçeride hocanın kuran okuduğu duyulur.)

ŞAHİN- Fatma nene!

FATMA- (Kapının eşiğinde yöresel şivesi ile ) Buyur evladım.

ŞAHİN- Fatma nene başın sağ olsun. Allah çocuklarına ömür versin.

FATMA-Sağ olasın evladım. Dostlar sağ olsun. Takdiri ilahi. Hayırdır ne vardı?

ŞAHİN- Böyle acılı bir gününde kapını çaldım. Ama herhalde pek hayır değil.

FATMA- Olur mu yavrum işini yapıyorsun sen.
Hayırdır inşallah. Ver bakayım neyin nesiymiş bu mektup?

ŞAHİN- İki mektubun var Fatma nene. Biri mahkeme celbi. Diğerinde partinin mührü var zarfta.

FATMA(Mektupların birini okur)- Ben ne diyeyim şimdi.
Mehmet’im öleli kırk gün olmuş, partinin öldüğünden hala haberi yok anlaşılan. Mahkeme kâğıdından bir şey anlamadım sen bakar mısın evladım ne olduğuna?

ŞAHİN- Bakarım tabi Fatma nene.

FATMA- Cumhuriyet bayramını kutlayan bir kart yollamışlar Mehmet’ime.
Sen söyle Şahin. Ben ne diyeyim bu adamlara?

(Şahin başını öne eğer)

FATMA- Kemal, gel oğlum gel.

KEMAL(İçeriden seslenir)- Ne oldu ana?

FATMA(Ağlar)- Gel de bak şu mektuplara Kemal. Gör memleket ne hallere geldi.

KEMAL(Kemal’de kapının eşiğine gelir)- Şahin hoş geldin.
Ama hoş bir haberle gelmedin anlaşılan.

FATMA(Dizlerinin üstüne çömelir)-Gazi Mehmet’im öleli kırk gün geçmiş. Senin arkadaşın, o aklıevvel kaza reisi olacak adam babanın Cumhuriyet bayramını kutluyor. Sütü bozuk kepaze! Birde mahkemeden mektup gelmiş anlamadım neyin nesidir?

KEMAL- Ver bakayım ana şu mektuplara.

KEMAL(Mektupları okur. Öfkeyle)- Ana ben meydana iniyorum. Gününü görecek o deyyus. Siz devam edin mevlide. Ben gece dönerim.

YAŞAR(Yanlarına gelir)- Ana hayırdır. Ağabeyim nereye gidiyor sinirli sinirli?

FATMA- Meydana iniyorum dedi ve gitti oğlum.(Mektubu uzatır)
Bak evladım bak. Sende oku da gör başımıza geleni. Bu nasıl kindir?

YAŞAR(Mektupları okur)- Anacığım bana bir şey deme valla.

FATMA(Yazması ile gözyaşını siler)- Sen ne diyorsun Yaşar’ım?

YAŞAR- Babamla her zaman ters düştüm ben biliyorsun ana. Beni babamda, ağabeyimde sürekli eleştirip suçladılar siyasi görüşümle ilgili.

FATMA- Öyle deme, baban seni çok severdi Yaşar’ım.

YAŞAR- Koskoca babamın düştüğü duruma bak hele yazık ama.
İnsan bu kadar mı ilgisiz, alakasız olur böyle emektar parti üyesine karşı. Rahat durmamış birde tarla ile ilgili dava açmış üçkâğıtçı adam.

FATMA- Bunlar hep o Süleyman’ın başının altından çıkıyor. Kasıtlı yapmıştır.

YAŞAR- Babam hem kurtuluş savaşı gazisi, hem de partisine yıllarca emek vermiş bir üyesi. Çok acı çok. Babam bunu hiç hak etmedi ana hem de hiç. Mahkeme celbine ne demeli? Tarla ile ilgili dava içinde babamın ölmesini beklemiş akbaba. Ben de iniyorum meydana ana.

FATMA- Dur Yaşar, evladım. Dur hele bir.
Ağabeyin bakar çaresine. Sen içeri geç. Bak havada kararıyor hem.
Habib hocayı yolcu edeceksin daha.

YAŞAR- Gördün mü ana?
Her zaman olduğu gibi büyük oğlun asıl işi, küçük oğlunda sıradan işleri yapıyor. Hep de böyle oldu bu evde zaten.

FATMA- Yok Yaşarım olur mu hiç?

( Mevlit biter. İçeridekiler başsağlığı dileyerek dışarı çıkarlar)

YAŞAR- Babamın yaptığını sende yaptın. Neyse.(İçerideki hocaya seslenir)
Habib hocam gidelim mi hazırsan?

HABİB- Tamam Yaşar ben hazırım evladım, gidelim haydi hava kararmadan.

FATMA- Oğlum sakın ola ki Habib hocaya yolda mektuplardan ve mahkemeden bahsetmeyesin. Tamam mı?

YAŞAR- Niye ki ana?

FATMA- Yok evladım yok. Gerginlik olmasın diye. Hemen hiddetlenme.

YAŞAR- Söyleyeyim de anlasın oğlunun bitmek tükenmek bilmeyen koltuk sevdasını. Babama olan gizliden gizliye kinini öğrensin işte. Habib hoca köyümüzün, hatta çevre köylerin en demokrat hocası olduğunu bilmez misin?

FATMA- Orası öylede boş ver sen yinede söyleme evladım.

YAŞAR- Cumhuriyetini seven, devletine sahip çıkan halkçı hocalardandır Habib hoca. Görsün, cumhuriyetin bekçisi bildiği partinin dostuna nasıl değer verdiğini. Ayrıcada oğlunun can dostu babama olan nefretini de görsün ana.

FATMA- Ah oğlum! Peki, sen bilirsin.
Gençliğinde de hep böyle kendi bildiğini okurdun sen. Mehmet’im hep içine atardı sizlerin bu deli dumrul hallerinizi.

YAŞAR- Ana tamam bak Habib hoca geliyor onun yanında da söylenme şimdi.

FATMA- Üzülürdü. Ama söylemezdi. Belli de etmezdi. Ama ben…(Habib hoca yanlarına gelir)

YAŞAR- Hocam senin o üçkâğıtçı oğlun yine yaptı yapacağını.

HABİB- Yaşar evladım ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?
Ne yapmış ki Süleyman?

YAŞAR- Postacı Şahin biraz önce cumhuriyet bayramını kutlayan tebrik kartı getirdi partiden, yanında da oğlunun açtığı davanın mahkeme celbi.

HABİB- Yaşar ne bayramı, ne tebriki evladım? Ne mahkemesi? Ne diyor oğlun böyle Fatma Hanım?

YAŞAR(Öfkelenir)- Bir parti üyelerine bu kadar mı duyarsız olur ya?
Kendi köyünden, babasının can dostuna hem de. Ardından da yememiş içmemiş planlamış gibi tarla için dava açmış birde. Yazıklar olsun valla senin şu üçkâğıtçı oğluna. Yazıklar olsun.

HABİB(Yaşarın uzattığı mektubu okur)- Yapma ya! Bu oğlan hepten sapıttı. Kemal bu yüzden mi apar topar ayrıldı evden. Umarım meydanda dalaşmazlar.

YAŞAR- Evet meydana indi. Bilmiyorum yapar mı yapar valla!

(Yaşar hocayı avluya kadar yolcu eder ve eve geri döner. Hava kararır. Salona geçer.)

YAŞAR- Ana ne yapıyorsun odada?
Ağabeyim hala gelmedi.
İster misin şimdi partide Süleyman’ı dövsün? Hem de herkesin içinde.

FATMA- Yok Kemal yapmaz öyle şey.
Doğrudur esip gürler şimdi. Allahtan arkadaşları vardır orada. Araya girerler.

YAŞAR- Umarım söylediğin gibi olmuştur ana. Ben biraz uzanacağım.

(Yaşar odaya girer uzanır divana. Annesi divanın kenarına çömelir. Sandığı açıp içindekileri karıştırır.)

YAŞAR- Ah anacığım ah! En sonunda dayanamadın açtın babamın sandığını.

FATMA- Ne yapayım oğlum kolay mı? Onca yıl geçti aradan.

YAŞAR- Çocukluğumdan hatırlarım.
Babamı, her zaman oturduğu şu köşede elinde küçük bir deftere bir şeyler karalarken görürdüm. Hiç unutmam bir keresinde tuvalete kalktığında gizlice masada bıraktığı o defterini karıştırmıştım.
El yazısı olduğu için okuyamamıştım. Çocuk aklı işte. Az daha yakalanıyordum babama.

FATMA- Görüyor musun bak! O defter işte. Evliliğimizin ilk zamanlarından beri elinden hiç düşürmediği o defter.

YAŞAR- Vay be! Bu defterin içinde kim bilir neler vardır.

(Fatma defterin kapağını açar. Biraz okuduktan sonra defteri duvara doğru fırlatır. Ağlar.)

YAŞAR- Ana! Ne oldu? Niye fırlattın o defteri şimdi?

(Yaşar, divandan doğrulur ve yerdeki defteri alır.)

YAŞAR- Anacığım ağlama ne olursun? Ah baba! Öldükten sonra da yaptın yapacağını güzel anama.

FATMA- Okudun mu Yaşar?
Benden önceki sevdalısı Canan’dan Mehmet’imde kalan yürek sızısını!
Canan! Ona yazmış bu defteri. Ona.

YAŞAR- Öyle ya. İlk yaprakta Canan’a diye yazmış.
Ama bilmez misin babamın yaşarken tek sevdalısı sendin anacığım.
Gençliğinde sevdalandığı bir kızdır işte.

FATMA- Yok oğlum yok. Öyle değil. Sen nereden bileceksin ki Canan’ı.

YAŞAR- Sen biliyor muydun Canan’ı?

FATMA- Evet. İlkokulu birlikte okuduk, aynı sınıftaydık Canan’la.

YAŞAR- Anacığım, babamın gençliğinde yazdıkları seni neden bu kadar öfkelendirdi anlayamadım.

FATMA- Ah evladım ah! İçimde sönen o kor, şimdi nasıl için için yanmaya başladı, bilemezsin.

YAŞAR- Çok büyütmüyor musun ana?

FATMA- Olanları bilsen böyle demezdin.

(Yaşar yerde oturan anasının yanındaki divana çömelir.)

FATMA- Mehmet, köyün en yakışıklı delikanlısıydı.
Köyün birçok kızı onunla evlenebilmek için Allaha dua ederdi. Babanla Canan cepheye gitmeden öncede büyüklerin rızasıyla nişanlanmışlardı. Bense onu uzaktan seviyordum ve sevdiğim usul usul ellerimden kayıp gidiyordu.

(Dış kapı açılır. Yaşar doğrulur ve odadan çıkar.)

YAŞAR- Ana dur hele bir ağabeyim geldi galiba. Bakıp geliyorum hemen.

(Kemal kapının önünde öylece Yaşar’a bakar.)

YAŞAR- Ağabey ne oldu anlatsana?

KEMAL(Güler)- Ne olacak, Süleyman’a haddini bildirdim işte?

YAŞAR- Umarım herkesin içinde adamı dövmemişsindir.

KEMAL- Boş ver ya. O üçkâğıtçıyı mı düşünüyorsun? Ne hali varsa görsün.

YAŞAR- Gel içeriye geçelim anamla konuşuyorduk.

(Odaya girerler)

FATMA(Çömeldiği yerden kalkar)- Oğlum bir şey demeden fırtına gibi çekip gittin. Ne oldu de bana? Bir delilik yapmadın inşallah?

KEMAL- Bir şey olmadı ana. Tasalanma, hak ettiği dersi verdim.(Açılmış sandığı görür) Siz de boş durmamışsınız bu arada.

YAŞAR- Yok bir şey ağabey. Anam işte can sıkıntısından sandığı karıştırıyordu.

FATMA- Can sıkıntısı ha! Canan sıkıntısı desen daha doğru olur Yaşar’ım. Gel Kemal gel. Sende Yaşar’ım geçin oturun şöyle.

YAŞAR- Anamda anlatmaya yeni başlamıştı ki sen geldin ağabey.

KEMAL-(Şaşırır)- Ne anlatıyordun ana yarım kalan ne?

YAŞAR- Babamın gençlik sevdalısı Canan’ı anlatıyordu ağabey.

FATMA- He ya sevdalım Mehmet’imi, Mehmet’imin sevdalısı Canan’ı anlatıyordum. Babanız cepheye gitmeden nişanlanmıştı Canan’la.

KEMAL- Vay be babama bak sen.
Anam babamın ilk sevdalısı diye bilirdim hep. İşin doğrusu bu ya! Canan’ı duymuştum ama babamla nişanlandığını bilmiyordum.

FATMA- Mehmet cepheden mektup yazardı. Babam köyün muhtarı olduğundan cepheden gelen mektuplar önce ona gelirdi. Oda asker anasına babasına elleriyle verirdi. Mehmet’in ana ve babasına, Canan’a yazdığı mektupları babamın odasına gizlice girip ilk ben okurdum.

YAŞAR- Ana gerçekten mi?

FATMA- Cepheden anasına yazdığı şiiri ezberimde hala.

Güzel hatırını sual ederim
İki ellerinden candan öperim
Ne bir derdim ne de kederim
Asker ocağına geleli ana

Üstüme pek uydu elbise kaput
Sıla gibi kokar burnumda barut
Ben şehit olurum istemem tabut
Cenklerde yapılsın düğünüm ana

Talime başladık avcı eriyim
Emsalim içinde pek ileriyim
Canımı veririm Türk askeriyim
Ne vermem bu vatan uğruna ana

Askerlik oğluna mirastır dünden
Ustadan farkım yok daha bugünden
Söz açma evden düğünden
Kendimi vatana verdim ben ana

YAŞAR- Ağabey babamın ozan yönü olduğunu hiç bilmiyordum vallahi.

KEMAL- Sen onu anlamaya çalışmadın ki hiç. Kafanın dikine gittin. Onunla kavga etmeyi tercih ettin. Çevresine hep gücendirdin onu. Yalan mı?

(Yaşar susar)

FATMA- Babanız askerde kumandanın yazıcısıydı. Doğrusu bu ya onun mektuplarını okudukça ondaki vatan sevgisini daha iyi anlıyordum. Hele yemin törenine yazdığı destan vardı ki hayran olmamak elde değildi.

Açıldı törenle alay sancağı
Güneş gibi parlar sırma saçağı
Sandım ki tutuşmuş vatan ocağı
Ana bugün işte asker düğünü
Borular çalıyor akıyor nurla
Kale düzenini aldı taburlar
Binbaşılar çıkmış destan okurlar
Baba ben unutmam bu büyük günü

Bayrağa sarılmış ortada masa
Erler ant içiyor el basa basa
Helaktir bu anda her kim uymasa
Ama duyulacak oğlunun ünü

Albayın sözleri kalbimi sardı
Sanki yüreğimde bir aslan vardı
Bana dünya dar kâinat dardı
Kardeş korkma açık ordunun önü

Karada denizde gökte her yerde
Her zaman hazırım sulhta seferde
Yurt için ölmeye ben en ilerde
Ana içtim andımı tuttum bu yönü

KEMAL- Bu dörtlükleri Süleyman’a ezberletmeli ana. Ama hiç merak etme yaptığı hatayı ömür boyu unutmayacağı bir ders verdim hayduda.

FATMA- Oğlum delirtme insanı. Söylesene ne yaptın Süleyman’a?

YAŞAR- Evet ağabey söyle ya artık.

KEMAL- Sabah ola hayrola. Yarın herkes konuşur meydanda sizde duyarsınız.

FATMA- Mehmet’imin onbaşı olduğu zamanı anlatan o mektubunu okurken Canan’a olan sevdasını unutmuş, bu yiğidin şahlanışına bende kanat çırpmıştım bir serçe misali.

Ana bugün benim terfi yem geldi
Akranlar içinde onbaşı oldum
Ana tümenlerden terfi yem geldi
Yüz erin içinde onbaşı oldum

Bölük hazırlandı selam durdu
Yüzbaşı çıkardı ortaya beni
Terfi yemi dikti sırtıma vurdu
Onbaşı yazdırdı bu aya beni

Ana tutacak oğlun elbet sözünü
Süngüyle oyacak hasmın gözünü
Güldürecek senin melek yüzünü
Ana o gün için onbaşı oldum

Ana cennet gibi bu güzel ilke
Ecdattan kalmadır Türkoğlu Türk’e
Gönlümü verdim vererek ben Atatürk’e
Açtığı yoldan onbaşı oldum.

YAŞAR- Onbaşı olmak da çok mühim bir şey sanki. Onbaşı herkes oluyor askerde.

FATMA- Oğlum deme öyle. Babanız sonra imtihanla çavuş oldu.
Eskiden çavuş olmak her baba yiğidin harcı değildi. Erbaşların arasında imtihan yapardı subaylar ve şimdilerde olduğu gibi torpil dediğiniz şeyden olmazdı o zamanlar. Savaş zamanı. Alnının teriyle çavuş olunurdu.

KEMAL- Bakma ana sen Yaşar’a boş konuşur bazen bilmez misin?
Nasıl yatarak askerlik yaptığını anlatsın bize(Güler). Sakıncalı piyade.

YAŞAR(Bozulur)-Ağabey ayıp olmuyor mu?

FATMA- Evladım tamam üstüne varma.
Sonra Canan’ı komşu köyden çolak bir oğlana istediler. Canan istemese de babası başlık parası iyice olduğu için kızını vermeye niyetliydi.

YAŞAR-Vay be adama bak ya.
Kızını cepheye giden birisiyle nişanlıyor, sonra da o askerde düşmanla savaşırken kızını başka bir oğlana veriyor. Yazık be.

FATMA-Mehmet’ten uzun zaman mektup alamadık. En son mektubunda birliğinin ön mevzilerde göreve alındığını yazmıştı. Daha sonra ordudan bir mektup geldi. Şehit olan askerlerin ismi vardı bu mektupta. Bağrıma bir hançer saplanmıştı sanki. O anı hiç unutamam. Mehmet’imin ismi de şehitlerin listesindeydi.

YAŞAR- Tabi, Canan’ın babasına gün doğdu. Şimdi kızını rahatça verebilir o çolak oğlana.

FATMA- Nereden bilebilirdik ki şehit listesinde hata yaptıklarını. Ben aylarca Mehmet’imin yasını tutarken, Canan’ı o çolak oğlana verdiler.

KEMAL- Ana kimdi o çolak oğlan. Biz tanır mıyız?

FATMA- Bilirsiniz, bilirsiniz! Ama boş ver oğlum. Ne yapacaksınız?

YAŞAR- Aşağı yukarı babamın yaşlarındadır değil mi ana? Kurcala ağabey biraz hafızanı ya. Senin de tanıdığın biri.

KEMAL- Vallahi tanıyamadım. Sonra ne oldu?
Ne zaman anlaşıldı babamın ölmediği.

FATMA- Canan komşu köye gelin gitti. Aylar sonra bir gün babamın odasını temizlerken gözlerime inanamadım. Mehmet’imin el yazısı ile bir mektup. Gözlerimi ovuşturup tekrar baktım mektuba. Evet, Mehmet’imin el yazısı ve onun mektubuydu. Bu olamazdı. Açtım hemen mektubu. O yaşıyordu. Mehmet’im yaralanmıştı cephede. Hastanede yatmıştı geçen bu zaman içinde. O anı unutamam. Dünyalar benim olmuştu.(Sesi titrer)

KEMAL- Anam benim. Canım anam. Babamın gerçek sevdalısı sensin ana. Bunu sakın unutma. Canan’a baksana babamın şehit olduğunu duyar duymaz boyun eğmiş babasına. Ama sen.

FATMA- Hastanede yaralı yatarken Mehmet’im yine içindeki vatan sevgisini dökmüştü mektubuna.

Hastane komutanı büyük paşadır
Doktorlar hastaları güzel yaşadır
Hastanın karnından derdi boşaldır
Doktorun kimse kadrini bilmez

Hava bozdu şimdi şimşek çakıyor
Hastanın yarasından kanlar akıyor
Doktorlar hastaya güzel bakıyor
Doktorun kimse kadrini bilmez

Akşam oldu güneşte batar
Hasta derki yarama bıçaklar batar
Doktorlar hastaya teselli satar
Doktorun kimse kadrini bilmez




Kiminin bacağı kırık kimisi hasta
Kiminin başı ağrır kimi yasta
Bin vapur geliyor kendisi posta
Gurbet elde öksüz kaldım ne çare

Bazısı zatüre bazısı verem
Kimisi istiyor murada erem
Kimisi istiyor sılayı görem
Gurbet elde öksüz kaldım ne çare

Gezdim hastaneyi bir kapı açtım
İçeri girince kendimden geçtim
Meğer merhum yatarmış bilmeden düştüm
Gurbet elde öksüz kaldım ne çare

FATMA-Mehmet’imin mektubunu okuyunca önce inanmadılar. Ben önceki el yazma mektuplarını gösterince ikna oldular.(Fatma’nın gözleri kapanır.)
Çok geç oldu. Sabaha erkenden bostana gidilecek daha.

KEMAL-Ana ben uyuyamam valla meraktan.

YAŞAR-Ağabey ısrar etme istersen. Bak anacığım çok yoruldu. Uyuyalım. Yarın devam eder kaldığı yerden. Ama her şeyden önce babamla anam nasıl evlenecekler. Onu çok merak ediyorum bende. Hem sen Süleyman’a ne yaptın anlatmadın hala.

FATMA- Tamam. Yaşar’ım. Yarın devam ederim anlatmaya.

(Sahne kararır. Sabah olur. Kapının gürültüsüyle uyanırlar)

—Fatma nine. Fatma nine. Aç kapıyı.

FATMA(Kapıyı açar, İki jandarma karşısında durur.)-Hayırdır oğlum.

JANDARMA-Kemal ağabey evde mi? Hakkında şikâyet var.
Bizimle karakola gelmesi lazım.

FATMA- Ne karakolu oğlum? Ne yapmış ki Kemal?

JANDARMA- Fatma nine dün meydanda olanlar hakkında bir şey bilmiyorsun galiba. Kemal ağabey size anlatmadı mı?

FATMA-Yok oğlum bilmiyorum. Anlatmadı bir şey.

JANDARMA- Oğlun Belediye Başkanı Süleyman beye saldırmış.

YAŞAR-Ağabeyime bak sen. Yarın öğrenirsiniz dediği buydu demek.(Güler)

KEMAL(Kapıya gelir)-Ben de sizi bekliyordum gidebiliriz.

FATMA-Evladım neler yaptın sen? Ne gerek vardı bunlara.

KEMAL-Ben hazırım gidelim de verelim ifademizi.

(Jandarmalar Kemal’in kollarına girer ve uzaklaşırlar)

FATMA-Ah oğlum ah!

YAŞAR-Ana endişelenme ifadesini alır bırakırlar ağabeyimi. Merak etme.

(Sahne kararır)

SAHNE II

(Mehmet beyin evi, Kemal içeri girer)

FATMA-Oğlum ne dediler karakolda? Gerçekten dövdün mü Süleyman’ı?

KEMAL-Komutana ifade verdim ana.
Ne yani o Süleyman olacak deyyus yaptıklarıyla mı kalacaktı? Evet dövdüm. Herkesin ortasında bir güzel patakladım.

YAŞAR-Ellerine sağlık ağabey. İyi yapmışsın birde benim için vursaydın.

KEMAL-Hadi geçelim odaya anacığım. Düşünme sen bunu önemli bir şey yok. Hem dün yarım kalmıştı. Unuttum sanma. Sen de kaldığımız yerden devam et anlatmaya babamı. Babamla nasıl evlendiğinizi çok merak ediyorum.

FATMA-Hadi geçelim bakalım.

(İçeriye geçerler)

FATMA-O vakte kadar Mehmet’imin öldüğünü kabullenmiş anne ve babası önce inanmak istemediler. Sonra mektuplar peş peşe gelince Mehmet’imden, çok sevindiler. Dünyalar onların oldu.

YAŞAR-Babam mektuplarını Canan’ın evlendiğini bilmeden yazıyordu değil mi? Nişanlısı Canan’ın kendisini beklediğini sanan babam nasıl öğrendi evlendiğini.

FATMA- Mehmet’imin babası bir gün beni çağırdı evine. Dün gibi aklımda. Mehmet’e olan sevdamı anlamış olacak ki bana oğluna en iyi eş benim olacağımı ve ocağına benim gelin gelmemi de yürekten istediğini söylemişti o gün.

KEMAL- Gurur verici bir durum, büyükbabam ön ayak olmuş demek sizin evliliğinize.

FATMA-Evet oğlum çok gururlandım o gün. Kendimi zor tuttum yanında ağlamamak için. Ancak Mehmet’ime nişanlısı Canan’ın evlendiğini mektupta yazmak sakıncalı olabilirdi. Savaştaki bir askere bu acılı haber verilmemeliydi. Cepheden dönünce nasıl olsa öğrenecekti. Yazmadık Canan’ın evlendiğini.

YAŞAR-Canan kimle evlenmişti. Söylemedin ana. Neden saklarsın bizden? Ağabeyim bulamadı ama Canan kime gelin gitti ben biliyorum.(Suskunluk)

FATMA- Sen nereden bileceksin oğlum. Ağabeyin bile çıkartamadıktan sonra.

YAŞAR-Canan’ın evlendiği çolak oğlan Habib hocanın ta kendisi işte. Gençliğinde evlenip kısa bir süre sonra da eşini kaybeden Habib hocanın ta kendisi o çolak oğlan.

KEMAL(Şaşırır)-Yok daha neler.

YAŞAR-Elbette. Cananın evlendiği kişi Habib hoca, değil mi Ana?

FATMA(Bir süre susar)- Evet Yaşarım, Cananın evlendiği kişi Habib hoca. Mehmet’im cepheden dönmeden bir hafta öncede Cananın öldüğü haberi gelmişti köye. Kimileri Canan’ın zorla evlendirildiği için kendini kırık taşın orada kayalıklardan bıraktığını, kimisi hayvanları otlatırken kayalıklarda dengesini kaybedip düşerek öldüğünü söyledi. Herkes başka bir hikâye anlattı işte.

KEMAL-Öylemi? Yazık ya. Çok yazık.

YAŞAR-Canan’da çok seviyordu babamı değil mi ana?
Oda zorla evlendirildiği için intihar etti. Sevdalısına yüzü olmayacağı için canına kıydı.

FATMA- Olabilir Yaşar’ım. Ben öyle düşünmemiştim o zamanlar. Gerçeği çok sonraları Mehmet’imden öğrenmiştim.

(Suskunluk)

FATMA-Mehmet’im cepheden dönmüştü. Silah arkadaşlarıyla birlikte köyde davul zurna ile karşılandı. Köyümüzden on delikanlıdan üçü sağ olarak geri gelmişti. İstiklal madalyalı üç yiğit delikanlı.

KEMAL- Babam gelir gelmez gözleri Canan’ı aramıştır. Sormadı mı? Gerçeği nasıl öğrendi.

FATMA- Sormaz mı? Eve gelir gelmez çantasını bir köşeye attı. Anne babasıyla hasret giderdikten sonra Canan’a koştu. Babasına sordu nişanlısının nerede olduğunu. Canan’ın babası boynu bükük ağzını bıçak açmıyordu. Mehmet’im etrafına bakındı ve benim yanıma gelip o büyümüş gözleriyle bana bakarak bir şey söylemeden cevabımı bekledi. Sevdiğime sevdalısının öldüğünü söylemek bana düşmüştü.

YAŞAR- Anam benim. Ne yüce insansın sen. Canım anam.

KEMAL- Peki babam ne yaptı?

FATMA- Hiçbir şey, yavaşça eve doğru yürüdü, gitti.

YAŞAR-İnanmıyorum.

FATMA-Evet. Aylar sonra Mehmet’im evden dışarı çıktı. Babası bana söylediklerini ona da anlatmış olacak ki bize haber verdiler bir akşam geleceklerini. O gün Mehmet’imin ana ve babası beni istediler. Babam bana isteyip istemediğimi sordu. Uzun zamandır yolunu gözlediğim sevdalımı istemeyecektim de ne yapacaktım ki. Tamam dedim babama.

(Sahne Kararır)

SAHNE III

(1921 yılı Kurtuluş savaşında Sakarya zaferinden sonra Batı Cephesinde Afyonun güneyinde 4.kolordu Komutanlığı karargâhı)

HİLMİ-Mehmet çavuş,

MEHMET-Emret kumandanım.

HİLMİ- Kemalettin Sami kumandanım çadırına çağırdı seni.

MEHMET-Tamam kumandanım. Tez yanındayım.

(Mehmet, çadırdan içeri girer.)

KEMALETTİN SAMİ- Gel geç hele Mehmet. Sana diyeceklerim var.

MEHMET-Can kulağı ile dinliyorum kumandanım.

KEMALETTİN SAMİ- Mehmet bilirsin karargâhta sevdiğim çavuşlarımdan birisin.

MEHMET-Sağ olun kumandanım.

KEMALETTİN SAMİ- Dur hele lafımı bölme.
Asker arasında senin hakkında bir söylenti dolaşır. Haberin var mıdır bundan?

MEHMET-Vardır kumandanım.

KEMALETTİN SAMİ- Neymiş o dolaşan söylenti.
Birde senin ağzından duymak isterim. Söyle bakalım benim duyduğumla aynı mıdır değil midir öğrenelim?

MEHMET- Karargâhta Bolşevik diye bir lakap koymuşlar bana kumandanım. Hatta bir defasında Bolşevik Mehmet diye seslenmişlerdi arkamdan.

KEMALETTİN SAMİ- Demek öyle. Bolşevik Mehmet.

MEHMET-Evet kumandanım. Bolşevik Mehmet.

KEMALETTİN SAMİ-Peki bilir misin Bolşevik ne demek?

MEHMET- Bilirim efendim. Sovyetlerdeki inkılâbı yapanlar.

KEMALETTİN SAMİ(Bağırır)- Mehmet çavuş. Mehmet çavuş. Demek benim kulağıma gelenler doğruymuş.

MEHMET- Sizin kulağınıza ne geldi bilmiyorum efendim.

KEMALETTİN SAMİ(Sinirlenir)- Sordum söyledin işte. Marifetmiş gibi birde ne olduğunu bilirim dersin. Sana takılan lakap boşuna değil. Tövbe tövbe sinirlendirme beni.

MEHMET-Bilirim bilmesine.

KEMALETTİN SAMİ- Mehmet çavuş karargâhta herkes sana Bolşevik diyor. İnanamadım ilk başta. Birde senin ağzından duymak istedim. Duydum da.

MEHMET- Kumandanım Bolşevikliği sizin yanınızda öğrendim. Yanınıza yazıcı olarak aldığınız o günden beri yaptığımız yazışmalardan öğrendim bende Bolşevikliği ve Sovyet inkılâbını.

KEMALETTİN SAMİ- Evet ya orası da doğru hani.
Peki, neden sana Bolşevik diyor asker. Hatta koğuşunda birkaç arkadaşına da anlatmışsın Bolşevikliği ve Sovyet inkılâbını.

MEHMET- Doğrudur efendim. Anlattım.
Fransız’ı, İtalyan’ı, İngiliz’i Yunan’ı dört bir tarafımızdan sarmış bizi. Padişahımız ve İstanbul hükümeti kabullenmişken her şeyi böyle zamanda kurtuluş savaşı benzeri bir direniş anlatılmayacakta ne zaman anlatılacak.

HAKKI BEY(Bağırır)- Mehmet çavuş bizim Kuvayi Milliye ruhumuz bu topraklardan çıkıyor. Sovyetlerden bize ne ya!

MEHMET- Kumandanım ne öğrendimse sizden öğrendim.
Kuvayi Milliye ruhumu siz ateşlediniz. Kimileri bana dokunmayan yılan bin yaşasın derken Kuvayi Milliye ruhunu düzenli orduya çevirdiniz siz ve paşalarımız. Milletin üstüne çöken ölü toprağını siz vatanperverlikle şaha kaldırdınız kumandanım.

KEMALETTİN SAMİ- Bu canlar vatan uğruna ölmeye hazırda ondan.

MEHMET- Kumandanım hazır elbet. Ancak bu savaşı kazandıracak akıldır derdiniz hep. Bilek değil. Bolşeviklerde hem akılları hem de yürekleri ile yürüdüler iktidara. Başardılar. Bizde onlar gibi kazanacağız bu savaşı.

KEMALETTİN SAMİ- Neyse Mehmet çavuş. Sen karargâhta çok dillendirme Bolşevikleri. Bizim hedefimiz güzide ordumuzu güçlendirmek ve düşmanı kovmaktır. Ordugâh Kocatepe’den çok önemli bir emir geldi. Karargâhtaki silah, mühimmat ve asker sayımızı rapor etmemiz lazım.

MEHMET- Kumandanım sevineceksiniz şimdi söyleyeceklerime. Asker Büyük Taarruzu bekliyordu. Bu sebeple akşam saatlerinde bitirdik sayımımızı. Birazdan Ragıp onbaşı getirir sayım neticelerini ve hemen telgraf çekeriz Ordugâh’a.

KEMALETTİN SAMİ- Aferin Mehmet. Cepheye geldiğin o ilk gün seni yanıma almakla iyi etmişim valla. Şimdi daha da gözüme girdin. Unuttum gitti senin hakkında ileri geri söylenenleri.

MEHMET- Asker Yunanlıyı evine göndermek için sabırsızlanıyor.

KEMALETTİN SAMİ- Başkumandan ve İsmet paşa Batı Cephesindeki bütün birliklerin gücünü bilmek istiyor. Ayrıca bölgesel mücadelemizi ulusal kurtuluş savaşına çeviren bir paşanın emrinde başarı ve zafere ulaşacağız Mehmet çavuş. Buna emin olabilirsin.

MEHMET- Tüm asker zaferden emin kumandanım. Ancak hala kafalar biraz karışık.

KEMALETTİN SAMİ- Neymiş kafalarını karıştıran askerin?

MEHMET- Başkomutan Mustafa Kemal Paşanın zaferden sonra meclisi dağıtacağı, saltanat ve halifelik makamıyla birlikte diktatör olacağı söylentisi dolaşıyor orduda.

KEMALETTİN SAMİ(Güler)- Mehmet çavuş böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal bile vermem. Karargâhımda ki bu söylentiyi kulağınla mı duydun? Çıkarı bozulanlar ordumuza fitne fesat sokmaya kalkışmakta. Kimse oyuna gelmesin. Bu millet bununda üstesinden gelir. Müsterih ol.

MEHMET- Evet kumandanım, asker bunu konuşmakta.

KEMALETTİN SAMİ- İnsanın inanası gelmiyor. Ancak Anadolu toprağının tohumunda var bu. Ne ekersen onu biçersin. Ancak biz bu tohumu değiştirdik. Samsun’dan beri serpmeye başladık topraklara. Bu tohumun adı Cumhuriyet Mehmet çavuş.(Sesini yükseltir)Cumhuriyet!

MEHMET- Bolşeviklerin Sosyalizmi gibi mi?

KEMALETTİN SAMİ- Değil Mehmet çavuş. Değil. Asıl Sovyetler de ki rejimin adı diktatörlük. Ama bizde egemenliği kayıtsız şartsız millete veren rejimin adı Cumhuriyet olacak. Bu Mustafa Kemal Paşa liderliğinde silah arkadaşı İsmet Paşa ve bizlerin sayesinde olacak. Senin gibi genç Cumhuriyet bekçilerinin gelecek nesillere bizim ektiğimiz bu tohumları ektirmesiyle yeşerecek, boy atacak, gelişecek.

MEHMET- Bende ordudaki bu kaygıların dağılacağını düşünüyorum. Efendim ordumuzda hala Padişah yanlıları çok fazla. Biz düşmanla savaşımızı elbet kazanacak ve zafere ulaşacağız. Ama içimizdeki savaş hep sürecek.

KEMALETTİN SAMİ- Senin gibi zeki ve kabiliyetli gençlerimiz olduğu sürece evvelallah içimizdeki düşmanında hakkından geliriz. Hiç meraklanma. Misal sen memleketine geri döndüğünde köyünde anlatacaksın Cumhuriyeti. Öğreteceksin çocuklarına. Bu topraklarda düşmana karşı yaptığımız ulusal kurtuluş savaşının boşuna verilmediğini anlatacaksın yeni nesillere. Sizlerin savaşı süngü zaferi değil, geleceğin irfan zaferi olacaktır. Özgürlüğünü ve bağımsızlığını önemseyen nesiller yetiştireceğiz hep birlikte.

(İçeriye kumandanın postacısı girer.)

SIRRI-Kumandanım yeni bir telgraf geldi.

KEMALETTİN SAMİ-Ver bakalım. Bu saatte geldiyse mühim olsa gerek.

(Hakkı bey telgrafı okur)

KEMALETTİN SAMİ-Mehmet çavuş sayım netice raporlarını hemen Ordugâh Kocatepe’ye ulaştırmamız gerekiyor. Büyük Taarruza fazla vaktimiz kalmadı. Bak telgrafa. Gün yakındır. Zafer günü. Değil mi Mehmet çavuş? Değil mi Sırrı onbaşı?

MEHMET(Haykırır)-Evet efendim. Artık zafer günü yakındır.

KEMALETTİN SAMİ- Mehmet çavuş, kolordumuz asıl taarruz bölgesinde. Yunanlının ise takviyeli iki tümeni var. Asker sayısı bakımından eşit olmamıza karşın silahça bizden üstün oldukları kesin.

MEHMET- Kumandanım durumumuz ne olursa olsun askerin tek düşündüğü düşmanı yenmektir. Her ne olursa olsun bu savaşı biz kazanacağız. Askerler köylerinden gelen mektup ve eşyaları teslim etti, helalleşip, barıştılar. Şafakla yürüyüşe hazırız efendim.

KEMALETTİN SAMİ – Ecdadımıza borcumuz neslimize vazifemizdir. Bu vatan nazlı sevdalımızdır. Ne uğruna baş koyduğunuzu unutmayın. Allaha emanet olun.

(Sahne Kararır)


PERDE

PERDE II

SAHNE I

(1938 yılı, Doğu Karadeniz de Mehmet beyin öğretmenlik yaptığı tek sınıflı kendi köy okulu)

MEHMET- Ayşe, sen söyle bakalım! Bu sene Cumhuriyetimizin ilanının kaçıncı yılını kutluyoruz?

AYŞE- On beşinci yılını öğretmenim.

MEHMET- Aferin Ayşe oturabilirsin yerine. Süleyman sen söyle bakalım Reis-i Cumhurumuzun adı nedir?

SÜLEYMAN- Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk.

MEHMET- Reis-i Cumhurumuz kimmiş çocuklar?

(Sınıftaki bütün çocuklar hep bir ağızdan Süleyman’ın verdiği cevabı tekrarlar)

MEHMET- Aferin Süleyman, aferin çocuklar.
(Orta sıradaki Kemal’e döner).Kemal ne var orada? Sıranın altında neyi saklıyorsun? Sakladığına göre bizimle paylaşmak istemediğin bir şey galiba.

KEMAL- Hiçbir şey öğretmenim.

(Kemal başını öğe eğer)

MEHMET- Şimdi göreceğiz. (Kemal’in yanına gelir)Bakalım neymiş Kemal’in bizden sakladığı şey?

(Kemal’in sırasının altına sakladığı Türk bayrağıdır.)

MEHMET- Oğlum o elinde tuttuğun bayrak; Ayşe’nin, Mustafa’nın ve binlerce şehit babalarının, benim gibi yüzlerce gazinin kanıyla bulanmıştır ki, bu bayrağı değil saklamak gururla asmak lazımdır. Hadi bakalım al o bayrağı ve Ayşe ile birlikte asın pencereye.

(Sınıfa başı sarıklı, öfkeli Murtaza bağırarak girer.)

MURTAZA- Muallim Mehmet Efendi sen kim oluyorsun da ısrarla kızımı mektebe getiriyorsun? Söylesene haa! Kim oluyorsun? Cevap ver bana.

MEHMET- Sakin ol Murtaza. Burayı ne sandın sen? Ayıptır ayıp. Bunca çocuğun içinde hem çocuklara kötü örnek oluyorsun, hem de çocuğunun geleceğini karartıyorsun.

MURTAZA- Bak hele sen. Senden mi akıl alacağız Mehmet Efendi? Sen öğrettiğin o gâvur harfleriyle kızımı dinden çıkartıyorsun. Hem kız çocuğunun neyine okuma yazma. Otursun evinde Kur’an-ı Kerim öğrensin. Zaten birkaç yıla kalmaz kocaya varır.

MEHMET(Eliyle kapıyı gösterir)- Hadi şöyle dışarıya çıkalım Murtaza. Orada konuşalım. Çocukların önünde olmuyor böyle.

(Murtaza, kızının kolundan tuttuğu gibi kapıya doğru sürükler. Kız ağlar)

MEHMET- Dur bakalım Murtaza! Öncelikle burası cami kadar kutsal bir yerdir. Bu mekteplerde, vatanı emanet ettiğimiz evlatlarımız; senin kızın, benim oğlum, bizlerin evlatları yetişecek, bir bir yeşerecek. Yeşertecekler bizim Anadolu’ya serptiğimiz tohumları. Sense geçmişsin karşıma ne zırvalıyorsun? Kızımı okutmam da ne demek be adam?

MURTAZA- Olmaz. Ben kızımı okutmam Mehmet Efendi. Benim aklım bana yeter. Benim evlatlarım dini bütün yetişecekler.

MEHMET(Sinirlenir)- Murtaza! Herkesten önce beni bulursun karşında. Şimdi sen evine git. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Git evine sakinleş. Ayşe’yi ben getiririm eve. Akşamda karşılıklı oturur konuşuruz. Tamam mı?

MURTAZA(Sakinleşir)- Mehmet efendi şunu bilesin ki kararımdan asla dönmem. Erkeğin ağzından laf bir kere çıkar. Bizim ailede herkes dergâhta okumuş, Kuran’ı-Kerim öğrenmiş, sonra işine gücüne bakmıştır. Sen kalkmış kızıma bu abuk sabuk şeyleri öğretiyorsun.

MEHMET(Murtaza’nın kolundan tutar, dışarıya çıkarlar)- Hadi Murtaza. Akşam konuşuruz.

MURTAZA- Tamam Mehmet Efendi. Senin dediğin gibi olsun bu sefer. Ama asla vazgeçmem bu kararımdan bunu böyle bilesin. Sonradan demedi deme diye söylüyorum.

MEHMET- Tamam Muartaza. Akşam konuşuruz hadi.

(Mektebin önünden geçen muhtarı gören Mehmet seslenir.)

MEHMET- Hayrola muhtar nereye böyle acele acele?

MUHTAR- Köy evine gidiyorum. Hızır’la haber saldım köylüye. Toplanıyoruz. Gelirsin.

MURTAZA(Muhtarın önüne atılır)- Muhtar emmi muhtar emmi dur hele yetiştim. Ne oldu ki ne bu telaş, meydandan haber mi getirdin?

MUHTAR- Kahvede radyodan dinledik. Gazi Kemal bu sabah hakkın rahmetine kavuşmuş. Dizlerimin bağı çözüldü. Koşarak geldim köylüye haber vereyim diye.

(Mehmet kapıya yaslanır. Yanına sınıftan Ayşe ile oğlu Kemal gelir)

AYŞE- Kemal’le birlikte bayrağı astık pencereye öğretmenim. Olmuş mu?

MEHMET- Aferin çocuklar. Aferin.

(Sahne kararır)

SAHNE II

(19 Kasım 1938. Sabah caminin önünde köyün ileri gelenleri cenaze namazı için toplanır.)

HABİB- Ey cemaat, bugün milletimizin en kara günüdür. Ben kolumdan yaralandığım için cepheye gidemedim. Can dostlarım gazi Mehmet, Şevki, Rıza sizde şahidimsiniz Cumhuriyetin emanetini korumaya yemin belledim kendime yıllardır. Şunu bilesiniz ki bu millet çok şey borçlu ulu önderimize. Bugün Ankara’da ulu önderimizin cenaze namazı kılınacak. Bende bu yüce insanın cenaze namazını temsili olarak kıldıracağım.

MUHTAR- Ey ahali! Ulu önderimiz Atatürk’ün hakkın rahmetine kavuşmasından bu yana dokuz gün geçti…

ŞEVKİ(Muhtar’ın konuşmasını böler)- Habib hoca. Yiğitsin sen. Bu memlekette senin gibi hocalar oldukça vatan ve cumhuriyet emin ellerde olacaktır. Değil mi ahali?

(Murtaza hariç diğerleri başıyla onaylar Gazi Şevki’nin söylediklerini)

MEHMET- Bugün hepimiz için acı bir gün. Kaybettiğimiz ulu önderimiz ayrıca başöğretmendi. Birçoğunuz bunu bilmez diye söyledim. Ama bugün maalesef çok üzücü bir şey oldu. Murtaza mektebe geldi ve kızını okutmayacağını söyledi tüm çocukların içinde.

(Köylüler Murtaza’ya döner)

MUHTAR- Öyle mi Murtaza?

MEHMET- Köyümüze taa civar köylerden çocuklar okumaya geliyor. Kaza da mektebi olan tek köy bizimkisi. Cephedeki kumandanım Kemalettin Sami beyin sayesinde. Bu mektebi kumandanımın yaptırdığını hepiniz bilirsiniz.

MUHTAR- Bilmez miyim Mehmet? Kaza reisi beni çağırdığında söylemişti. Mektebin Kemalettin Sami beyin maddi manevi katkılarıyla yapıldığını.

MEHMET- Evet Muhtar, kumandanıma mektup yazmıştım. Oda sağ olsun bu isteğimi geri çevirmedi.

MUHTAR- Kurtuluş savaşı gazisi Muallimimiz Mehmet çabalasın uğraşsın. Çocuklarımız okusun diye köyümüze mektep kazandırsın. Birde kendi yaptığına bak Murtaza. Yazık. Çok yazık.

MURTAZA- Durun hele be!

MEHMET- Murtaza hala niye inat edersin?

MUHTAR- Tamam Mehmet, Murtaza ile sonra konuşursun. Bu kararını yeniden düşünür. Düşünürde doğru karara varır. Değil mi Murtaza?

MURTAZA(Bağırır)- Ey Ahali! Ne çabuk unuttunuz dergâh ve tekkelerimizi. Bu mektepler önce çocuklarımızı, sonra bizi dinden çıkardı. Bırakın bu gâvur oyunlarını da dergâhımızı açmak için uğraşın bre kâfirler. Müslüman’ım diyen hangi mümin Allah’a yeni ad bulur da Tanrı der. Haa! Niye susuyorsunuz? Bir şey desenize?

HABİB(Sinirlenir)- Murtaza! Murtaza!

MURTAZA- Ne oldu Habib hoca. Yalan mı? Birazdan cenaze namazında “Allah-u ekber” yerine “Tanrı uludur” diye söyletmeyecek misin cemaate? Söylesene.

(Habib hoca Murtaza’nın üzerine bir adım atar.)

MEHMET- Habib sakin ol. Uyma sen bu adama. Ortalığı bulandırıyor görmüyor musun?

HABİB- Haklısın valla Mehmet. Hadi herkes saf tutsun.

(Cemaat Habib hocanın önünde toplanır)

HABİB- Tanrı uludur.

KÖYLÜLER- Tanrı uludur.

HABİB- Esenlik üzerinize olsun.

KÖYLÜLER- Esenlik üzerinize olsun.

(Sahne Kararır)

SAHNE III

(1943 yılı Mehmet beyin evi)

KEMAL(Elinde mektupla içeri girer)- Ana, ana mektup geldi.

FATMA- Ver bakayım oğlum. Kimden gelmiş baktın mı?

KEMAL- Baktım ana, amcamdan gelmiş.

FATMA- Cemal’den mektup gelmiş Mehmet.

MEHMET(Heyecanlanır)- Öylemi getir bakalım Fatma! Geçen mektubunda İstanbul’da Osmanlı Paşalarından Hamdi beyin kızı ile gizlice evlendiklerini, kızın ailesi onları dinlemeyip evlenen kızlarını evlatlıktan reddettiği için çalıştığı Adana’ya yerleştiklerini yazmıştı, oradan sonrada farklı şehirlerden geldi mektupları.

FATMA- Nur-u Nisa. Cemal’i gerçekten çok seviyor belli. Ailesine karşı gelip peşinden taa nerelere kadar gitti baksana. Bir de paşa kızı. O debdebeli hayatı elinin tersiyle itip sevdalısının peşinden gitti. Helal olsun kıza valla.

MEHMET- Cemal, İstanbul’da Üniversitede okurken yazdığı mektuplardan birinde bahsetmişti Nur-u Nisa’dan. Onunla Beyazıt meydanında bir gösteride tanıştıklarını, sonrada kısa zamanda birbirlerini çok sevdiklerini, evleneceklerini yazmıştı.

KEMAL- Baba mektubu açmayacak mısın? Amcam ne yazmış?

(Mektubu açar ve okur)

FATMA- Ne yazmış? Aksi bir durum yok değil mi?

MEHMET(Şaşırır)- Yok hanım. Durumları ve sağlıkları iyiymiş. Buraya geliyorlarmış. Mektubu yazdığı tarihe bakılırsa yola çıkmışlar, yarın akşam burada olurlar sanırım.

KEMAL- Yaşasın! Amcam geliyor.

FATMA- Oğlum sessiz ol. Yaşar içeride uyuyor. Uyandıracaksın kardeşini. Gerçekten mi Mehmet? Cemal ve Nur-u Nisa buraya mı geliyorlar?

MEHMET(Heyecanla)- Öyle öyle hanım yarın hazırlık yapalım. Yıllardan sonra ocağımıza kardeşim Cemal geliyor. Soframıza iki tabak daha eklenecek. Ben meydana inerim yarın. Erzak bir şeyler alırım. Ambarda azalmış her şey. Sende yayladan peynir, tereyağı iste. Mektubunu kısa tuttuğuna göre uzunca kalacaklar galiba.

FATMA- Tamam sen merak etme Mehmet’im. Yarın ben bütün hazırlıkları yaparım. Hayırlısıyla hele bir gelsinler bakalım. Mektupta başka bir şey yazmamış mı?

MEHMET- Yok hanım, halimizi, hatırımızı soruyor işte. Dedim ya mektubunu kısa tutmuş bu sefer.

FATMA- O zaman erken yatalım bu akşam.

(İçerideki odadan Yaşar’ın ağlama sesi duyulur)

FATMA- Bak kardeşini uyandırdın Kemal. Hadi sende içeriye gir oğlum.

(Ertesi gün bütün hazırlıklar yapılmış, evde gelecek olan misafirler beklenmektedir.)

MEHMET- Şeker çok pahalanmıştı. Şu bakkal Remzi ha bire fiyatları bindiriyor valla. Bu kıtlıkta bu kadarda olmaz ki. Millet darda mı değil mi? Umurun da değil bezirgânın. Alan var alamayan var!

FATMA- Canını sıkma Mehmet’im. Bak kardeşin Cemal geliyor. Ha geldi ha gelecek. Baksana oğlun Kemal’e saatlerdir orada öylece yolu gözleyip duruyor.

MEHMET(Güler)- Heyecanlı benim aslan oğlum. Mektuplardan bildiği amcasını yıllar sonra ilk defa görecek. Olacak o kadar.

KEMAL(Bağırır ve kapıya koşar)- Geliyorlar. Amcam geliyor. Ana bak işte. İki kişi dönemeci döndü. Görüyor musun sende? Amcam ve yengem değil mi gelenler?

FATMA- Karanlıktan tam seçemedim oğlum. Onlardır belli. Gözümüz aydın olsun. Şükür kavuşturana.

(Cemal, Nur-u Nisa ellerinde iki tahta bavulla içeri girerler.)

CEMAL-Ağabey. Aslan ağabeyim benim.(Mehmet’e sarılır)

MEHMET- Cemal aslan kardeşim. Hasret kaldık sesine,yüzüne.

(Fatma, Nur-u Nisa’yla selamlaşır, onlarda kucaklaşırlar )

KEMAL- Amca amca.(Cemal, Kemal’i kucağına alır.)

CEMAL- Kocaman adam olmuş.

FATMA- Geçin şöyle soluklanın hele. Ayran yapmıştım. Yorgunluğunuzu alır.

CEMAL- Yenge zahmet etmeseydin birazdan alırdık.

MEHMET- Cemal ne iyi ettin yengeyle geldin baba ocağına. Zaman geçtikçe senden iyice umudu yitirmiştim valla.

CEMAL- Geç oldu ama sonunda geldik işte.

(Fatma elinde tepsiyle ayranları servis eder. En son Nur-u Nisa’ya uzatır ayranı)
FATMA- Buyur bacım. İç hele soğuk suyla yaptım ayranı.

NUR-U NİSA(Çekingen)- Teşekkür ederim. Elinize sağlık.

MEHMET- Fatma döşekleri hazırladın değil mi? Yol yorgunusunuz. Hadi bakalım siz geçin bir güzel dinlenin. Yarın konuşuruz.

KEMAL(Cemal’in üstüne atılır)- Baba ben amcamlarla yatacağım.

FATMA- Hiç olur mu oğlum? Yorgunlar. Rahatsız etme amcanı. Günler torbaya mı girdi?

KEMAL(Güler)- Evet babam bu atasözünü okulda öğretmişti. Ama daha buradalar değil mi?

MEHMET- Aferin oğlum, hadi sende geç odaya bakalım. Sabah erkenden malları otlatmaya çıkar. Kahvaltı hazır olana kadar da amcanlar uyanmış olur. Birlikte kahvaltı yaparız.

CEMAL- Hadi o zaman herkese Allah rahatlık versin.

(İçerdeki odaya geçerler)

FATMA- Mehmet dikkatini çekti mi?

MEHMET- Ne dikkatimi çekecek hanım? Çok utangaç bir kız. O mu?

FATMA- Yok yok. Oda doğru ya, ama çok hanım hanımcık. Gözün aydın, sende amca olacaksın Mehmet’im. Nur-u Nisa döl tutmuş. Kimse anlamasın diye de bol elbise giymiş. Anlamadın mı sen?

MEHMET- Kadın seninde gözünden hiçbir şey kaçmıyor valla. Cemal hamile bir kadınla yolculuğa neden çıktı acaba. Bir kadın için tehlikeli değil mi?

FATMA- Herhalde daha hamileliğinin başı, bir şeycik olmaz.

MEHMET- O zaman muhakkak başka önemli bir şey var. Dur bakalım yarın Cemal anlatır. Hadi hanım bizde yatalım. Yarın ola hayrola.

(Ertesi gün. Ev)

KEMAL- Baba amcamlar uyanmadı mı daha?

FATMA- Uyandılar oğlum. Şimdi gelirler.

CEMAL-(Nur-u Nisa ile içeri girerler)- Kemal hayvanları bırakıp sırf bizi görmek için mi geldin?

KEMAL- Evet amca.

CEMAL- Kemal sence Nur-u Nisa yengenin elindeki nedir?

KEMAL- Ana bak amcam ve yengem bana hediye almışlar.

NUR-U NİSA- Al bakalım Kemal.

(Kemal kâğıda sarılı armağanını açar)

MEHMET- Teşekkür yok mu oğlum.

KEMAL- Teşekkür ederim amca.

FATMA- Sadece amcana mı? Yengene de teşekkür et oğlum.

KEMAL- Teşekkür ederim yenge.

NUR-U NİSA- Amcan bu sene Kars Cilavuz Köy Enstitüsünü kazandığını söyledi. Bende bu iki ciltlik La Fontaine’nin Masallarını alalım dedim.

CEMAL- Ağabeyim mektubunda Kemal’in sınavı kazanıp Kars Cilavuz Köy Enstitüsünü kazandığını yazınca aslan yeğenim dedim. Biz de en güzel hediyenin kitap olacağını düşündük.

MEHMET- İyi düşünmüşsünüz.

KEMAL-(Kitabın kapağını okur)- La Fontaine’nin Masalları. Çeviren Orhan Veli Kanık. (Heyecanlanır) Baba baba sen söylemiştin bu masalları bize okulda. Değil mi?

MEHMET- Evet oğlum. Aferin unutmamışsın.

NUR-U NİSA-Kemal Enstitüde belki okuturlar belki de okutmazlar. Ancak geçmişini, tarihini çok iyi öğrenmelisin.

MEHMET- Evet çok doğru söylüyor yengen.

FATMA- Mehmet, çocuk bizim masal ve öykülerimiz dururken neden o La Fayton masallarını öğrensin ki?

CEMAL(Güler)-La Fayton değil, Fatma abla, La Fontaine’nin Masalları.

NUR-U NİSA- Elbette kendi masallarımızı bilmeli ki, diğer milletlerin masallarıyla kıyaslayabilsin. Orhan Veli bir şair aslında, ancak çocuklar bilsin diye yabancıların yazdığı masalları da Türkçeye çevirmiş.

CEMAL- Kemal diğer sarılı paketi açmayacak mısın?

KEMAL- Ana bak bir hediye daha var.

CEMAL- Biri benim diğeri de Nur-u Nisa’nın hediyesi.

(Kemal heyecanla diğer hediyesini açar)

KEMAL- Ama buda kitap.

MEHMET- Kemal ne o sevinmedin ilk açtığın gibi? Başka bir hediyemi bekliyordun?

KEMAL- Yok baba olur mu? Çok sevindim.

MEHMET- O kitap nedir?

KEMAL- Halk Öyküleri ve Masalları, yazan Naki Tezel.

NUR-U NİSA- Kemal sana hem bizim yazardan, hem de yabancı bir yazardan masal kitabı aldık.

KEMAL- Neden?

CEMAL- Bir daha ki yaz görüştüğümüzde konuşuruz bunu olur mu? O zaman anlayacağını düşünüyorum.

(Kemal kitaplardan birini eline alır)

KEMAL- Baba ben çayıra malların yanına gidiyorum. Akşama kadar kitabın birini bitiririm.(Çıkar)

FATMA- Hele amcası, yengesi şu oğlandaki okuma hevesine bakın. Başımıza iş açmaz umarım. Ama belli ki büyük adam olacak benim yiğit oğlum.

MEHMET- Geçin bakalım Cemal şöyle. Biz bize kaldık sonunda.

FATMA- He ya! Sizin aileye de bir misafir geliyor galiba(Gülümser)

NUR-U NİSA- O kadarda bol elbise giydim. Ama sizin gözünüzden kaçmamış.

FATMA- Ben köyde ebeyim sana söylemedi mi Cemal.

MEHMET- Evet Cemal, bu haberi neden sevinerek anlatmıyorsunuz? Anlamış değilim. Sanki çocuk müjde değil kâbus habercisi gibi.

CEMAL-Yok ağabey öyle değil elbette. Bende Nur-u Nisa da buna çok seviniyoruz. Ancak Nur-u Nisa’nın babası, bu çocuğu doğurursa tamamen evlatlıktan reddedecek Nur-u Nisa’yı.

MEHMET- Babasının istememesine rağmen bu evliliği yaptığınızı biliyorduk. Ancak bir torun yüreğini yumuşatır affeder diye düşünmüştüm.

NUR-U NİSA- Aksine çocuk beklediğimizi söyledikten sonra babamın öfkesi durulacağına daha da büyüdü.

FATMA- Vah vah çok yazık!

CEMAL- Biz de ne yapacağımızı bilemedik. Size de danışalım dedik.

MEHMET- Zor bir durum gerçekten, ama o kadar zorluk çektiniz bu zamana kadar. Elbette bu çocuk dünyaya gelmeli. Sizde inatla şimdiye kadar nasıl mücadele ettiyseniz aynı şekilde devam etmelisiniz.

NUR-U NİSA- Siz benim babamı tanımıyorsunuz Mehmet Bey? Benim ailemin kolları Anadolu’nun bir ucundan bir ucuna kadar uzanıyor. Cemal’i bırakıp geri dönmem için elinden geleni ardına koymadı babam, sürekli şehirden şehre sürdürdü Cemal’i.

CEMAL- Ağabey senden bir isteğim olacak. İsteğimiz daha doğrusu.

MEHMET- Ne demek Cemal, sen benim kardeşimsin. İstek de ne demekmiş?

CEMAL- Nur-u Nisa üç ay bilemedin üç buçuk ay sonra doğum yapacak. Burada doğurmak istediğini söyledi bana. Sence de münasipse tabi ağabey.

MEHMET- Cemal şimdi yaşına başına bakmam döverim seni. Bunu sorman bile ayıp yahu. Burası seninde ana- baba ocağın, elbette kardeşim.

CEMAL(Mehmet’e sarılır)- Sağ olasın ağabeyim. Sağ olasın.

(Sahne kararır)

SAHNE IV

(1952 yılı, Mehmet beyin evi)

FATMA- Mehmet’im Kemalden mektup geldi. Urfa’da öğretmenlik yapmanın çok zor olduğunu yazmış. Ancak o ve Nehir gittikleri köyün ağasına kısa zamanda kendilerini sevdirmişler.

MEHMET- Aslan oğlum, aslan gelinim benim.

FATMA- He valla! Bak hele fotoğrafta göndermişler. Fotoğrafta Kemal talebeleri ve Nehirle birlikteler. Bizden uzaktalar ama oğlumun yaptığı çok kutsal. Değil mi Mehmet’im?

MEHMET- Kemal benim yüzümü kara çıkarmadı Fatma. Kars Cilavuz köy enstitüsünden birincilikle öğretmen çıktı. Sonra memleketinde öğretmenlik yapacağı yere taaa Urfa’ya istedi görev yerini. Gönüllü olarak. Gurur duyuyorum oğlumla gurur.

FATMA- Baksana Habib’in oğlu Süleyman’a. Zora gelemedi kaldı meydanda. Sonra burada muallim oldu. Kemal ile Nehir’in sevdasına da diken oldu hep. Taa evlenecekleri ana kadar. Bir insan bu kadar mı kindar olur. Hiç çekmemiş babasına.

MEHMET- Doğru söylersin hanım. Ama bak bizim küçük oğlana. Oda bana çekmedi hiç. Ne dediysem tersine gitti.

FATMA- Öyle deme Mehmet’im. Yaşarımda bizim kanımız canımız.

MEHMET- Ben nerede hata yaptım Fatma?

FATMA- Mehmet’im yiğidim benim. Sen neden dövünürsün hataları neden kendinde ararsın. Ne olur yapma böyle?

MEHMET- Yok Fatma yok. Ben hep Kemal’i el üstünde tuttum, Yaşar’a gerekli alakayı göstermedim. Kemal öğretmen çıktı, evlendi. Yakında torun verecekler bize.

FATMA- Mehmet’im torun dedin de yüreğimi dağladın. Valla geçen gün bana açıldı. Yaşarda komşu köyden bir kıza sevdalanmış.

(Kapıdan Habib hoca seslenir)

HABİB- Mehmet evde misiniz?

MEHMET- Gel Habib gel. Evdeyiz.

(Habib hoca içeri girer)

HABİB(Soluk soluğadır ve telaşlıdır)- Mehmet bizim oğlan yine yaptı yapacağını.

FATMA- Ne oldu Habib? Ne yapmış ki senin oğlan?

HABİB- Vallahi ben ne suç işledim de bu oğlan bize bu kadar çile çektirir. Delirdi bu oğlan delirdi. Bu sinir babamda vardı. Ama babamın siniri bile bu kadar değildi.

MEHMET- Habib adamı çatlatma da söyle. Ne yaptı Süleyman?

HABİB- Son sınıftan bir talebeyi pataklamış, kulak zarını patlatmış. Çocuğun babası geldi bugün evime.

FATMA- Yapma ya. Habib hoca senin bu oğlan hepten şaşırttı valla.

MEHMET- Dur Hanım hele, geç şöyle otur bakalım Habib. Soluklan da doğru dürüst anlat bakalım.

HABİB- Bundan iki ay öncede başka bir çocuğu pataklamış, kolunu kırmış. Bu ilk değil yani. Ama tabi ben bütün bunları yeni öğrendim.

MEHMET- Habib valla sen benim kardeşimsin. Bilirsin. Hep açık konuşurum sana. Senin oğlun benimde evladım sayılır. Bende öğretmenlik yaptım. Bilirim zor iştir. Sabır işidir. Ama senin çocuk bu öğretmenliği severek yapmıyor, çocuk pataklamakta ne demek.

HABİB- Evet, senin oğlan köy enstitüsüne gideceğim dedi ardından Süleyman da bende gideceğim dedi. Kemal ve Nehir çeşmede buluştuklarında hep onları gözetlerdi. Tarladan dönerken kaç defa tanık oldum.

FATMA- Bak sen hele. Bizde bu çocuk ne ister oğlumun sevdalısından derdik anlamazdık o zamanlar. Elinden geleni ardına koymadı.

HABİB- Hep kıskandı Kemal’i. Çalışkanlığını, evliliğini, sizleri bile Fatma bacı.

MEHMET- Bak Habib. Süleyman’ı al karşına konuş bence. Oğlunun bu kıskançlığı ve öfkesi hepimizin canını yakacak.

HABİB- Haklısın Mehmet.

MEHMET- Fatma bir çay demle de kıtlama içelim.

FATMA- Tamda ben diyecektim Mehmet’im ağzımdan aldın lafımı. Biraz acı konuştuk ama ağzımızı tatlandıralım. Ne dersin Habib hoca?

HABİB- Olur elbette. Uzun zaman oldu karşılıklı oturmayalı.

(Kapıdan ses gelir)

—Fatma abla! Fatma abla.

FATMA-(İki jandarma durur kapıda)- Buyur evladım. Hayırdır inşallah.

JANDARMA-Yaşar evde mi Fatma abla?

FATMA- Yok evladım. Ne yapacaksın Yaşar’ı?

JANDARMA- Hakkında şikâyet var. Gizli örgüte üye olmaktan ve halkı isyana teşvikten hakkında tahkikat var.

FATMA- Benim oğlum yapmaz öyle şeyler.

MEHMET-(Kapıya gelir)- Evladım ne gizli örgütü. Yaşar gözümüzün önünde büyüdü. Hem kim şikâyet eder oğlumu?

JANDARMA- Bu konuda sana bilgi veremem Mehmet amca.

MEHMET- Bakın evladım Yaşar şu anda evde değil. Akşam eve gelir gelmez ertesi gün karakola kendi ellerimle getireceğim. Siz gidin şimdi. Tamam mı?

JANDARMA- Evi arayacağız.(İçeri adım atar)Yaşarın odası hangisi?

FATMA- Dur evladım dur hele bir. Bu ne acele böyle, paldır küldür girdiğin kurtuluş savaşı gazisi Mehmet’imin ocağıdır. Bu ne cürettir böyle.

MEHMET- Dur Fatma. Girsinler. Onlar da emir kulu. Devletimin askerine karşı durmak olmaz. Şu oda evladım Yaşarın odası. Girin bakın.

(Jandarmalar odaya girer. Bir süre sonra ellerinde birkaç kitapla çıkarlar)

JANDARMA- Bu kitapları karakola götüreceğiz. Mehmet amca sende yarın sabah Yaşarı getir karakola.

(Jandarmalar çıkar)

HABİB- Mehmet kardeşim geç şöyle otur. Yüzün bembeyaz oldu. Çabuk bir bardak su getir Fatma.

(Habib Mehmet’in koluna girer ve divana oturtur)

FATMA- Al Mehmet’im iç hele. Betin benzin attı. Merak etme Yaşarım hakkında ki her şey bir düzmecedir. Emin ol.

MEHMET- Emin mi olayım? Fatma jandarmaların söyledikleri doğru desem sana? Jandarmanın elindeki kitap Nazım Hikmetin kitabıydı. Yaşarla geçenlerde konuştum. İnkâr etti tabii.

FATMA- Neyi konuştun? Neyi inkâr etti?

MEHMET- Fatma. Yaşar gizli örgüt üyesi. Bu doğru. Bir defasında odasında gördüm okurken. Nazım Hikmet’in şiirlerini okuduğunu söyledi. Duymuşsundur yurttaşlıktan çıkartılan Komünist şair Nazım Hikmet Ran.

HABİB- Mehmet. Jandarmaların dedikleri doğru o zaman. Peki, karakola gidip kim gammazladı Yaşarı?

YAŞAR- Kim olacak? Oğlun olacak o üçkâğıtçı düzenbaz tabii ki.

(Yaşar kapıdan içeri girer.)

YAŞAR- Evet Habib hoca. Beni ve arkadaşlarımı jandarmaya senin oğlun gammazladı.

FATMA(Yaşarın ellerinden tutar ve yüzüne götürür.)- Yaşarım evladım neler yaptın sen Oğlum?

YAŞAR- Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim ana. Geçen konuştuğumuzda babama da söyledim. Bu benim hayatım ve verdiğim kararlardan tamamen ben sorumluyum.

HABİB- Yaşar ne demek şimdi bu söylediklerin. Süleyman seni neden şikâyet etsin karakola?

YAŞAR- İntikam!

MEHMET(Titrer- )Sus Yaşar. Konuşma fazla. Yarın sabah erkenden karakola gideceğiz. Şimdi odana geç.

HABİB- Dur Mehmet ne diyecekse desin.

YAŞAR- Baba dur hele Habib hocaya söyleyeceklerim bitmedi daha.

MEHMET-(Üzülür)- Demek oluyor ki bu evde artık sözüm geçmiyor Fatma.

YAŞAR- Hükümet ilk iş olarak Türkçe ezanı Arapçaya çevirdi. Anayasanın dili Türkçe deyim ve sözcüklerden arındırıldı. Cumhuriyetin halka yaygınlaştırılmasını sağlayan halkevleri kapatıldı. Ben buna karşı mücadele ediyorum.

FATMA- Yaşar oğlum ne yeri ne zamanı. Sana mı kaldı bunun mücadelesi? Bunlar hükümet işi. Bizim aklımız ermez.

YAŞAR- Senin o üçkâğıtçı oğlun ağabeyime olan nefretini şimdi beni gammazlayarak kusuyor Habib amca. Benim fikirlerim, inançlarım sana da babama da saçma gelebilir. Hayal kurduğumu söyleyebilirsiniz. Ama ben oğlun gibi erdemlerimi kaybetmedim.

MEHMET(Bağırır)- Geç içeri Yaşar.

YAŞAR- Oğlun insanlığını kaybetmiş, intikam için erdemlerini hiçe sayan, dürüstlüğü unutmuş, gurur ve şerefini ayaklar altına alan, öfkesine hakim olamayıp küçük çocuklardan çıkarmaya bile çekinmeyen bir adam.

FATMA- Oğlum. Habib amcana haksızlık ediyorsun ama.

HABİB- Söylediği her konuda haklı oğlun.

YAŞAR- Habib amca kusuruma bakma ama senin oğlunun beni ve arkadaşlarımı ispiyonlaması önemli olabilir ama daha önemlisi böyle bir insanın öğretmen olması ve bu karakterdeki bir insanın yetiştireceği nesli düşünemiyorum. İleride böyle insanlar bizi yönetirse şaşırmayın sakın.

HABİB- Oğlun çok haklı Mehmet. Kemal’le gurur duyduğun gibi Yaşarla da gurur duymalısın.

(Yaşar Mehmet’in yanına gelir ve elini öper.)

YAŞAR- Baba ben yarın seninle gelemem karakola. Bu gece arkadaşlarla sınırdan geçeceğiz. Eve baskına geleceklerini biliyordum. Anam ve seninle vedalaşmak için gelmiştim.

(Mehmet Yaşara sarılır ve ağlar)

(Sahne kararır)

SAHNE V

(1961 yılı, Mehmet beyin evi, radyodan haberleri dinler)

—Ajansımıza geçen yeni habere göre, Köy enstitüleri kurucusu, eski Milli Eğitim Bakanı, milletvekili Hasan Ali Yücel arkadaşı Dr. Tevfik Sağlam’ın evinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.

(Mehmet radyodan dinlediği bu habere çok üzülür, Mehmet’in halini gören Fatma Yaşar’a seslenir)

FATMA- Yaşar’ım oğlum acele babana koş. Çabuk. Fenalaştı.
YAŞAR- Baba. İyi misin?

FATMA- Mehmet’im evimin direği. Ne oldu da fenalaştın?

MEHMET- Yok bir şeyim hanım. Ben iyiyim.

YAŞAR(Dışarıdaki Kemale seslenir)- Ağabey Hasan Ali Yücel vefat etmiş.

FATMA(Mehmet’e su verir.)- Şimdi nasılsın? İlacını içtin mi bugün?

YAŞAR- Aldı ana ilacını. Bugün ben verdim.

MEHMET- Hanım vatan aydınlanma devrimcisini kaybetti bugün.

(Kemal Enstitüden arkadaşı Hasan’la içeri girerler.)

KEMAL- Kars Cilavuz Köy Enstitüsüne gelmişti. Dün gibi hatırlarım. Daha bugün Enstitüde çektirdiğimiz fotoğraflara baktık Hasan’la. Babamın söylediği doğru. Çok önemli bir insanı kaybettik bugün.

FATMA- Kemal, birincilik ödülünü elinden aldığın Bakan değil mi?

KEMAL- Evet ana. O

HASAN- Mezuniyet töreninde halkoyunları oynamış, türküler söylemiştik. O yıl kendi ellerimizle yaptığımız anfi-tiyatroda Cumhuriyet adlı oyunumuzu oynamıştık.

MEHMET- Benim Kemal de, Atatürk’ü oynuyordu. Aslan oğlum benim. Göğsümü kabartmıştın o gün.

KEMAL- Hasan o gün şiir okumuştun hala ezberinde mi o şiir. Hasan Ali Yücelin yazdığı şiirdi değil mi?

HASAN- Evet. Bilmez miyim Kemal. Her öğretmenler gününde öğrencilerim okur o şiiri bana. Okuyayım mı?

MEHMET- Oku elbette evladım.

HASAN-

Elli yılın yarısı çalışma, gelişmedir;
Öbür yarısı fakat savaşıp didişmedir
Bilen yok neticede kim yenildi, kim yendi;
Kimi sıfırsın dedi, kimi övdü beğendi.
Düştüm millet uğrunda dava ararken derde,
Kötü ettin dediler iyi denecek yerde.
İstediğim bu idi: Devlet bağsız, vatan hür;
Bu bağımsız vatanda Türk’e rahat ömür

Altı Ağustostaydı, çekildim Bakanlıktan
Ondan sonra başladı hücumlar dört bir yandan.
Hangi sözün sonunda “ist” gelmişse 0, bendim;
Tanıyamaz olmuştum artık kendimi kendim.

Madem sonunda “ist” vardı, nasıl komünist olmam?
Yüzde yüzdü bir yandan bunlarca faşist olmam?
Bu şaşkınlar gözünde olmuştum bir sosyalist.
Hem komünist, hem faşist, hem anti-nasyonalist!

‘Halk ne bilir bunları, söyle tutar!’ dediler
‘Bilmeyenler bunları kolay yutar’ dediler
Halk mı sanki aldanan, aydınlarda yuttular;
Geçen emeklerimi bir anda tuttular

MEHMET- Hasan Ali Yücel, cumhuriyetin aydın insanlarındandı. Çok yıpratıldı. Çok haksızlıklara maruz kaldı.

KEMAL- Bir defasında Enstitüye Meclis başkanı ve yardımcıları gelmişlerdi. Yüksek Köy Enstitüleri ikinci mezunlarını veriyordu. Bize Türk tarihini, mazimizi size okutuyorlar mı diye sormuştu meclis başkanı. Hasan çok iyi cevap vermişti kendisine. Hatırlıyorsun değil mi Hasan?

HASAN- Hatırlamaz mıyım hiç. Dün gibi. Diğer okullarda olduğu gibi bizim Enstitülerde de değerli hocalarımız tarih okutuyorlar efendim diye verdiğim cevap şaşırtmıştı başkanı ve heyeti.

KEMAL- Başkan ve yardımcıları okulumuzda bazen kendi yazdığımız bazen de Bakanlık yayınlarından seçip oynadığımız oyunları izlemişlerdi. Oyunu izledikten sonra yardımcısı şanlı ve şerefli mazimizi okuyup yazacaklarına Moliere, Gogol, Puşkin’den okurlar, oynarlar, bestelerler, Milli benliğimize kavuşalım efendim demişti başkanına dönerek.

HASAN- Bir defasında Müfettiş piyesini oynamıştık. Kaymakam hükümeti küçük düşürdüğü gerekçesiyle oyunu durdurmak istemiş halk buna karşı çıkmıştı, Jandarma polis çağırılmış, Mülkiye Müfettişlerinin raporu ise Kaymakamın aleyhine verilmişti.

KEMAL- Ta O zamanlar Köy Enstitülerini kapatmak için çalışmalar, görüşmeler yapılmaya başlamıştı. Yaklaşık yedi yıl öncede Köy Enstitüleri tamamen kapatıldı ve Öğretmen okullarına dönüştürüldü.

MEHMET- Ve böylece Cumhuriyet devriminin eğitimde ki aydınlanma devri de sona ermiş oldu.

(Radyodan tekrar yeni bir haber daha duyulur)

—Ajansımıza gelen yeni bir habere göre Cumhurbaşkanımız Cemal Gürsel önümüzdeki Cumhuriyet bayramına ilk yerli otomobilin yapılacağını bildirmiştir. Mühendislerimizin canla başla çalıştıklarını belirten Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Cumhuriyet kutlamalarına ilk yerli otomobilimizin yetişeceğini söylemiştir.

(Radyodan haberi duyan Mehmet oğluna ve karısına dönerek)

MEHMET- Her iktidar kendisinden öncekinin kazanımlarını bir fırça darbesiyle siler ve tarih yeni bir tablonun fırça darbeleri ile başlar.

(Sahne kararır)

PERDE

KÜRŞAT URAL
MAYIS 2008

5/04/2008

Kısa Tiyatro Oyunu*

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan Aktemur hocanın ödevi
Konu: Tiyatro oyunu
Tema: Her an her şey olabilir
Kişiler: Herkes

(Sokak lambasının altında güle oynaya şarkı söyleyerek evine giden mahallenin en güzel kızı olan Serpilin önünü karanlık ara sokaktan çıkan bir erkek keser.)

SERPİL(İrkilir, titrek sesiyle)- Sende kimsin? Beni mi takip ediyorsun?

(Erkek sokak lambasının altına gelince yüzü aydınlanır. Serpil erkeği tanır.)

SERPİL(Rahatlar)- Özdemir abi sen ha! Birden karanlıktan önüme çıkınca çok korktum ya! (Ağzındaki çikleti şişirir ve patlatır).Aha bu balonun patlaması gibi ödümü patlattın be!

ÖZDEMİR- Kız bu saatte ne işin var dışarılarda senin? Ağzında çiklet, dans ede ede, entarini o yana bu yana sallayarak bir mahalle orospusunu andırıyorsun akşam akşam bana. Ayıptır ayıp. Bizim mahalle kaldırmaz böyle şeyleri bilmez misin?

SERPİL-Özdemir abi sen deme ya! Karın seni o gece bekçisiyle aldattı ve kaçtı gitti evden. Bütün mahalle konuşuyor bunu. Geçmişsin karşıma bana namus dersi veriyorsun be! Sen mahallenin namusuyla uğraşacağına karına sahip çıksaydın. Asıl sana ayıp. Yazık yazık.

(Ağzındaki çikleti şişirir ve Özdemir’in yüzüne doğru patlatır.)

ÖZDEMİR-Senden namus dersimi alacağım. Git işine be! Orospu.

SERPİL(Avazı çıktığı kadar bağırır)-Yetişin komşular!Yetişin!Sapık var!

(Özdemir eliyle Serpilin ağzını kapatır. Serpil Özdemir’in elini ısırır.)

ÖZDEMİR-Ahh!! Orospu ısırdı elimi ya.Azgın kaltak.

(Özdemir ara sokaktan karanlığa karışır Serpilin yanına etraftan komşular gelmiştir. Sokak bir anda kalabalıktan ana baba günü olur)

SERPİL-Canımı zor kurtardım komşu ya! Sapık az daha şuracıkta canıma kıyacaktı.(Çikletin balonunu patlatır)

ASİYE-Kız Serpil kimdi sana saldıran. Görebildin mi?

SERPİL-Asiye abla valla ne yalan söyleyeyim tam çıkaramadım ya. Sokak lambası da çok iyi aydınlatmıyor sokağı. Yüzünü tam seçemedim ama Seyfi abiye çok benziyordu valla.

SAFİYE(Bağırır)- Kız sen ne diyorsun be? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Benim kocam niye saldırsın sana ya! Ağzını yırtarım senin küçük fahişe.

SERPİL-Safiye abla valla karanlıktan tam çıkartamadım. Ona benzettim sadece vallahi. Kızma abla ya.
(Yine patlatır sakızın balonunu Serpil. Safiyenin saçlarından tuttuğu gibi yere yatırır, boğuşurlar. Diğer kadınlarda karışır kavgaya Uzun çalan düdük sesi duyulur. Bekçi gelir)

SIDDIK: Yahu nedir sizden çektiğim benim be! Bir gecede rahat durun ya. Serpil, Asiye, Safiye çekilin hele şöyle ayrılın bakayım. Delireceğim yahu sizin bu kavgalarınızı ayırmaktan. Bıktım. Mahalle değil, yüksek kaldırım sanki. Estağfurullah. Tövbe tövbe. Dağılın ulan. Delirtmeyin beni be.

SERPİL- İnanmazsın tabi kocanı sen basmadın mı Asiye ablayla. Söylesene yalan mı? Sende az fingirdeşmedin Sabahattin abiyle dükkanında. Açtırmayın ağzımı benim. Ablamsınız diye alttan aldım hep ama artık yeter ya!

ASİYE(Safiye’ye doğru yönelir. Saldıracakken Bekçi Sıdık aralarına girer)- Kız Safiye kaç zamandır şüpheleniyordum senden. Tabi ya, çok sık girip çıkıyordun dükkana sen. Anlaşıldı. Ben senin saçlarını yolmaz mıyım kartlaşmış karı seni. Senin turşunu kurar benim Sabahattin’im be.

(Seyircilerin arasından bir erkek ayağa kalkar.)

SEYİRCİ- Yeter! Yeter be! Kadınlar durun ya! Sakin olun. Bu sahneyi böyle yazmamıştım ben. Yönetmen mi değiştirdi ya! Benim yazdığım oyundaki mahalle böyle değildi. Kabul edemem bunu ben.Asla bu oyun oynanmamalı.

(Seyircilerin arasından bir bayan ayağa kalkar)

BAYAN SEYİRCİ- Ahmet bey evet oynanan oyun sizin yazdıklarınız değil. Ben değiştirdim. Yönetmeni benim oyunun.

AHMET- Siz ne hakla değiştirirsiniz oyunumu ha! Siz nasıl bir sanatçısınız ya?
(Arka sıradaki yönetmenin saçlarına asılır çeker kendine doğru)

YÖNETMEN- Dur be adam! Bırak saçımı. Güvenlik. Yetişin sapık var salonda yetişin.

(Sahnedeki oyuncular iner aşağıya, ışıklar yanar, seyirci koltuğundan birkaç kişi oyun yazarının üzerine atılır ortalık karışır. Ön protokol da ki birçok kişi karışmıştır kavgaya. Sahne ve salon ışıkları kararır. Localar da oturan seyirciler ayağa kalkar alkışlar hep birlikte)

PERDE


Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

3/27/2008

İdam*

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan Aktemur hocanın ödevi

Şiir
ŞAFAK TÜRKÜSÜ
1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
http://siir.gen.tr/ Şair Nevzat Çelik'e ait şiirin tamamını bu adresten okuyabilirsiniz.

Türkü
ŞAFAK TÜRKÜSÜ
Beni burada arama
Arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne ağlama.

”Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice
Ah... verebilseydim keşke
Yüreği avucunda koşan her bir anneye
Tepeden tırnağa oğla
Ve kıza kesmiş bir ülkeye armağan
Düşlerimle sınırsız diretmişliğimle genç
Şaşkınlığımla çocuk devrederken sırdaşıma
Usulca açılıverdi yanağında tomurcuk
Pir Sultan'ı düşün anne,Şeyh Bedrettin'i, Börklüce'yi
İnsanları düşün anne
Düşün ki yüreğin sallansın
Düşün ki o an güneşli güzel günlere inanan
Mutlu bir Yusufcuk havalansın.”

Beni burada arama
Arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne ağlama.

”Yani benim güzel annem
Ala şafağında ülkemin yıldız uçurmak varken
Oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim
Ne garip duygu şu ölmek
Öptüğüm kızlar geliyor aklıma
Bir açıklaması vardır elbet...
Geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
Bağışla beni güzel annem
Oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
Elleri değsin istemedim
Gözleri değsin istemedim
Ağlayıp koklayacaktın
Belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
Yaşamak ağrısı asıldı boynuma
Oysa türkü tadında yaşamak isterdim.”

Beni burada arama
Arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne ağlama.

“Kısacası güzel annem
Bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
Gülmek umut etmek, özlemek
Ya da mektup beklemek
Gözleri yatırıp ıraklara
Ölmek ne garip şey anne
Baba olamayacağım örneğin
Toprak olmak ne garip şey anne
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne, ağlama
Bekle beni anne
Bir sabah çıkagelirim
Bir sabah anne bir sabah
Acını süpürmek için açtığında kapını...”

Söz: Nevzat Çelik
Müzik: Ahmet Kaya



İDAM

(Bir örgüt evinde 3 erkek 1 kadın arlarında konuşurlar)

ENVER- Arkadaşlar bu eylemimiz birlikte gerçekleştireceğimiz son eylem olabilir. Buna hazırlıklısınız değil mi?

ERTAN- Enver abi doğru söylüyor. O yüzden sevdiklerinizle konuşamadığınız için mektup yazıp bana verin. Onlara ulaştırılacak.

HÜSEYİN-Ben dün gece yazdım.

NEHİR- Bende yazdım. Yalnız mektubumu anneme vermesinler. Onun okumasını istemiyorum. Köydeki babama ulaştırırsan sevinirim Ertan.

ENVER-Tamam arkadaşlar son kontrollerimizi yapalım. Ertan, Hüseyin silahlarda bir sorun yok değil mi? Zorunlu olmadıkça kesinlikle kullanmıyoruz silahlarımızı.

ERTAN-Yok Enver abi. İçin rahat olsun. Hüseyin’in silahını da dün gece tekrar kontrol ettim ben.Meraklanma sen.

NEHİR- Araç birazdan evin önüne gelir. Kenan sabah yedide sokağın köşesinde hazır olurum dedi dün.

ENVER-Fazla vaktimizde kalmadı saat altı buçuk olmuş bile. Nehir, Kenan bir aksilik çıkartmaz değil mi?Geç falan kalmaz umarım.Dediği saatte orada olmalı.Operasyonumuzun en önemli ayağı ulaşım biliyorsun.

NEHİR-Yok Enver abi olur mu öyle şey? Bak çaldırayım istersen cepten Kenan’ı.

ENVER-Dur Nehir dur. Allah aşkına delirdin mi ne yapıyorsun? Sizlere söylemedim mi dün ben bütün cep telefonlarından kurtulacaksınız diye.

NEHİR- Kusura bakma. Unutmuşum abi söylediklerini.

ERTAN-Bizim görevler hata kabul etmez Nehir. Bu acemiliğini ilk eylem olmasına veriyorum. Hadi arkadaşlar son hazırlıklarımız bitirelim. Yola koyulalım Kenan da gelir.Her şeyimiz tamam değil mi?

(O sırada perdeden ışık geçer ve ardından siren ve sesler.)

-Polis. Etrafınız sarıldı. Silahlarınızı bırakın ve pencereye doğru elleriniz havada gelin. Teslim olun.

ENVER- Buda neyin nesi ya! Polis ha! Ah Nehir ah! Hani güvenilir biriydi Kenan. İhbar etmiş bizi.

NEHİR-Yok abi Kenan yapmaz öyle şey.

(Enver eğilerek pencerenin önüne gelir ve perdeyi aralayıp dışarıya baktığında Kenan’ı elleri kelepçeli polislerin arasında görür.)

ENVER-Evet galiba haklısın o zaman polis nasıl haber aldı da buldu bizi.

ERTAN(Belindeki silahı Enver’e doğrultur)-Eller yukarı Enver abi. Yolun sonu.

ENVER-Vay kalleş sen ha! Ben kimden beklerken kim ihbar etmiş bizi.(O da belindeki silahı çeker ve doğrultur Ertan’a.)

NEHİR-Enver abi ne yapacağız söylesene?

HÜSEYİN-Abi ben çok korkuyorum. Bunlar hepimizi öldürecek. Sağ çıkartmazlar bizi buradan.

ENVER-Ertan buradan ya senin ya da benim ölüm çıkacak. Bu yaptığını affetmeyeceğim bilesin.

(Polis dışarıdan anonslarına devam eder. İçeriden iki el silah sesi duyulur.)

NEHİR-(Koşarak) Enver abi!

(Enver ve Ertan ikisi de yığılır yere.)

NEHİR-Enver abi iyi misin? Abi kurşun omzunu sıyırıp geçmiş.(Ertan’a dönüp baktığında yerde hareketsiz yattığını görür. Hüseyin Ertan’ın nabzına bakar.)

HÜSEYİN-Ölmüş abi.

ENVER- Hakketti, kalleşlik yapanların sonu da budur. Çocuklar polisin dediğini yapın ellerinizi havaya kaldırın ve teslim olacağınızı söyleyin pencereden.

NEHİR-Olur mu abi? Teslim olmayacağız. Savaşacağız.

ENVER- Nehir benim emirlerime karşımı çıkıyorsun. Dediğimi yapın çabuk.


(Bir yıl sonra Cezaevi erkekler siyasi koğuşu)

SAMET-Enver abi çayın soğudu abi. İçmeyecen mi? Tazeleyeyim istersen.

ENVER-Yok Samet sağolasın kardeş.

YUSUF(Sessizce)- Samet dünkü duruşmadan da bişey çıkmadı değil mi Enver ağabeyin? İdam kararında ısrarlı galiba savcılar.

SAMET- Evet Enver ağabeyimizi sonunda götürecekler darağacına.

YUSUF-Muhalefet de ki milletvekilleri de kılını kıpırdatmıyor baksana. Hocam. Önder hocam sen ne diyorsun son gelişmelere. Baksana milletvekili can dostların senide unuttular burada.

ENVER(Bağırır)-Yusuf sözlerine dikkat etsene sen ya. Karşında çocuk yok senin koskoca profesör Önder hoca var. Sen nasıl konuşursun hocamla bu üslupla.

YUSUF-Özür dilerim Enver abi. Heyecan işte. Senin durumun böyle gittikçe ne söylediğini bilmiyor insan.

ÖNDER- Enver evladım boşver onlar delikanlı. Ben kırılmam böyle sözlere.

(Kapı açılır ve gardiyan mektupları bırakır.)

SAMET-Enver ağabeyime de bir mektup var. Memleketten. Buyur abi.

ENVER-(Mektubu okur.)-Ölümden başka yol yoktur artık bana.

SAMET-Abi ne oldu? Kimden mektup.

ENVER-Amcamdan. Anacığımın vefatını yazmış mektupta. Dün defnetmişler anamı.Ve ben buradayım.Dört duvar arasında.Can anacığımın cenazesine bile gidemedim. Hayır mı çıkar bu evlattan. Ölüm tek çaredir bana.Tek çare.

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

3/19/2008

Rüya*

Ressam Goya'nın Maja Nude tablosu

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan Aktemur hocanın ödevi


(Adem sipariş olarak almış olduğu resim üzerinde çalışmaktadır aylarca. Atölyesine çağırdığı Ayla soyunmuş ve uzanmıştır koltuğun üzerine)

Adem- Ne zaman söylediğimi çok iyi hatırlıyorum.
Çıplak rahibeler pasaklı beynimde kırıtıyorlar.
Seviş benimle.

(Ayla cevap vermez.)

Adem- Nasıl bitireceğimi bilemeden gözlerim kapalı sana olan hayranlığımı anlatacağım. Yazılmamış şiirlerde ve yaşanmamış hikayeler de bulsam seni. Öyle bir arzunun kaçamaklarında bulacağım ki seni şaşıracaksın. Söyleyeceğim. Sevişmenin kılavuzluğunu senden öğrendiğimi.

Ayla-Bazen bir kadın olmak bazen de bir erkek olmak vücutlarda. Nasıl oluyor da bu derinliğe inemeden yüzeylerde geziniyoruz? Halbuki öyle bir heyecan veriyor ki anlatamam.

Adem-Bir kadının zevk sesindeki hırçınlığını, kadife yumuşaklığının kulağıma sert vuruşlarını ve tarif edişleri çağırdım. O öyle nasıl bir şey. Fark edemezdim. Anladığım ve beni uyaran seslerin ahenginde bulandım. Ürktüm ve korktum. Neden mi? Bakışlarından diyorum.

(Bir ses duyarlar ve şöyle der.)

-Sen hangi şartlarda olursa olsun sanatçının mutlu olabileceğini mi sanıyorsun?

Adem-Bak duydun mu? Aslında bize sesleniyor. Sen ve ben. Burada bu tabloyu birlikte yaratıyoruz. Benim sadece beynimin verdiği komutlarla ellerim fırça darbelerini yapıyor. Sen olmazsan orada neye yarar bu eller.

Ayla-Mutlu aşıkların olamayacağı gibi sanatçılar da mutsuzdur. Böyle söylememle yargım kesin gibi gözükse de, bazı yanılsamaları elbette dikkate alıyorum. Ancak yine de sanatçının mutlu olamayacağı düşüncesi ağır basıyor.

Adem-Kadınlar biz erkeklerin yaşamında ki vazgeçilmezlerindendir.
Doğumdan itibaren annenin ilk dokunuşuyla başlayan bu inişli çıkışlı serüven.

(Aynı ses şöyle der)

-Karamsarlıktan kurtulup aydınlık geleceğin içinden nasıl çıkabilirim ey yüzsüzler.

Adem-Sizi seviyorum nedenini hiç bilmediğim olanlardan sıyırıp kendimi bırakıp tutku tarlalarındaki kadınlarla çapa vuruyorum. Her vuruşta içim öyle bir sızlıyor, göğsüme öyle bir acılı ağrı saplanıyor ki.

Elbette bilmezlikten geliyorum bütün nedenlerini. Kandırma kendini yürü üstüne. Susarak bugünlerin acısına saplandın be adam. Yürü üstüne.
Ayla-Sen kendini bana saklama. Uzak dur, benim sevecen yüzüme aldanma sakın.

(Aynı ses devam eder.)

-Onun kulağına fısıldadığı sözlere aldanma sakın.

Adem-O ve müritleri yalan söylüyorlar, demiyorum. Sakın yanlış anlama. Sapkın düşüncelere sokarlar seni. Ümitsizce öyle bir gayya kuyusunun içine çekerler ki seni.
Umudunu geleceğe taşıdığın bütün hedeflerinin teker teker akıp gittiğini göreceksin, gözlerinin önünden.
Ayla-Asıl Zerdüş'tün dediklerine kulak vermeni tavsiye ederim sevgili.

Adem-Şöyle söylemişti. Seviş onunla. Ama kesinlikle dokunma. Dokunduğun anda, cellatların kollarında giyotine gidersin. Unutma. Teninde gezinişini öyle yumuşak yapmalısın ki uykusunda bile senin olduğunu bilmemeli. Uyanık iken seni görmemeli. Öyle hissettirmelisin ki uzak yerlere yaptığı ve geri dönüşü olmayan yolculuklara çıktığını anlamamalı. Tek kişilik aşkı dillendirenlere inatla karşı çıkmalı. Zıtlıkları aynı mekanda, ancak farklı mekanlarda birleştirmeli.


(Aynı ses seslenir yine)

-Uyan be adam. Uyan. Yatağın içine akıttığın masum gözlerin kanlı yaşlarına bulanma. Kan ağlıyor sana. Kör oldu, görmüyor seni. İşte seni göremeyenlere katil gözlüğü oldun. Üzülme, Zerdüşt yine kurtarır seni bu rüyadan.


Adem-Seni öyle anlatmalıyım ki, bütün kadınlar nefret etmeli benden. Bana olan hırsları birikmeli yaptıklarımla. Üçüncü üçlemenin yaratıcısı olan beni, parçalamak istemeliler.

Ayla-Yakın bütün tenlerinizle. Oramı buramı. Tutkunun en ince ayrıntılarına gizlenmeden, göğüsleri sarkmış resimdeki kadının bakışlarında ki heyecanla poz verin resminizi yapanlara.

Adem-Onlar sizi her gün aldatıyorlar. Her gün başka başka senlerin resmini yapıyorlar. Sadece ne bildikleri önemli değil, hangi rengi hangi sende kullanacaklarını ayırt edemiyorlar. Aynı benim seni ayırt edemediğim ve ona söyleyemediğim gibi.

(Kapı çalar Adem uyanır, kalkar yatağından ve kapıyı açar. Karşısında Aylayı görür.)

Adem-Ayla biraz önce rüyamda seni gördüm. Geç içeri anlatayım.

3/14/2008

Anne ve Oğlu*

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan Aktemur hocanın ödevi.
Konu: İktidar

Tema:“Hükmediyor olmanız iktidar sahibi olduğunuzu kanıtlamaz”

Oyunun Adı: ANNE VE OĞLU

Kişiler:

Yasemin: Mehmet’in annesi,orta yaşlı,güzel,
Mehmet: Yasemin’in oğlu,dokuz yaşında
Kadir: Yasemin’in ikinci kocası.
Aysel: Yasemin’in temizliğe gittiği kadın
Yüksel: Aysel’in eşi.Avukat
Ercan: Yasemin’in çalıştığı işyeri sahibi.
Osman: Yasemin’in çalıştığı işyerinde müdür
Levent: Yasemin’in çalıştığı işyerinde depocu
Halis: Mehmet’in çalıştığı atölyede usta
Misafir,atölye sahibi,Halis’in eşi ve oğlu,otobüs firma yetkilisi,işçi

SAHNE I

(Şehrin varoş semtlerinde bir gecekondu evi, Kadir oğlu Mehmet’i sorguya çekmektedir.)

Kadir: Mehmet bugün kaç tane mendil sattın Beyoğlu İstiklalde. Söyle bakayım.

Mehmet: Yirmi tane sattım.

Kadir: Yuh be sana. Sabahtan akşama kadar yirmi tanemi sattın. Beceriksiz. Yine arkadaşlarınla lunaparka gittin değil mi?

Mehmet: Vallahi baba sabahtan akşama kadar İstiklalde selpak sattım. Yemin ederim.

(Çocuğun yanağına elinin tersiyle sert bir şekilde vurur. O sırada sesi duyan ve mutfakta olan Yasemin koşarak gelir ve Kadir’i ikinciyi vurmadan kolundan tutar)

Yasemin: Ya ben seninle yavrumu dövmen için mi evlendim alkolik adam. Çek ellerini çocuğumun üstünden.

Kadir: Hadi oradan be kadın!

Yasemin: Çocuğun kazandığı parayla içen adamdan hayır mı gelir bu eve. En kısa zamanda boşanacağım senden.

Kadir: Kadın sözlerine dikkat et. Ne diyorsun sen ya. Ben olmazsam kurda kuşa yem olursunuz bu mahallede? Bir boşan da görelim.

Yasemin: Boşanacağım. Temizliğe gittiğim Aysel hanımın eşi avukat. Aysel hanıma rica ederim bir celsede boşar. Bak görürsün. Uzun zamandır düşünüyordum. Bıktım senden artık.

(Mehmet ağlar. Kadir’e korku dolu gözlerle bakar, annesine de yalvarır.)

Mehmet: Anne lütfen. Artık lunaparka da gitmem. Gece on ikiye kadar selpak satarım. Bak acımadı yanağım. Gerçekten.

Yasemin: Yok artık buraya kadar. Yeter yahu. Hep dayak. Şiddet. Bu evden kahkaha sesleri yükselmeyecek mi hiç? Bak yavrum bu alkolik sana babalık bana da kocalık yapamaz kesinlikle. Ben kararımı verdim. Yarın Aysel hanımın kocasının ofisine gideceğim. Boşanacağım bu adamdan.

(Kadir sinirli bir şekilde kapıyı vurup çıkar gider evden. Yasemin, temizliğe gittiği Aysel hanıma telefon açar.)

Yasemin: Aysel hanım müsaitseniz bir şey söyleyeceğim.

Aysel: Yasemin söyle canım dinliyorum.

Yasemin: Bugünkü olay bardağı taşıran son damla oldu artık. Boşanacağım bu adamdan. Çok dövüyor çocuğu ve beni.

Aysel: Bu adam sizi dövüyor. Alkolik bir de. Her girdiği işten bir hafta sonra kovuluyor. Sen iyi sabretmişsin bu zamana kadar Yasemin. Boşan bence de.

Yasemin: Evet. Boşanacağım. Ancak sizden bir ricam olacak. Eşiniz boşanma davamı alır değil mi?Onu soracaktım.

Aysel: Sorduğun şeye bak ya. Elbette. On yıldır benim evime geliyorsun temizliğe. Artık sen bizim ailemizden oldun. Sözümü olur. Sen merak etme halleder. Ben akşam Yüksel’e söyler seni ararım.

Yasemin: Tamam. Çok sağ olun. Umarım alkolik olacak o herif başımıza iş açmaz bu akşam evde.

(Sahne Kararır.)

SAHNE II

(Akşam, Kadir eve gelir.)

Kadir: Kız Yasemin bak sana ne aldım. Mehmet sana da gel bak. Yahu bunlara iyilikte yaramıyor. Kız gelsene!Mehmet!

Yasemin: Ben bundan sonra senin hiçbir şeyini almam. Sana da inanmam. Sen çok kötülük yaptın bana ve oğluma. Ağzınla kuş tutsan da geri dönüş yok bu işten.

Kadir: Ya sen ne acayip kadınsın. Açmayacak mısın sana aldığım paketi? Mehmet gel sende aç paketini. Çok seveceğin bir oyuncak aldım. Hem de son çıkanlardan.

Yasemin: Mehmet dur oğlum dokunma pakete. Bırak sevgililerine götürsün bu paketleri. İstemiyoruz artık seni bu evde. Konuştum Aysel hanımla. Kocası bir celsede boşayacak beni senden.

Kadir: Bak hele hiç boş durmamış. Çalışkan oğlu gibi anası da çalışmış bütün gün. Yazıklar olsun size be. Yaptığım her şey için yazıklar olsun.

Yasemin: Git oradan be adam. Ne yaptın da bize söyleniyorsun. Bu evde yaptığın tek şey dışarıda içip içip gelip beni oğlumu dövmekten başka ne yaptın söyle? Erkeksin. Çalışman lazım eve ekmek getirmelisin. Her girdiğin işte en fazla bir hafta dayanabildin. Sonra alkol paranı benden şu ufacık yavrucaktan almaktan utanmadın mı?

(Kadir susar.)

Yasemin: Susarsın tabii. Oda yetmiyormuş gibi gidip dışarıdaki orospularla yedin içtin. Suç bendeki sana bu kadar tahammül ettim. Buraya kadar. Bu iş bitti.





SAHNE III

(Yasemin bir hafta sonra boşanır. Yüksel beyin ofisi. Yüksel bey, Yasemini cebinden arar.)

Yüksel: Yasemin hanım iyi günler.

Yasemin: İyi günler Yüksel bey.

Yüksel: Yasemin hanım, duruşmalarına girdiğim bir şirket sekreterlik için eleman arıyor. Sizinde artık sigortalı maaşlı bir işe girmeniz iyi olur. Bize de nasıl olsa hafta sonları geliyorsunuz temizliğe. Hem maaşı da iyi. Değerlendirseniz derim.

Yasemin: Teşekkür ederim Yüksel bey. Elbette. Ne zaman müsait olursanız uğrayayım ofisinize.

Yüksel: Bugün uğrayın ofisime. Konuşalım.

Yasemin: Zaten ofisinizin yakınlarındayım bende. Bir işyerinin temizliğini bitirdim, çıkmıştım. Tamam Yüksel bey geliyorum hemen. Görüşürüz.

(Yasemin, Yüksel beyin ofisine gelir)

Yüksel: Hoş geldiniz. Size bir haber vereceğim. Boşandığınız eşiniz trafik kazasında ölmüş. Alkollüymüş. Bilmiyordunuz sanırım?

Yasemin: Evet bilmiyordum. Sizden öğrendim şimdi. Zerre kadarda üzülmedim inanın.

Yüksel: Anlayabiliyorum sizi. Eşim bahsetti çok çektirmiş size ve oğlunuza.

Yasemin: Evet.

Yüksel: Şimdi gelelim güzel habere. Size telefon da bahsetmiştim zaten. Avukatlığını yapmış olduğum bir şirketin genel merkezine sekreterlik ve temizlik işlerine bakacak güvenilir ve tanıdık bir bayan arıyorlar. Bende sizi önerdim. Kabul ettiler.

Yasemin: Çok teşekkürler ilginize.

Yüksel: Kağıda yazdım adresini yarın sizi bekliyorlar görüşmeye. Umarım hayırlısı olur sizin için. Şimdiden tebrikler. Artık kafanız rahat olur. Mehmet’le birlikte huzurlu bir şekilde yaşarsınız.

Yasemin: Sağ olun Yüksel bey bu iyiliğinizi nasıl ödeyeceğim size ve eşinize bilmiyorum gerçekten.

SAHNE IV

(Yasemin, Yüksel beyin söylediği şirket de işe başlar. Oğlu Mehmet de bir atölyede çalışmaktadır. Yaseminin çalıştığı işyeri. Patron çalışma masasına oturur ve elindeki bastonu arkasına koyar. Bilgisayarı açar ve her sabah olduğu gibi güvenlik kamera ünitesini açıp bağırır.)

Ercan: Yasemin! Çayımı getir.

Yasemin: Tamam Ercan bey. Hemen getiriyorum.

Ercan: Ya bu depocu çocuk açmış ağzına kadar kapıyı. Kimse yok kapıda. Şu mağazadaki oturan elemana bak hele. Sabah sabah oturulur mu? Kalk pas pas çek, tezgahın üzerini sil. Ne bileyim yap bir şeyler işte. Çıldırtacak bunlar beni çıldırtacak

Yasemin: Buyurun efendim çayınız.

(Yasemin’in eli titremektedir. Yine her sabah olduğu gibi fırçayı yemeden odadan çıkmak için dönerken eli bardağa çarpar ve çayı masaya koyamadan patronunun üzerine döker.)

Ercan- Hay Allah kahretsin seni. Ne boka yarasınız ki. Ama kabahat sende değil, senin gibi bir beceriksize iş verende. Çık dışarı.

Yasemin- Çok özür dilerim efendim. Çok özür dilerim. Ben hemen temizlerim.

Ercan- Çık dışarı dedim sana. Gözüm görmesin. Sersem budala şey. Çabuk şu Allahın belası depocuyu odama yolla. Hadi.

(O sırada güvenlik kamerası depoyu göstermektedir. Müdür Osman bey ve depocu Levent beyle birlikte sayım yapmaktadırlar.)

Osman- Keşke kapıya göz kulak olması için mağazadan birini çağırsaydık. Yine patrondan fırça yemeyelim.

Levent- Müdürüm, mağazadan adam isteyip bir sürü laf işitmektense kendim yaparım işleri daha iyi. Bir gözüm kapıda benim merak etmeyin siz. Patron personelini insan yerine koymaz sürekli aşağılarsa, o personelden çok beddua alır, işini severek yapmaz çalışanlar. Zaten kameradan görmüştür çoktan.

Osman- Evet. Görmüştür.

Levent- Birazdan odasına çağırır. Günün ilk fırçasını yemeğe hazırlanalım bari.

Osman- İki yıldır bu şirketteyim. Malum işyerinde en yakınındaki çalışanı olarak Ercan bey demeye bile dilim varmıyor. Neyse. Patronun en yakınında biri olarak artık personele, genel olarak çevresine olan davranışları kabul edilemez.

Levent- Hele siz eskiyi görseydiniz müdürüm. Şimdi durulmuş hali. Kök söktürürdü eskiden herkese. Bir keresinde muhasebe müdürünün kafasına çantayı fırlatmıştı çekin ödemesini unuttu diye.

Osman- Şuna eminim ki patron olarak bu davranışları; babasından devraldığı bu aile şirketine büyük zarar verecek. Bütün personel buradan bir an önce ayrılmanın yollarını arıyor. Bunun farkındayım.

Levent- Tamamda bu işsizlikte kim nereye gidecek müdürüm. Vasıfsız elemanlarız çoğumuz. Siz hariç tabi. Tek tecrübemiz yıllardır bu sektörde çalışmamız. Daha doğrusu birçok çalışanın başka seçeneği olmadığı için burada. Bu sebeple onun çilesini çekiyoruz.

Osman- Valla artık ben iş bulmasam bile ayrılacağım bu şirketten. Şuna da eminim ki idari personel kadrosunda ben ayrıldıktan sonra yaprak dökümü olacak.

Levent- Olabilir müdürüm. İdari personel için bir şey diyemem. Ama diğer birimlerdeki herkes eli mecbur çalışmaya burada.

(Telefon çalar.)

Levent- Efendim Ercan bey.

(Suratı düşmüştür depocunun. Ahizeyi yerine koyar.)

Levent- Müdürüm patron ikimizi de odasına çağırıyor. Malum tahmin ettiğimiz şeyler olacak birazdan odasında.

Osman- Tamam. Gidelim.

(Beş dakika sonra, müdür ve depocu patronun odasından içeri girerler.)

Ercan- Yahu siz beş para etmez adamlarsınız. Ben kaç kere söyleyeceğim deponun kapısında bir adam beklesin diye. Ne beceriksiz insanlarsınız ya! Lafı bir defada anlamaz mısınız siz?

Osman- Efendim, mağazada dağıtım var. Plasiyerlere mal veriliyor. Personel yetersiz. Bizde sadece ikimiz depodaydık. Sayım yapıyorduk depocu arkadaşla. Kapıda bekleyecek personel yok anlayacağınız.

Ercan- Bak ya! Verdiği cevaba bak sen. Personel eksikmiş de falan da filan da.

Osman- Ercan bey. Bize karşı, bu ben ya da başka bir çalışanınız olabilir. Önce karşınızda maaşlı çalıştırdığınız elemanın insan olduğunu fark edin, anlayın lütfen. Bu lafları eminim ki birçok kişi belki babasından duymuş ya da hiç duymamıştır. Artık yeter ama. İki yıldır yanınızda çalışıyorum. Patron koltuğundan emirler, hakaretler savurmak sizin kişiliğinizle örtüşebilir. Buna bir şey diyemem. Ancak karşınızda her gün bağırarak, emirler yağdırarak insan yerine koymadığınız çalışanlarınızın her şeyden önce duyguları olduğunu aklınıza getirin. İnsan onlar insan! İnsanlar sizin ego tatmininiz için para almıyorlar, yaptıkları iş karşılığı için ücret alıyorlar. Empati kurun mesela. Aslında bu söylediklerimin hepsini bilen birisi olduğunuza da eminim.

(Ercan bey susar)

Osman- Aslında çok konuşmayacağım. Böyle devam ederseniz etrafınızda sizi seven belki eşiniz ve birkaç kişi kalacak. O kadar. Ne haliniz varsa görün.

(Kapıya yönelir, yavaşça kapatarak odadan çıkar. On dakika sonra Yasemin hanımın telefonu çalar.)

Yasemin- Buyurun Ercan bey. Tamam efendim hemen çağırıyorum.

(Yasemin hanım Osman beyin odasına girdiğinde oda boştur. Masanın üstünde istifa dilekçesi vardır. Birde not kağıdına Ercan beye diye yazılmış bir cümle.)

Yasemin: Ercan bey Osman bey istifa dilekçesini masasının üstüne bırakmış ve çıkmış. Birde size not bırakmış. Notunda şöyle yazıyor:

“Bazıları büyük doğar, bazıları büyüklüğü kazanır, bazılarına da büyüklük yakıştırılır.




SAHNE V

(Mehmet’in çalıştığı atölye)

Misafir: Vurma çocuğa yahu! Sende hiç mi acıma duygusu yok?

Halis: Hadi oradan be. Sen ne anlarsın ki adam yetiştirmekten. Bak şu atölyeye. Burada çalışan herkes bu tokadı yemiştir benden.

Misafir: Şiddetle iş öğretilir mi? Dayak atarak onlara bu işi öğreteceğini düşünüyorsan yanılıyorsun.

Halis: Dayak atacaksın ki ileride hatırlasınlar. Unutmasınlar. O zaman işin doğrusunu yaparlar.

Misafir: Seninle de konuşulmuyor valla. Neyse çay için sağ ol. Hadi bende dükkana gideyim. Saat bir oldu geciktim valla.

Halis: Tamam. Görüşürüz. Haa! unutmadan akşam kahveye iniyorsun dimi ? Dün akşamın acısını almam lazım senden ve ortağından. Çok pis yendiniz bizi yahu.

Misafir: Olur olur. Akşam kahveye inince ararım ben seni.

(Telefon çalar.)

Halis: Alo. Oğlum otobüs nerede mola verdi. Tamam anladım dört saat sonra alırım seni otogardan. Bende birazdan çıkacağım zaten.

(Atölye şefinin sesi duyulur.)

İşçi: Usta! Usta! Çabuk yetiş. Bugün yeni işe başlayan çocuk Mehmet elini kaptırdı makineye. Çok kötü kanıyor eli.

Halis: Ulan beceriksizler sizi. Kaç defa daha söyleyeceğim size bunu kapattıktan sonra emniyet kilidini açmayı unutmayın diye. Bak bu hafta ikinci kazanız. Ahmak herifler.

Atölye Sahibi: Sana kaçıncı ikazım oldu bu Halis biliyorsun değil mi? Yahu bu çocuklar ya sana kasıtlı yapıyorlar bu kazaları; ya da sen bu atölyeyi yürütemiyorsun artık.

Halis: Olur mu efendim? Yıllardır yanınızdayım. Ancak sizde bilirsiniz bu çocuklar böyle işte. Dikkatsizler. Akılları bir karış havada. Çocuk bunlar çocuk.

Atölye Sahibi: Tamam. Tamam. Anladık. Yaralı çocuğu hemen hastaneye götürün.

(Atölye sahibi çıkar.)

Halis: Getirin şu ecza dolabından bir şeyler sarın gönderin evine. Anlasın da bir daha yapmasın.

İşçi: Efendim olur mu? Görmüyor musunuz yarası derin, fena da kanıyor. Dikiş atmak gerekir. Sonra yolda başına bir şey gelmesin çocuğun.

Halis: Ya ne demezsin çok biliyorsun zaten. Birde doktor kesildin başıma. Bandaj yapıp gönderin evine bir şey olmaz. Akşam akşam iş çıkarmayın başıma. Hadi ne sallanıyorsunuz dediğimi duymadınız mı?

İşçi: Tamam efendim siz bilirsiniz.

(Eşini telefonla arar.)

Halis: Kadın oğlanı cepten arıyorum ulaşılamıyor. Birazdan otobüs firmasında olurum. Oraya sorayım en iyisi. Tamam haber veririm sana.


Otobüs Firma Yetkilisi: Beyefendi size kaç kez söyleyeceğim. Yolda kaza olmuş. Bu sebeple trafik var otobanda. Otobüsün buraya gelmesi iki saati bulur.

Halis: Ne kazası yahu?

Otobüs Firma Yetkilisi: Şoförümüzün söylediğine göre yolda kaza olmuş. Trafik kilitlenmiş.

Halis: Off! neyse tamam anladım da. İki saati geçmez değil mi otobüsün buraya gelmesi.

SAHNE VI

(Ertesi gün. Halis’in evi)

Halis: Aslan oğlum benim. Doktor olacak iki sene sonra. Babasının oğlu nede olsa. Ver bakalım oradan şu gazeteyi.

Halis(İrkilir):Eyvah! Ben yandım. Yandım ben kadın. Mahvoldum!

Halisin Eşi: Ne oldu be adam. Niye yandın.

Halis: Dünkü trafik kazası haberi. Gazetede ki habere göre; karşıdan karşıya geçerken yolun ortasında yığılıp kalan çocuğu otomobil ezmiş. Çarpmamak için fren yapan otomobil zincirleme kazaya sebep olmuş. Kazada bir kişi ölmüş, üç kişi hafif yaralanmış. Ölen gencin ismi Mehmet Yılmaz..

Halisin Oğlu: Evet iki saat otobanda bekledik o kaza yüzünden. Karşıdan karşıya geçen bir çocuk ölmüş diyorlardı.

Halis: O kazada otomobilin ezdiği çocuk benim atölyemde yeni işe başlayan çocuk. Dün kaza yaptı elini kaptırdı makineye. Ben de hastane yerine evine gönderdim çocuğu. Demek ki kan kaybından bayılıp kaldı yolun ortasında. Allah kahretsin! Ne yapacağım şimdi ben. Mahvoldum.

(Yasemin oğlunun cenazesini gömerken yanında sadece Aysel hanım ve eşi Yüksel bey vardır. Yaseminin ailesi boşandığı eşiyle evliliğine onay vermedikleri için Yaseminle ilişkilerini kesmişlerdir. Yasemin oğlu Mehmet’in mezarı başında toprağa ellerini geçirmiş hıçkırıklarla ağlıyordur.)

PERDE
Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...