Showing posts with label İnceleme. Show all posts
Showing posts with label İnceleme. Show all posts

4/14/2008

Gardiyan Oyunu Üzerine*

*Dramatik Yazarlık kursu Üstün İnanç hocamızın ödevi


GARDİYAN OYUNU ELEŞTİRİSİ

DRAMATİK MANTIK

Dramatik sanatlarda ki yöntemlerden açık ve kapalı biçimde kullanılmış bu oyunda.

Kapalı biçim(benzetmeci/dramatik yöntem)

Açık biçim(göstermeci/epik yöntem)

Hem açık, hemde kapalı biçimle yöntemin amacı olan ilginçlik ve etkileme bu oyunda başarıyla gerçekleşmiştir. En azından oyunu sahnede izlemesem bile okuyunca bu amaca ulaşabileceğini düşünüyorum.

Zaten dramatik mantık, okuduğumuz ya da izlediğimizin bir oyun olduğunu bilmemize dayanır.

Oyun gerçek değil, gerçeğe benzeyen olmalıdır ki bu oyun dramatik anlatım araçlarını kullanarak bu amaca ulaşıyor.

Hareketli parmaklık, kırbaç, ses efekti, ışık, dans ve hareketler

Günümüz tiyatrosunda kullanılan dekor, Gardiyan oyununda olduğu gibi işlevsel ve simgeseldir.

Hareketli parmaklık, sınırları, kırbaç yönetenin iktidarını, gücünü, ses efektleri özlemleri, hayalleri, ışık gerçeğin kendisi, dans ve hareketler ise yolculukları, mücadeleyi simgeler.

Işık etkileme, duyguları yansıtma, geçiş, müzik ve danslarla da birçok işlev yüklenmiştir oyunda.

Bütün bunlarla estetik bütünlük korunmuş, tutarlı olunmuştur oyun boyunca.

ÖZ VE BİÇİM

ÖZ

1-Tema
2-Kişiler
3-Konu

BİÇİM
1-Kişileştirme
2-Olaylar örgüsü
3-Oyuncu
4-Yöntem
5-Tür
6-Süre
7-Bölümleme
8-Sessel Anlatım Araçları
9-Görsel Öğeler
10-Sahne Düzeni

Tema:”Akıl doludizgin yol alırken aptallık yerinde saymaz”

“Bugünün düşmanı dost olarak sunar kendini”

“İyilik gelişirken kötülük geri kalmaz”

Tema: İktidar el değiştirebilir, ancak düzen bir şekilde yine devam eder.

Konu: Gardiyan beş mahkuma düşlerini oynatıyor. Her düş gardiyanı yok etmeye yöneliyor. Sonunda gardiyanı oynayan mahkum o kadar iyi oynuyor ki gardiyanı, gardiyan onun etkisiyle mahkumlaşıp yerini gardiyanı oynayan mahkuma bırakıyor.

Her drama da bir baş karakter vardır. Birde karşı karakter. Baş karakter Gardiyan, karşı karakterler ise mahkumlardır. Bu taraflar oyun içinde değişir. Bu iki gücün çatışması vardır oyun boyunca. Sonunda bir taraf üstün gelir.

Dramatik sanatın temel özelliği anlatmak değil göstermektir. Betimlemek değil canlandırmaktır.

Gardiyan oyununda yukarıda basitçe sıraladığımız baş karakter, karşıt karakter, anlatma göster unsurları iyi bir şekilde işlenmiştir.

Oyunun bir dili vardır. Önemli olanda bu dili başarılı kullanıp kullanmadığıdır. Dil tek başına yeterli değildir. Dil; karakterlerle, konunun akışıyla, ışığı, dekoru, müziği, efekti, sahne düzeni, dramatik yapısı oyunun bütünüyle anlam kazanır. Dramatik dili bilmek gerekir.

Gardiyan oyununun dili bütüne baktığımda başarılı bir drama dilidir. Özellikle şiirsel bir dil vardır.

Gardiyan oyununda çatışma güçlü bir şekilde işlenmiştir.

Kişileştirme açısından oyundaki Gardiyan ve Mahkum karakterleri seçilirken anlatılmak istenen konu ve verilmek istenen tema için çatışma içeren dramatik karakterler kategorisi için özdeşleşen bir durum vardır.

Karakterlerin gelişmesi ve değişmesi de oyunun olay örgüsünü güçlendiriyor.

Kararlılık halini bozan gelişmeyi başlatan ateşleyici sebepler oyun içinde oldukça başarılı verilmiş.

Mahkumlar örneğin kabadayı, yargıç, aşık, önder ve gardiyan oluyorlar. Gardiyan ise mahkum.

Oyun da Gardiyan mahkumlara hayallerini oynatıyor ve her sahnenin sonunda kırbacını şaklatarak hakim olanın kendisi olduğunu her seferinde hatırlatıyor.

Konu kendiliğinden gelişmez. Engeller, etki ve tepkiler, çelişkiler, çatışmalar, düğümler v.b unsurları çoğaltabiliriz.

Oyunda gelişimi bu unsurlar çerçevesinde geliştiğini apaçık görüyoruz.

Mahkumlar arasında, ya da gardiyanla mahkumlar arasında gelişen olay örgüsünde engeller, çatışmalar, düğümler konunun akışında ve finale kadar çok başarılı uygulanmış.

Ana konu dışında, yan konular mahkum karakterlerinin kişileştirilmesiyle işlenmiştir. Bu yan konularla ilgi ve merak sürekli tutulmuştur. Temayı da desteklemiştir. Özellikle karakterlerin iç gelişimleri başarılı bir şekilde veriliyor.

Kişilerin iç çatışmaları, toplumsal kurallar, doğanın işlevselliği, fiziksel engeller, tanrı ve doğaüstü güçler ile ilgili engeller oyunun bütününde çatışmanın ana öğeleri olmuştur. Bu çeşitlilik oyunu güçlendirmiştir.

Kişinin kendisi ile, kişinin başka kişi ve kişilerle, kişinin toplumla, kişinin doğa ile, kişinin fiziksel engel ile, kişinin ya da kişilerin inançlarla olan çatışma türlerinin çeşitliliğiyse oyuna dramatik yapı açısından güç katmış.

Özellikle doruk sahne ve final.Final bölümü akılda kalan bir sahnedir. Gardiyanın mahkumlaşıp, mahkumun gardiyan olması beklenmeyen bir final olduğundan başarılı ancak çok etkilendiğimi söyleyemem. Şunu belirtmekte fayda var oyunun sahneye konması ve izlenmesi belki başka bir güçlü etki bırakabilir.

Her sahnede olması gereken bahsettiğim çeşitli işlevlere oyunda yer verilmiştir.

Özellikle mahkumların değişerek farklı kişilikler ile sergiledikleri davranışlarda atılan düğümler merakımızı oyun boyunca sürekli kılmıştır. Aşığın, önderin, kabadayının ne yapacağı sorusunu sordurmuştur bize. Doruk sahnede Yargıcın ne karar vereceği merakını finale kadar taşımıştır.

Özellikle oyunda sürprizler çoktur.

Oyunun türü, oyun dramdır.

Süre 90 dakika , arayla birlikte 2 saat sürebilir.

Genel olarak günümüzde 2 perde yazılan oyunlar gibi bu oyunda 2 perdedir.

Diyaloglar da özellikle karakterler üslupla konuşturulmuş. Gardiyanın üslubu, mahkumların aşık, önder, kabadayı, yargıç kişileri olduğunda üslupları o karakterlere dönüşüyor.

Örneğin kabadayı ve çevresindeki mahkumların diyalogları. Kabadayının üslubu, uzun konuşmalarındaki akıcılık, sert, kişilik özelliklerine uygun laflar, inandırıcılık, doğallık. Bunlar başarılı.

Gardiyanın diyalogları bir solukta söylenebilecek cümleler, şiirsel bir dil kullanıldığı için şairanelikten, edebiyat yapmaktan kaçınılmış.

Diyaloglardaki tekrarlar bazen oyun bütününde çok yapılmış.

Süslü, dolambaçlı cümlelerden kaçınılmış boş ve gereksiz sözlere yer verilmemiş.

Arapça, Farsça, İngilizce v.b sözcükler kullanılmamış açık ve yalın sözcüklerden oluşan diyaloglar vardır.

Son olarak karakter diyaloglarında tutarlılık vardır. Gardiyan karakteri konuştuğunda onun olduğunu anlıyoruz. Kısa, öz ve vurucu.

Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

3/04/2008

Üç Film Özeti*


*Dramatik Yazarlık Kursu Ödevidir.

KABUSLAR EVİ-TAKİP
OYUNCLAR:FİKRET KUŞKAN,CİHAN OKAN,CANSU DERE,NERGİS ÇORAKÇI,AYLA ASLANCAN,TÜRKER TEKİN,BORGAHAN GÜMÜŞSOY,FUNDA ŞİRİNKAL,MUHAMMED ALİ TUNCER VE BİLGE ŞEN
SENARYO VE YÖNETMEN:ÇAĞAN IRMAK

FİLMİN KISA ÖZETİ:

İbrahim(Fikret Kuşkan) köyde büyümüştür.Çocukluğundan beri bir kurt adam tarafından takip edildiğini düşünen İbrahim sürekli farklı yerlerde yaşamaktadır.

Bir kasabaya gelir.Pansiyon yada otel aramaktadır.Sonra kararını değiştirir ve ev kiralar.Emlakçı Sema hanım(Bilge Şen)’ın ofisine girer.

Kasabaya uzak,ormanın içinde,tepeye yapılmış büyük bir ev tutar.Emlakçıya yazar olduğunu ve kitap yazdığını söyler.

Kendi hikayesini anlattığı bir roman yazmaktadır.

Çocukluğunun geçtiği köye bir yabani dadanır.Köyün güzel kızı Esme’nin (Cansu Dere) çocuğu kaybolmuştur.Esme çocuğunu ölü bulur ormanda.Köy halkı yabaniyi öldürmek için seferber olur.İbrahim’in babası yabaniyi(kurt adamı) öldürmeye çalışırken yaralanır.Bir gece kurt adama dönüşür ve annesini öldürür.

İbrahim evdeki babasının tüfeği ile onu yaralar ve kurt adam babası kaçar.

İbrahim’i amcaları yanına alırlar.Evden kaçar ve sürekli farklı yerlerde yaşamaya başlar.
Artık sürekli dolaşmaktan bıkmış ve bir karar vermiştir.

Bu eve gelir.Kurt adam onu gittiği her yerde takip ettiği gibi bu evde de takip eder.

İbrahim’i kız kardeşi arar telefonla.Artık sürekli dolaşmamasını ve yanlarına gelip onlarla birlikte kalmasını ister.İbrahim önceden olduğu gibi yerini yine saklar.

Bu evde kitabını bitirmeye ve kendini hayatı boyunca takip eden kurt adamla hesaplaşmaya karar vermiştir.

Bir gece kendi hikayesi olan kitabı bitirir ve eve camı kırıp giren kurt adamla hesaplaşmasını yaparak silahı ateşler ve intihar eder.

Eve gelen İbrahim’in ablası asıl yaşam hikayelerini anlatır polise ve emlakçı Sema hanıma.

İbrahim’in babası sürekli içen ve annesini döven kötü birisidir.Bir gece annesini döverken babasını tüfekle vurup öldürmüştür İbrahim.

Köylerine bir zaman kurt dadanmış ve köydeki hayvanları öldürmüştür.

İbrahim’i jandarma götürmüş ve ıslah evlerinde büyümüş sonra çıkmıştır.

Polis kırılan camın içeriden değil de dışarıdan kırıldığını söyler.



KABUSLAR EVİ-SON DANS
OYUNCULAR:HÜMEYRA,YETKİN DİKİNCİLER,MAHPERİ MERTOĞLU,MAHİR İPEK VE BİLGE ŞEN
SENARYO VE YÖNETMEN:ÇAĞAN IRMAK

FİLMİN KISA ÖZETİ:

Tekerlekli iskemleye mahkum Müyesser(Hümeyra) oğlunun işi gereği gelini ve torunu ile birlikte yeni eve taşınmışlardır.

Gelini Müyesser hanıma kötü davranmaktadır.

Müyesser hanım sevgilisi Selim’in(Yetkin Dikinciler) hayalini görmektedir evde.Selim Kore savaşına gitmiş ve bir daha geri dönmemiştir.Müyesser evlenmiş zengin bir hayat yaşamış sonra durumu kötüleşmiş,yürüyemez ve konuşamaz duruma gelerek tekerlekli sandalyeye oğlunun yanında gelinine mahkum kalmıştır.

Oğlunun geç geldiği bir gece gelini ile baş başa kalmıştır evde.Gelini ukala,yalancı bir kadındır.O ana kadar olduğu gibi o gecede Müyesser hanıma kötü davranmıştır.
Gelin yemekten sonra şarap içer ve yatar.

O gece eve Selim’in vücudunda Azrail gelir.

İnsanla,tanrı arasında ilişkilerden ölüm,kader gibi konularda tartışır Selim görüntüsündeki Azrail ile.Kendi için mi geldiğini sorar ona?

O sırada gelin su içmek için aşağıya inerken merdivenlerden düşer ve yuvarlanır.Azrail geline yönelir onun canını almak için.Müyesser gramofonu çalar ve Azrail’i durdurarak kendisine söz verdiği ama yapamadıkları son dansı yapmasını söyler.Bu son dans onun ölümüdür.Gelini yaptığı kötülüklere rağmen bağışladığını söyler.

Oğlu gece yarısı eve geldiğinde karısını yerde yatar vaziyette görür.Karısı yaşıyordur.

Ancak müyesser ölmüştür.



KABUSLAR EVİ:HAYAL-İ CİHAN
OYUNCULAR:ÇETİN TEKİNDOR,OKAN YALABIK VE BİLGE ŞEN
SENARYO VE YÖNETMEN:ÇAĞAN IRMAK

FİLMİN KISA ÖZETİ:

Cihan(Okan Yalabık) şehir ve işten uzaklaşıp sakin bir yerde dinlenmek için ormanın içinde,tepeye yapılmış büyük bir ev kiralar ve yerleşir.

Evde gariplikler olmaya başlamıştır.Bir hayaletin onu izlediğini hisseder.

İlk gece evde yemek olmadığı için emlakçı Sema hanımdan(Bilge Şen) bir şeyler rica eder.Mutfağa buzdolabına baktığında önce dolabı yiyecekle dolu görür sonra boş olduğunu.

Banyo aynasında birinin görüntüsü belirir.Gariplikler akşamda devam eder.Evde bir hayalet vardır.

Sema hanım yiyeceklerle gelir.Cihan evle ilgili sorular sorar ona.Önceki kiracıları ve neden bu kadar ucuz olduğu gibi sorular.Sema hanım bu ev hayaletlidir der.Şaka olduğunu söyler gülerek.

Gece evde gariplikler devam eder.Hayalet odaya girer ve çıkar.Cihan o gece uyuyamaz ve sabah olur.Kahvaltı için kasabaya iner.Kahvaltı yaptığı mekan sahibine evi sorar cevap alamaz terslenir.

Emlakçıya gelir.Sema hanım yoktur yardımına gelen genç bir bayan vardır evle ilgili aynı soruları ona sorar ondanda cevap alamaz.

Kimse Cihana evle ilgili sorduklarına cevap vermemektedir ve tedirgin olmaktadır.

Polis merkezine gelir.Orada da aynı şeyle karşılaşır.

Alışveriş yaparken sevgilisini çağırır,ancak sevgilisi gelemeyeceğini söyler.Eve gelir,yemeğini yer salonda kanepede uzanır.Uyanır ve evdeki gariplikler yeniden başlar.Elektrikler kesilir önceden aldığı mum ve aydınlatmaları yakar ve evin her köşesini aydınlatır.Çok korkmaktadır.Kendisini izleyen hayalete bağırarak ortaya çıkmasını söyler bağırarak.

Salonda karşılaşırlar.Kovalamaca başlar ev dışında.Cihan kovalar, hayalet kaçar ve onu yakalar boğazından sıkmaya başlar.Cihana her şeyi anlatacağını söyler.Ancak Cihanın bu anlatacaklarını kabul etmesiniz zor olacağını da söyler ona.

Hayalet Haluk (Çetin Tekindor) kendi hayat hikayesini anlatmaya başlar.Karısını kaybetmiş ve yalnız kalmıştır.Şirketteki görevinden de ayrılmaya ve şehirden uzaklaşıp bir kasabaya yerleşmeye karar vermiştir.

Bir ev tutup yerleşmiştir.Bu yeni başlangıcı sevmiştir bu evde.Sonraları uyuyamaz olmuştur.Günde 4-5 saat sonra bu günde bir saate kadar düşmüştür.İlaçlar kullanmış, araştırmış ancak faydası olmamıştır.Tuhaf ama uyumamakla daha çok yaşadığını keşfediyordur.Ancak zamanla yorulmaya başlamış bazen de bayılmalar başlamış.

Bu durum onu çıldırtıyordur.Hayaller görmeye başlamıştır.Yıllar önce ölen annesini sonra her şeyin hayaletini.Delirme noktasına gelmiştir.

Gördüğü en son hayal Cihandı.Bu eve gelen Cihan.Kendi hayalinde yarattığı Cihan.
Cihana söyler hikayesinin sonunda.”Gerçekte sen yoksun Cihan”

Bu hikayeyi dinleyen Cihan kabul etmez.Kabullenmez anlattıklarını.Cihana sorar.Senin geçmişin bile yok.Sen benim hayalimsin der.

Cihan polisi arar ancak cep telefonu rehberi boştur.

Haluk, Cihana kendisini terk etmesini söyler.Cihanı aynaya sürükler.Kendisini aynada göremeyen Cihan gerçeği anlar.O yoktur.Halukun anlattığı her şey doğrudur.

Cihanı kafasında yaratmıştır Haluk.Yalnızlığının yol arkadaşı.Cihanla hesaplaşmak ve uyumak istiyordur.Cihanın kendisini terk etmesini ister ve uyur.

Haluk uyandığında polis ve emlakçı Sema hanım vardır yanında.Nihayet uyumuştur o gece.Sema hanıma evden ayrılacağını söyler.Eski şirketine ziyarete gelir.Şirket sahibi yeni şirket müdürüyle tanıştırır Haluk’u.

O kişi Cihanın ta kendisidir.Burak .

“Gerçek nedir ki bir yanılsamadan başka.”

Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

11/08/2007

Şiir Üzerine(II)

Şiir uzaklaşır, başkalaşır ve özgür kelimeleriyle, zıtlıkları veya çelişkileriyle tutsaklığını haykırır. Gerçek rengini çıplaklığıyla gösteremez.
Şiirin önemsendiği ve onun büyüklüğünün belirtildiği bir bütünlük içerisinde ki düşünce yumağı söyleme geçerse bu tespite inanmamak çok zor gerçekten.
“İnsanın kendi olmayı önemsemesi” diyor. Evet. Çok doğru.

Bilgi, bilinç, kavrama ve kendini bilme evrelerindeki başarı şiire gereken değeri vermekten geçer.

Ne güzel söylüyor şair:

“Şiirler bir dünya görüşünün kaynak metinleri değildir.”

“Şiir ayırıcı vasfının vezin, kafiye, mısra düzeni, musiki gibi biçime bağlı bir öğe olmadığını bilmemiz iyi olur. Musiki ve onu mümkün kılan bütün sanatlı sözler şiirin belkemiğini teşkil etseydi tıkanık, ayrıntılardan kurulu Divan Edebiyatını şiir için vazgeçilmez saymamız gerekirdi.”

İsmet Özel şiir ile düzyazı arasında ki ayıraç konusunda birçoğumuzun düştüğü yanılgıya dikkat çekmiş.

Kafiye, mısra düzeni ve dörtlük şeklindeki biçime bağlı özellikler şiirin merkezinde değildir. Düzyazıyla farkını ortaya koyan şiirin sadece biçimsel ayrılıklarını belirtmemiz yetmez.

Devam ediyor:

“Şiir yalnız düzyazıya değil, başka hiçbir sanata, hiçbir biçime, hiçbir eyleme dönüştürülemeyen bir anlatım biçimidir.”

Dil değişiklikleri yani dilin yapısını bozan değişiklikler dünya şirindeki yeni tecrübelerdir.

Şiir anlatım yollarıyla, dil yapısıyla ayrılır düzyazıdan.

Kapalı ifadeler, anlaşılmazlık şiir, açık ve yalın anlatımlı metinler düzyazıdır saptaması çok yanlış.

Şunu söyleyebilirim sanatsal birikim ne yazık ki bir gücün izin verdiği sınırlar çerçevesinde gerçekleşebiliyor, ülkemizde. Hayatın içindeki eşitsiz gelişim yasası elbette birçok alanı etkiliyor; sanat ve edebiyat dünyasında olduğu gibi. Ne yazık değil mi?

“Bu yüzden bir hikâye, bir roman zaman zaman özetlenebilir, bölümlere ayrılabilir veya en azından metni hep göz önünde tutmaksızın hakkında konuşulabilir. Oysa şiirde belli ve özgün mantık öylesine billurlaşmıştır ki metnin kendisi ancak bir şeydir, başka bir biçim içinde varlığını sürdürmez, başka kelimelerin bileşimine tercüme edilmez.”

Şiirde kendimize yakın bir şeyler bulduğumuzda onun evreniyle ve doğal olarak şairin evreniyle kaynaşırız. Bu istekle okuruz. İşte bu noktada diğer yazın sanatlarıyla ortak payda yakalasa da, şiir onların zıtlıklarından ayrılır. Çünkü şiirde birçok şey doğrudur.

“Sevmek sevdiği için korumak, sığınmak sığındığı için teselli olmak, hoşnutluğu aramak ve bu yüzden hoşnutları aramak insanlara çok yakışır. İnsan kendine yaraşan bu tutumları şiir okuyarak pekiştirebilir.”

Diyor İsmet Özel ve Kavafis’in aşağıdaki şiirini paylaşarak noktalıyor, bu bölümü okurlarıyla.
TANRININ ANTONIUS'U BIRAKMASIDIR

Birdenbire duyarsan gece yarısı
görünmeyen bir alayın geçtiğini
eşsiz ezgilerle, seslerle-
artık boyun eğen yazgına başarısız
yapıtlarına, tasarladığın işlere
hepsi aldanışlarla biten-
ağlamayasın boş yere.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
hoşça kal de ona, giden İskenderiye'ye.
Hele kendini aldatmayasın demeyesin:
bu bir düştü, kulaklarım iyi duymadı;
böyle boş umutlara eğilmeyesin.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
böyle bir kente erişmiş sana yaraşırcasına,
kesin adımlarla yaklaş pencereye,
dinle duygulanarak, ama
yanıp yıkılmalarıyla değil korkakların-
son bir kez, dinle doya doya ezgileri,
o gizli alayın eşsiz çalgılarını,
hoşça kal de ona, yitirdiğin İskenderiye'ye.

Ayrıca şiir ve şair konuşulmaz fikrine de katılmıyorum. Bence onlar konuşulmak, anlaşılmak, tartışılmak ve dolayısıyla düşündürmek için yaratılmışlar. Ayrıca şairler sandığınız kadar özel insanlar değiller. Sizin gibi benim gibi sıradan insanlar. Onları mitleştirmek çok anlamsız bana göre. Onlara belirli görev yüklenmemeli. Hele bunu yapan eleştirmenlere veya insanlara dayanamıyorum. Fazla uzatmayayım, şair ve şiirler elbette tartışılacaktır.

*Yazı devam edecek*Tırnak işareti içinde olanlar İsmet Özel'in Şiir Okuma Kılavuzu kitabından alıntılardır.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Şiir Üzerine(I)

Şiiri bir kaç kelimeye sığdırmak çok yanlış. Şiirin evreni özgürdür.

“Hiçbir şiir bize bir dünya görüşünün ana metinleri kadar açık ve doyurucu malzeme sunmaz”

Eğer bu yanılgıya saplanır kalırsak şiir orada önemini yitirir.

Şiir uzaklaşır, başkalaşır ve özgür kelimeleriyle, zıtlıkları veya çelişkileriyle tutsaklığını haykırır. Gerçek rengini çıplaklığıyla gösteremez.

Tanıdığımız biçimlerde yapılmış yeni bir resim, bildiğimiz seslerden söylenen yeni bir şarkı, aşina olduğumuz yargılardan çıkan yeni bir sonuç olamaz o zaman şiir. Bütün dostlarını yitirir.Öncelikle imgelerini ve metaforlarını.

“İnsanoğlu anadilini öğrenirken kelimeler ve konuşmalar onun zihnine yalnız anlamlarıyla girmezler,her kelimenin hatta her şeyin işaret ettiği nesneyle veya kavrama bağlı yahut olmayan bir rengi, kokusu, tınısı, sertliği, yumuşaklığı, sıcaklığı, soğukluğu ve burada sayamayacağım bizim bilemeyeceğimiz bir çok özelliği de kelimeyle birlikte insanın zihnine girer. Yada tersi olur.”

Bu yüzdendir ki kelimelerin değeri büyüktür bizim için diye yazmışım. Şiirler üzerine yapılan eleştirilerden sadece şu noktalama işaretleri ve şiirin diğer yazın sanatlarıyla bir tutulmasıyla ilgili kısaca şunu söyleyeceğim. Şiirde herkes noktalama işaretlerini kullanır veya kullanmaz. Şiiri yazanın kararıdır.

“Her kim şiir önemlidir, büyüktür derse, aslında ben önemliyim, ben büyüğüm diyordur.”

Şiirin önemsendiği ve onun büyüklüğünün belirtildiği bir bütünlük içerisinde ki düşünce yumağı söyleme geçerse bu tespite inanmamak çok zor gerçekten.

“Çünkü şiir bu dünyada dahi insanın kendini tanıyabilmesini mümkün kılan bir imkandır.”

Bunun öncesinde insanı yapayalnız bırakan bir dünya olarak anlattığı evrende çok önemli sayılan kendini tanıma, farkına varma ve kendini bilme sürecinde elimizde olan en dolu imkanlardan birisidir şiir.

Yaşamımızda takip edeceğimiz bir yol gösterici demek istemiyorum şiir için.

Böyle bir görev veya işlev yüklenemez ona.

* Yazı devam edecek. * Tırnak içinde koyu yazılmış satırlar; İsmet ÖZEL'in, "Şiir Okuma Klavuzu" adlı kitabından alınmıştır.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

10/10/2007

Şiir Üzerine(III)

Şiir üzerine en son yazımdan sonra şunu yapmaya karar verdim. Edebiyat ve Kültür Dergilerinde yayınlanan şiirler üzerine yazacağım.

Umarım şiir sahipleri ve editörler burada yazacaklarımdan dolayı alınmazlar.
Neyse başlayayım.

Derkenar Edebiyat ve Kültür Dergisinin Temmuz-Ağustos 17. sayısında İsmail Kılıçarslan’ın “Amerika” şiiri.

Dergi önsözünde “Amerika’ya öfke dolu bir şiirle karşılık vermiş” diye bahsediliyor şiirden. Şiirin bir araç olma kaygısıyla yazıldığı hissi uyandırdı bu önsöz bende. Şiir karşılık verme kaygısıyla yazılmaz, böyle bir misyon yüklenemez şiire.

1997 yılı Bengisu Edebiyat Dergisinde “Kefene Sokulan Sanata” başlıklı yazımda Melih Cevdet Anday’ın şiir üzerine yazdıklarından alıntıladığım bir cümle aklıma geldi bu şiiri okuduktan sonra.

Aklıma geldiği kadarıyla söylüyorum. Dünyanın bütün dillerinden kelimeleri yan yana getirin yazılmamış ve yaratılmamış bir şiir ortaya koyabilirisiniz diyordu Melih Cevdet Anday.

Ancak şiir bumudur? Hem de okuduğum bu şiir gibi sloganlarla dolu, öfkenin kusulduğu küfrün bile becerilemediği bu şiirde. Kelimeleri yan yana istifle, araya birkaç imge serpiştir.

Diğer şiir.

Cafer Keklikçi“Son Oğul” şiiri. Kendini anlatmış. Ancak hiçbir şey anlamadım desem yalan olmaz kesinlikle. Hiçbir şey.

Şiirde kapalılığın çok güzel bir örneği bu şiir. İmgelerle yoğurduğunu sandığı şiirde aslında ahengi yakalaması kaygısıyla yan yana getirilmiş kelimelerde burada.

Yazıma Lamure Dergisi Özel sayısında Recep Garip “Sanat ve Siyaset III” yazısında İsmet Özel alıntısıyla son veriyorum.

“Yani Papatyalardan, kelebeklerden bahseden eserleri neden sanat sayalım. O da pikniklerde okunacak. Birileri de mitinglerde okunacak şiirler yazar.Biz onu da sanat sayamayız.Onlar vakit geçirmeye yarar.”
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...