11/07/2007

Şiddet





Dört yıl önce bazı forumlara yazmış olduğum yazımı olduğu gibi sizlerle paylaşmak istedim.



Son zamanlarda meydana gelen gelişmeler ve Ortadoğu da ki savaşı dikkate alırsak Dünyada galiba insanlık adına fazla değişen bir şey yok.

Ne dersiniz?

24.10.2003

Şiddet! Arkadaşlar diğer sitelerde tartışmaya açtığım bu konuyu burada sizlerle tartışmak ve paylaşmak istedim.



Şiddet konusunda çok şey söylemeye gerek olmadığını düşünüyorum. Her gün görsel ve yazılı basında yer alanlar, şiddetin hayatımızda ne kadar yer tuttuğunu apaçık gösteriyor. Sinema filmlerinde, realty showlarda, çizgi filmlerde, haberlerde v.s izlediğimiz görüntülerde ki şiddet savaşla birlikte açıkça kendini gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Irak semalarında bombaların, silahların çıkardığı dumanlar arasında bir çocuğun uçurduğu uçurtma; bence özgürlük adına devam eden şiddete en güzel cevaptı, sizce de öyle değil mi? Hatırlar mısınız çok önceleri izlenme kaygısıyla yapılan realty show programları vardı özel kanallarda?



Simdi yine başladılar. Bu sefer polisiye film senaryolarındaki gibi olayları(çoğunlukla cinayet, tecavüz, hırsızlık v.b.) işlemeye başladılar. Burada şuna dikkat çekmek istiyorum. Amaçları yine yoksulların şiddetini deşifre etmek. Onları kötülemek. Olayların nedenlerini araştırmak, bunların toplumsal boyutlarına dikkat çekmek, yerine hep yaptıkları izleyiciyi ekrana zıpkınlamak için ne kadar iğrenç senaryo varsa hep o konulara dikkat çekiyorlar. Hiç ama hiç toplumsal kaygıları yok.



Ne dersiniz? Şiddet içerikli programları bir kenara bırakın, çizgi filmler, bilgisayar oyunları bile çocuğun gelişiminde olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.

Ailede şiddet, okulda şiddet, sokakta şiddet v.b. saydığım bu konular çocuğun gelişiminde ne kadar etkili olabiliyorsa görsel basındaki (iletişim araçları) birçok program da çocuğun sağlıklı gelişiminde bir o kadar etkili oluyor, hatta günümüzde iletişim araçlarının hayatımızdaki yerini göz önünde bulundurursak bunun çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.



Şiddet dedik. Çocuklar dedik. Görsel basındaki şiddetin çocuklar ve insanlar üzerindeki etkileri dedik.



Simdi ise önceden yasadığımız, bir daha yaşamayacağız diye sözler verdiğimiz bir trajediyi tekrar tekrar yaşıyoruz. Bu sefer bu pis oyunun başrolünde çocuklar çoğunlukta. Çiğlık çığlığa bağırıyorlar sözlerini tutmayan büyüklerine:"hayatimizi geri verin""biz bu sözleri tutmak için büyüyeceğiz"



HAYATLAR BU KADAR KOLAY BİTİRİLEBİLİR Mİ? YAZIKLAR OLSUN?



Son günlerde Ortadoğu yine ısınmaya başladı. Neredeyse her gün intihar saldırısı oluyor. Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, sakat kalıyor. Ekranlarımızdan hiç eksik olmayan şiddet yine yüreklerimizi parçalıyor. Irakta olduğu gibi hep masum sivil halk bu yaraları sarmaya çalışıyor. Şiddetle karsı karsıya kalan hep mazlumlar ve masumlar. Yeter artik demek yetmiyor ama ben yine de yineleyeceğim.



Savaşa ve şiddete HAYIR




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

11/06/2007

"Oyunu Bozuyorum" Tiyatrosuna Gittik.*

*Gökhan Aktemur Hocanın Dramatik Yazarlık kursu ders ödevidir.
“Oyunu Bozuyorum”

“Oyunu Bozuyorum” Tiyatro Oyununa Gittik

Geçtiğimiz Kasım ayında Garaj İstanbul’da oynanan “Oyunu Bozuyorum” isimli tiyatroya gittik. Ben, solgun bakışlı ürkekliğim ve arkadaşlar. Beş kişilik grupta tek erkek bendim. Oyun hakkında bilgiler ve düşüncelerim aşağıdaki anlattığım gibidir.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; önceden çağdaş tiyatro oyununa gitmemiştim. Bu ilk olmuştu. Yazacaklarımı da yanlış anlamayın sakın, tiyatro bilgisi olan, çok tiyatroya giden bir insan değilim, olmadım asla. Sadece oyunu izledikten sonraki bende bıraktığı etki ve izlerdir anlattıklarım.

Oyun başlamadan önce salona girmeden dışarıda oyunu yazan Meltem Arıkan ile yapılan söyleşiyi izledik. Sanırım konuşan kişi oydu. Daha sonrada “Oyunu Bozuyorum” Tiyatro oyununu.

Oyunu beğenmek ya da beğenmemek arasında ki bir kararsızlıkta yorumlayacağım.Belki sonunda net bir şey söylerim.

"Oyunu Bozuyorum" bir kadının kendi varoluş yolculuğundan yola çıkarak; görmezden geldiğimiz namus cinayetleri, ahlak kavramı, ensest, tecavüz gibi gerçekleri sorguladığı ve sözünü cesurca söylediği bir oyun."Kadınların kadın olabilmesi için erkeklere, erkeklerin erkek olabilmesi için kadınlara gereksinim vardır. Ancak yaşamın temeli dişi olduğu için değişim kadından başlamak zorundadır. Kadınlar kadın olarak var olamazlarsa, erkeklerin erkek olabilme şansları yoktur." diyen Meltem Arıkan'ın sözcükleri Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran'ın yönetmenliğinde radikal bir yaklaşımla bedenler üzerinden dile geliyor. Kadınları ve erkekleri insan adı altında tanımlayan toplum onların yönetilmelerini kolaylaştırır. Kadınların ve erkeklerin varoluşlarını talep etmeleri, varoluşları için başkaldırmaları ise topluma bir meydan okumadır. Toplumu, aileyi, inançları sorgulamak ve yeniden tanımlamak... Doğru olduğu iddia edilerek bize dayatılanların, bilincimizle ve bedenimizle gerçekliklerini sınamak... Bize korkular edindiren bu toplumsal yaşam biçimine karşı çıkan yazar Meltem Arıkan ve "oyunu bozuyorum" ekibi oyunu bozuyor.Kışkırtıcı, aykırı ve rahatsız edici...
Yazan: Meltem Arıkan Yöneten: Övül Avkıran & Mustafa Avkıran Ses Tasarım: Selçuk Artut Görüntü Yönetmeni: Veysel Tekşahin Teknik Yönetim: Abstre Işık Tasarımı : Yüksel Aymaz Proje Asistanı: Roza Erdem

Oyun yukarıda tanıtımında söylendiği gibi bir oyun evet. Bahsedilen açıklamaların bir kısmına katılıyorum.

Oyundaki diğer detaylardan bahsetmek istiyorum kısaca.

Teknolojinin yardımıyla modern tiyatronun kullandığı-emin değilim- görsel malzemelerle ki bunlar, oyun içinde önceden oynanıp çekilmiş filmin sahne zeminine yansıtılması, sahnenin solundaki dış ses(erkek), oyunun İngilizcesinin sahne arkasında gösterilmesi, seyircilerin önünde, en arkasında ışık, müzik ve oyun içinde konuşan diğer kişilerin gizli değil de görülen bir ortamda olmaları. Bunlar benim önceden bir tiyatro oyununda karşılaşmadığım görüntülerdi. Çağdaş tiyatroda bu olsa gerek.

Tabiî ki oyunu sahnede tek kişi oynuyordu. Tek kişilik bir oyundu.

Oyuncunun performansı beni açıkçası çok etkilemedi. Ses tonunu beğendim ama. Erkek sesi de anlaşılır duru tok bir ses değildi. Okuduğu metinler sahnede zemine yansıtılmasına rağmen anlayamadım, kaçırdım bazı anları. Sahne zeminine yansıtılan önceden çekilmiş görüntüler ve diyaloglar da aynı şekilde.

Oyun erkeğe, kadına sokaktaki sıradan birine bir mesaj vermek istiyordu. Evet.

Farklıydı. İlginçti. Rahatsız ediciydi.

Yaşama dair kadına yönelik şiddet, tecavüz ve diğer müdahaleleri anlatması diğer seyirciye ne kadar ulaştı bilemem ama bana ulaşmadı. Sorgulatmadı, düşündürtmedi fazlaca.

Aklımda oyunun metninden bazı bölümler, tek kişilik gösteri ve arkasındaki kadroyla birlikte iletmek istediği mesaj değil, sıradan ve sonu bir an önce gelsin dediğim bir saat, bazen sıkıldığım bunaltan rahatsız edici anlar kaldı daha çok. Seyircinin oturduğu koltukta rahat değildi. Teknik ve farklı bir konu ama önemli. Nede olsa bir buçuk saat oradasınız ve dikkatinizi dağılmaması lazım. Neyse. Devam.

Oyunun başındaki taciz ve sonundaki tecavüz belki ortalarındaki biraz didaktik öğretici hukuki ve bilimsel anlatımlar kaldı diyebilirim. Bunu çok olumlu bulmasam da. Müzikler etkileyiciydi. Ancak sahnedeki hareket tekrarları çok geldi bana. Tek kişilik oyunun belki de açmazlarındandır.

Küfürlü anlatılardan rahatsız oldum. Yalınlık, açıklık. Severim bu anlatımı. En çıplaklığı ile. Ancak bu şekilde yapılmasını sevmedim.

Oyunu beğenmedim. Evet. Belki de o anki ruh halime uygun bir oyun değildi ya da ben geleneksel tiyatroyu seviyorum. İçinde komedi olan, dramda olan ve farklı karakterlerin olduğu oyunları seviyorum. Ne bileyim.

Oyun bende bir etki bıraktıysa da bireysel tercihim bir daha çağdaş tiyatro olur mu bilemem? Ya da tek kişilik böyle oyunlar.

Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Hikaye*

*Gökhan Aktemur Hocanın Dramatik Yazarlık kursu ders ödevidir.
Akşam sehpanın üzerine koyduğu gözlüklerine uzanmak istediyse de bunda başarılı olamadı. Üstünde binlerce ton ağırlık vardı sanki.
Yan odadan kedilerin sesleri geliyordu. Ancak bu bağırışlar daha önce hiç böyle kulağını tırmalamamıştı. Duvardaki saate baktığında öğlen olduğunu anladı. Yemek saati çoktan geçmişti yavrularının.
Bir an önce yatağından doğrulmalı, kedilerin yemeklerini vermeli, sonra apartmanın önüne her akşam toplanan mahallenin kedi ve köpeklerinin ciğerleri için Hayri ustaya telefon açıp siparişini vermeliydi. Ama yattığı yerden bir türlü doğrulamıyor ve her gün yaptığı işlere başlamak için o eski enerjisini bir türlü bulamıyordu kendinde.
Artık çok yaşlanmıştı. Geçen sene felç geçiren sol kolunu hiç hareket ettiremiyordu. Sağ kolu ve bacaklarını azda olsa oynatabiliyordu. Bir an uzun süre yavrularından ayrılacağını düşündü.
Kedileri ve kendisine sık sık ziyarete gelen yan binada ki üniversite öğrencileri ile kutladığı doğum gününü hatırladı bir an. Sonra Amerika da ki subay oğlunu düşündü. Doğum gününde çok mutlu olmuştu. Kendisine uzaklardaki oğlunu hatırlatan ve onun yerine koyduğu gençleri çok seviyordu. Gençler ellerinden geldiğince evde ve sokakta beslediği hayvanları için ciğerleri Hayri ustanın dükkanından getiriyorlar, evin alışverişine yardım ediyorlardı. Onlarla yıllardır göremediği ve haber dahi alamadığı oğlunun hasretini gideriyordu adeta. Oğlu olmuşlardı onun.
Sağ elini zorla kaldırabildi. Yanağına akan gözyaşını sildi.
Sonra yataktan kalkmak için bir hamle daha yaptı. Olmadı. Bir türlü kalkamıyordu yatağından. Yan odadaki kedilerinin sesleri gittikçe artmaya başladı.
--Tamam prenses. Çapkın geliyorum oğlum. Kalkamıyorum yatağımdan, ama geleceğim.
Sonra sehpada ki telefona gözü ilişti, sağ elini var gücüyle kaldırdı, avizeyi aldı ve çekti kulağına. Başı ile omzu arasına sıkıştırıp yine sağ eliyle numarayı çevirdi.
Telefona Mehmet çıktı.
On beş dakika sonra kapıdan gelen tıkırtılara irkildi.
Mehmet, telefonda konuştukları gibi kapının üstünde ki gizli yerden anahtarları alıp kapıyı açmıştı.
İçeri girdiğinde kedilerden ikisi ayaklarına dolanmaya ve sürtünmeye başladı. Eve her geldiğinde yanına gelen prensesle çapkındı bunlar. Yatak odasına doğru yöneldi ve Behiye hanımı yatağında öylece uzanır vaziyette buldu.
Kısmi felç geçirdiğini hemen anladı. Daha öncede olmuştu. “Umarım bu seferki tehlikeli değildir” diye geçirdi içinden.
Hemen hastaneyi aradı.
--Mehmet oğlum kediler aç. Onların yemeklerini verir misin? Sonra Hayri ustayı arada akşamki ciğerleri bir zahmet göndersin çırağı ile bu seferlik.
--Tamam Behiye teyze ben o işlerin hepsini hallederim. Sen hiç merak etme. Ancak şimdi senin sağlığını düşünmeliyiz.
Kapı çaldı. Otomatik ziline bastı.
Ambulansın içindeyken Mehmet de yanında, elini tutuyordu.
---Yediler dimi yemeklerini yavrularım? Hayri usta gönderecek değil mi ciğerleri çırağı ile?
---Evet. Her şey yolunda sen kendini yorma şimdi. Cem eve uğrayıp akşam için ciğerleri pişirip sokaktaki kedi ve köpekleri besleyip bizim yanımıza gelecek. Hiç merak etme.
Duyduklarından rahatlamış olacak ki göz kapakları yavaş yavaş kapanmaya başladı. O sırada ambulans hastane bahçesine gelmişti bile. Evleri çok yakındı hastaneye.
Gözlerini açtığında sağında Mehmet, solunda Cem oturuyordu.
Zorlanarak ta olsa iki elini onlara uzatarak.
---Yavrularım benim. Çok sağolun
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

11/02/2007

Tutma Kendini

keyfine diyecek bir şey yok
kirli elleriyle okşamayı istemiş seni
ama izin vermemişsin
hem de arzulu baktığın halde
inadına yaşlanmamış yüzü kırışmamış
bakışların geçmişe inat daha da hoyrat
atına bindirmiş dörtnala koşarak
uzaklaştırmış seni yaylaya doğru
ardıçların dallarına takılmış eteğin
yırtılmış rüzgarın nefesiyle
öfkenin doruklarına tırmanmış
babaannemin anlattığı masallarda tanıdım seni
çocukluğum da ki ilk heyecanım
dağların ceylanı yeşil gözlüm

kara kutu saklamış kendini dışına taşarak
cevheri tenine değen
asla kabul etmeyen bir esenlik
içinde ben saklı aklına gelmeyen
ucu ucuna eklemeden birini
ötekinden ayırt etmeden tut beni
sev öl anla zerdüştü sıyır
vücudunu asla aklına verme


eklemem gerek seni bana
tutuşturabilecek misin yakmadan
beni öldür kendimi alma
saklama

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"


11/01/2007

Garajistanbul "Oyunu Bozuyorum"tiyatro oyununa gidiyoruz.

Yarın(02.11.2007) saat 20.30 da Garajistanbulda sahnelenen "Oyunu Bozuyorum" tiyatro oyununa gidiyoruz.



"Oyunu Bozuyorum" bir kadının kendi varoluş yolculuğundan yola çıkarak; görmezden geldiğimiz namus cinayetleri, ahlak kavramı, ensest, tecavüz gibi gerçekleri sorguladığı ve sözünü cesurca söylediği bir oyun."Kadınların kadın olabilmesi için erkeklere, erkeklerin erkek olabilmesi için kadınlara gereksinim vardır. Ancak yaşamın temeli dişi olduğu için değişim kadından başlamak zorundadır. Kadınlar kadın olarak var olamazlarsa, erkeklerin erkek olabilme şansları yoktur." diyen Meltem Arıkan'ın sözcükleri Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran'ın yönetmenliğinde radikal bir yaklaşımla bedenler üzerinden dile geliyor. Kadınları ve erkekleri insan adı altında tanımlayan toplum onların yönetilmelerini kolaylaştırır. Kadınların ve erkeklerin varoluşlarını talep etmeleri, varoluşları için başkaldırmaları ise topluma bir meydan okumadır. Toplumu, aileyi, inançları sorgulamak ve yeniden tanımlamak... Doğru olduğu iddia edilerek bize dayatılanların, bilincimizle ve bedenimizle gerçekliklerini sınamak... Bize korkular edindiren bu toplumsal yaşam biçimine karşı çıkan yazar Meltem Arıkan ve "oyunu bozuyorum" ekibi oyunu bozuyor.Kışkırtıcı, aykırı ve rahatsız edici...
Yazan: Meltem Arıkan Yöneten: Övül Avkıran & Mustafa Avkıran Ses Tasarım: Selçuk Artut Görüntü Yönetmeni: Veysel Tekşahin Teknik Yönetim: Abstre Işık Tasarımı : Yüksel Aymaz Proje Asistanı: Roza Erdem
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...