11/19/2007

İntiharına bile yetişememiştim*

*Gökhan Aktemur Hocanın Dramatik Yazarlık Kurs Ödevidir.

İntiharına bile yetişememiştim. Ona yetişemediğim gibi.

O artık yoktu.

Onu gördüm. Uzun zamandır görmüyordum. Sokağın köşesini dönünce, çöp tenekeleriyle kaldırım arasında yerde sere serpe uzanmış bir şekilde. Yüzükoyun yere uzanmış, sağ kolu dirsekten karnına doru kıvrılmış göğsünün altında. Diğer kolu kırık kaldırım taşının yanında. Apartman duvarının dibinde yatarken, yanından hiç ayırmadığı oyuncak yavru ayı ilişti hemen gözüme. Ona benim adımı vermişti. Dalgalı saçları omzuna ve sırtına dağılmış, çok az yanakları görünüyordu. Ağzından ve başından akan kan çöp tenekesinin tekerleklerinin arasında ki çukurda ufak bir gölet oluşturmuştu.

Onu gördüm. Kafamı yukarı kaldırdığımda pencere açıktı. Tül perde rüzgardan aldığı kuvvetle, uçuşuyordu havada.

Sonunda dediğini yapmıştı evlendiği gün.

--Ahmet! Kapıda polis var farkındasın değil mi?

Üst kattaki komşunun karısıydı seslenen. Apartmanın kapısının önünde duran polis arabalarının siren sesleri ve ışığı mahalleyi ayağa kaldırmıştı.

Bir kaç saniye içinde düşüncelerimden sıyrılıp nasıl bir hareket yapacağımı bilemez halde kapıya adım attım.

--Açın kapıyı polis. Açmazsanız zor kullanmak zorunda kalacağız.

Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı yavaşça açtım.

Birdenbire üzerime çullandılar.

-- Hemen kelepçeleyin bu adamı.

--İçeride ki odalara bakın. Kesin buraya saklamıştır.

Hiçbir sözcük dökülemiyordu dudaklarımdan.

Birazdan içeriden polis memurun sesi duyuldu.

--Amirim üstünde gelinlikle, yatağın üzerinde boylu boyunca hareketsiz yatan bir kadın var.

Odaya gelen polis amirinin yüzü şaşkın bir ifadeye bürünmüştü. Üstünde gelinlik, elinde çiçeği ile yatakta uzanan kadına dikkatlice baktı önce. O an donakalmıştı işte. Polis memurunun gördüklerinden başka bir şey mi görmüştü acaba?

Duvardaki fotoğrafa çevirdi hemen bakışlarını.

Düğün fotoğrafıydı bu. Uzaktan seçemiyordu. Biraz daha yaklaştı. Kendi ailesiydi fotoğraftakiler. Biricik kızı, kızının yanında duran gençte biraz önce kelepçelettiği kişiydi. Ben.


Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Giriş*

*Erkan Çıplak Hocanın Dramatik Yazarlık kursu ders ödevidir.

-Mehmet!

-Fatih!

-Senin bahçede ne işin var Mehmet.

-Asıl senin evde ne işin var? Hani Aysel’in evinde olacaktın bu akşam?

-Biraz önce senin olduğun yerden birisi hızla koşarak uzaklaştı. Peşinden koştum bahçeye. Onu görmedin mi?

-Hayır görmedim.

Mehmet’in kolundan tutarak sürüklercesine salona götürdüm. Işıkları yaktığımda sokaktan gördüğüm o karartının yerde yatan bir kız olduğunu fark ettim.

--Yanılmamışım işte.

İkimiz de heyecanla bakışlarımızı daha dikkatli bir şekilde kıza yönelttiğimizde kollarının ve ayaklarının bağlı olduğunu, boğazından kan aktığını gördük.

Korku dolu gözlerle birbirimize bakarken Mehmet dış kapıya yöneldi ve kapıyı açtığında merdivenlerin önünde duran, yerde uzanmış kızı görünce içimdeki heyecan bir kat daha artmıştı.

-Nedir bu olanlar..! Neler oluyor bu evde ya?

Mehmet eliyle hemen ağzımı kapattı.

--Sessiz olur musun lütfen? Anlatacağım her şeyi meraklanma.

Kızı hemen içeriye taşıdı. Salondaki koltuğun üzerine yatırdı. Kafam iyice karışmıştı. Taşıdığı kızın kızın nefes alıp verdiğini görünce biraz da olsa heyecanım azalmıştı. Rahatlamıştım. Ancak salonun ortasında cenin vaziyetinde duran bir kız aklımdan gitmemişti. Gözüm tekrar ona takılınca azalan heyecanım korkuyla karışık tekrar artmıştı.

Mehmet bu gün olup bitenleri hızlı bir şekilde anlattıktan sonra bana dönerek neler olduğunu söylememi istedi. Ben de her şeyi en ince ayrıntısına kadar çabuk bir şekilde anlattım kendisine.

*Çok önceleri yazdığım bir hikayemden yeni giriş düzenlemesi.

Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

11/16/2007

Öğretmenime Mektuplar*

*Gökhan Aktemur Hocanın Dramatik Yazarlık kursu ders ödevidir.
Erzurum'da meydana gelen trafik kazasında, otobüs şarampole uçtu...
Erzurum'da meydana gelen trafik kazasında, ilk belirlemelere göre 1 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı. Edinilen bilgilere göre, Kuzey Çevre yolunun Erzurum girişinde meydana gelen kazada, sürücüleri tespit edilemeyen ve Patnos'tan İstanbul istikametine seyreden 42 AFM 26 plakalı yolcu otobüsü ile 25 FF 974 plakalı otomobil çarpıştı. Çarpışma sonrası otobüs şarampole yuvalandı. Kazada yaralanan yolcular ve sürücüler, yoldan geçen özel otomobiller ve olay yerine gelen ambulanslarla hastanelere kaldırıldı. Kazada henüz kimliği tespit edilemeyen 1 kişi Aziziye Araştırma Hastanesi'nde hayatını kaybetti. 3 yaralının durumunun ağır olduğu bildirildi.
(posta gazetesi Pazar, 12 Ağustos 2007)

--Aman Tanrım! İnanamıyorum.

İçeriden gelen sesi duyar duymaz, elimdeki paltoyu yatağın üzerine fırlatıp salona doğru koşarak geldim. Salonun kapı eşiğinden gördüğüm manzara karşısında, ilk önce pek bir şey anlayamadım. Televizyon da haberler vardı.

Elazığ’dan Malatya yönüne gitmekte olan yolcu otobüsü ile karşı yönden gelen yük kamyonu çarpıştı. Meydana gelen kazadan 10 kişi yaralanırken,3 kişi feci şekilde can verdi. Yaralılardan ikisinin durumunun ağır olduğu bildirildi.

Kazada hayatını kaybedenlerin isimleri söyle.

Ahmet Yıldız, Hatice Yıldız, Sevinç Gülmez.

--Seviiiinç! Onun ağzından duyduğum son sözcük buydu.

Elleriyle kafasına kapaklanmış, kanepenin üzerinde bağdaş kurduğu vaziyette, vücudunu ileri geri sallamaya başladı. Hiç sesi çıkmıyordu. Sadece anlaşılmaz hırıltılar çıkarıyordu. Bu durumda ne yapılırdı ki? Hiç bilmiyordum.

Malatya’nın bir köyüne tayini çıkmıştı. Yolcu ederken bana sarıldığında kulağıma şöyle fısıldamıştı. O aklıma geldi birden.

--Oradaki öğrencilerime, onların yaşındayken öğretmenime yazdığım mektupları okuyacağım.

Yanına yaklaştım. İleri geri sallanışları hızlıca devam ediyordu. Hırıldama sesleri de çoğalmıştı. Böyle bir durumda ne söyleyebilirdim ki. Ağzımdan çıkacak sözcükler boğazımda düğümlenmişti. Konuşmak istiyordum, ama ağzımdan bir sözcük dahi çıkmıyordu.

Sakin olmalıydım.

Önünde, dizlerimin üzerine çöktüm. Sallanırken her gidiş gelişinde saçlarının arasından zor görebildiğim gözleriyle anlamsız anlamsız bana bakıyor, sonra hırıltılarına devam ediyordu.

Birden hıçkırık sesi geldi kulağıma. İşte o anda ellerimi ona uzatarak bana doğru sallanış hamlesinde sarıldım. Öyle bir yüksek sesle ağlamaya ve bana sımsıkı sarılmaya başladı ki;o an benimde vücudum sarsılmaya başladı.

Elindeki kenarları katlanmış, eskimiş, kaplı bir defteri mezarın içerisine yavaşça bıraktı. Defterin üzerine dökülen toprak, kapaktaki yazıyı yavaş yavaş kapatıyordu.

Defterde şöyle yazıyordu.

Öğretmenime mektuplar.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

11/08/2007

Şiir Üzerine(II)

Şiir uzaklaşır, başkalaşır ve özgür kelimeleriyle, zıtlıkları veya çelişkileriyle tutsaklığını haykırır. Gerçek rengini çıplaklığıyla gösteremez.
Şiirin önemsendiği ve onun büyüklüğünün belirtildiği bir bütünlük içerisinde ki düşünce yumağı söyleme geçerse bu tespite inanmamak çok zor gerçekten.
“İnsanın kendi olmayı önemsemesi” diyor. Evet. Çok doğru.

Bilgi, bilinç, kavrama ve kendini bilme evrelerindeki başarı şiire gereken değeri vermekten geçer.

Ne güzel söylüyor şair:

“Şiirler bir dünya görüşünün kaynak metinleri değildir.”

“Şiir ayırıcı vasfının vezin, kafiye, mısra düzeni, musiki gibi biçime bağlı bir öğe olmadığını bilmemiz iyi olur. Musiki ve onu mümkün kılan bütün sanatlı sözler şiirin belkemiğini teşkil etseydi tıkanık, ayrıntılardan kurulu Divan Edebiyatını şiir için vazgeçilmez saymamız gerekirdi.”

İsmet Özel şiir ile düzyazı arasında ki ayıraç konusunda birçoğumuzun düştüğü yanılgıya dikkat çekmiş.

Kafiye, mısra düzeni ve dörtlük şeklindeki biçime bağlı özellikler şiirin merkezinde değildir. Düzyazıyla farkını ortaya koyan şiirin sadece biçimsel ayrılıklarını belirtmemiz yetmez.

Devam ediyor:

“Şiir yalnız düzyazıya değil, başka hiçbir sanata, hiçbir biçime, hiçbir eyleme dönüştürülemeyen bir anlatım biçimidir.”

Dil değişiklikleri yani dilin yapısını bozan değişiklikler dünya şirindeki yeni tecrübelerdir.

Şiir anlatım yollarıyla, dil yapısıyla ayrılır düzyazıdan.

Kapalı ifadeler, anlaşılmazlık şiir, açık ve yalın anlatımlı metinler düzyazıdır saptaması çok yanlış.

Şunu söyleyebilirim sanatsal birikim ne yazık ki bir gücün izin verdiği sınırlar çerçevesinde gerçekleşebiliyor, ülkemizde. Hayatın içindeki eşitsiz gelişim yasası elbette birçok alanı etkiliyor; sanat ve edebiyat dünyasında olduğu gibi. Ne yazık değil mi?

“Bu yüzden bir hikâye, bir roman zaman zaman özetlenebilir, bölümlere ayrılabilir veya en azından metni hep göz önünde tutmaksızın hakkında konuşulabilir. Oysa şiirde belli ve özgün mantık öylesine billurlaşmıştır ki metnin kendisi ancak bir şeydir, başka bir biçim içinde varlığını sürdürmez, başka kelimelerin bileşimine tercüme edilmez.”

Şiirde kendimize yakın bir şeyler bulduğumuzda onun evreniyle ve doğal olarak şairin evreniyle kaynaşırız. Bu istekle okuruz. İşte bu noktada diğer yazın sanatlarıyla ortak payda yakalasa da, şiir onların zıtlıklarından ayrılır. Çünkü şiirde birçok şey doğrudur.

“Sevmek sevdiği için korumak, sığınmak sığındığı için teselli olmak, hoşnutluğu aramak ve bu yüzden hoşnutları aramak insanlara çok yakışır. İnsan kendine yaraşan bu tutumları şiir okuyarak pekiştirebilir.”

Diyor İsmet Özel ve Kavafis’in aşağıdaki şiirini paylaşarak noktalıyor, bu bölümü okurlarıyla.
TANRININ ANTONIUS'U BIRAKMASIDIR

Birdenbire duyarsan gece yarısı
görünmeyen bir alayın geçtiğini
eşsiz ezgilerle, seslerle-
artık boyun eğen yazgına başarısız
yapıtlarına, tasarladığın işlere
hepsi aldanışlarla biten-
ağlamayasın boş yere.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
hoşça kal de ona, giden İskenderiye'ye.
Hele kendini aldatmayasın demeyesin:
bu bir düştü, kulaklarım iyi duymadı;
böyle boş umutlara eğilmeyesin.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
böyle bir kente erişmiş sana yaraşırcasına,
kesin adımlarla yaklaş pencereye,
dinle duygulanarak, ama
yanıp yıkılmalarıyla değil korkakların-
son bir kez, dinle doya doya ezgileri,
o gizli alayın eşsiz çalgılarını,
hoşça kal de ona, yitirdiğin İskenderiye'ye.

Ayrıca şiir ve şair konuşulmaz fikrine de katılmıyorum. Bence onlar konuşulmak, anlaşılmak, tartışılmak ve dolayısıyla düşündürmek için yaratılmışlar. Ayrıca şairler sandığınız kadar özel insanlar değiller. Sizin gibi benim gibi sıradan insanlar. Onları mitleştirmek çok anlamsız bana göre. Onlara belirli görev yüklenmemeli. Hele bunu yapan eleştirmenlere veya insanlara dayanamıyorum. Fazla uzatmayayım, şair ve şiirler elbette tartışılacaktır.

*Yazı devam edecek*Tırnak işareti içinde olanlar İsmet Özel'in Şiir Okuma Kılavuzu kitabından alıntılardır.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Şiir Üzerine(I)

Şiiri bir kaç kelimeye sığdırmak çok yanlış. Şiirin evreni özgürdür.

“Hiçbir şiir bize bir dünya görüşünün ana metinleri kadar açık ve doyurucu malzeme sunmaz”

Eğer bu yanılgıya saplanır kalırsak şiir orada önemini yitirir.

Şiir uzaklaşır, başkalaşır ve özgür kelimeleriyle, zıtlıkları veya çelişkileriyle tutsaklığını haykırır. Gerçek rengini çıplaklığıyla gösteremez.

Tanıdığımız biçimlerde yapılmış yeni bir resim, bildiğimiz seslerden söylenen yeni bir şarkı, aşina olduğumuz yargılardan çıkan yeni bir sonuç olamaz o zaman şiir. Bütün dostlarını yitirir.Öncelikle imgelerini ve metaforlarını.

“İnsanoğlu anadilini öğrenirken kelimeler ve konuşmalar onun zihnine yalnız anlamlarıyla girmezler,her kelimenin hatta her şeyin işaret ettiği nesneyle veya kavrama bağlı yahut olmayan bir rengi, kokusu, tınısı, sertliği, yumuşaklığı, sıcaklığı, soğukluğu ve burada sayamayacağım bizim bilemeyeceğimiz bir çok özelliği de kelimeyle birlikte insanın zihnine girer. Yada tersi olur.”

Bu yüzdendir ki kelimelerin değeri büyüktür bizim için diye yazmışım. Şiirler üzerine yapılan eleştirilerden sadece şu noktalama işaretleri ve şiirin diğer yazın sanatlarıyla bir tutulmasıyla ilgili kısaca şunu söyleyeceğim. Şiirde herkes noktalama işaretlerini kullanır veya kullanmaz. Şiiri yazanın kararıdır.

“Her kim şiir önemlidir, büyüktür derse, aslında ben önemliyim, ben büyüğüm diyordur.”

Şiirin önemsendiği ve onun büyüklüğünün belirtildiği bir bütünlük içerisinde ki düşünce yumağı söyleme geçerse bu tespite inanmamak çok zor gerçekten.

“Çünkü şiir bu dünyada dahi insanın kendini tanıyabilmesini mümkün kılan bir imkandır.”

Bunun öncesinde insanı yapayalnız bırakan bir dünya olarak anlattığı evrende çok önemli sayılan kendini tanıma, farkına varma ve kendini bilme sürecinde elimizde olan en dolu imkanlardan birisidir şiir.

Yaşamımızda takip edeceğimiz bir yol gösterici demek istemiyorum şiir için.

Böyle bir görev veya işlev yüklenemez ona.

* Yazı devam edecek. * Tırnak içinde koyu yazılmış satırlar; İsmet ÖZEL'in, "Şiir Okuma Klavuzu" adlı kitabından alınmıştır.
Kürşat Ural
"bırak yaşamına şiir girsin"

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...