Showing posts with label Deneme. Show all posts
Showing posts with label Deneme. Show all posts

11/29/2007

Mutlu musunuz?



Sizi neden aramadı diye aklınızı mı kaçıracaksınız?

Aslında söylemeyi çok istemenize rağmen sadece ufak bir inat yüzünden mi onunla konuşmuyorsunuz?

O uzaklarda değil de şu an yanınızda olsaydı bütün pişmanlıklarınızı döker miydiniz önüne?

İş kariyerinizde tamda yükselişe geçmişken ortasında çocuk yapmaya karar verebilir misiniz?

Sizi çok sevdiğini söylerken yada siz ona söylerken acaba samimi olduğunuza ikinizin de emin misiniz?

Kaldırımda yürürken bir otomobilin size çarpıp yaşamınıza son verebileceği ihtimalini ve sonrasında sevdiklerinizin sizin arkanızdan yakarışlarını, yaşamın orada sizin için sonlandığını hiç aklınıza getirdiniz mi?

Karşınızdaki konuşurken o an için başka yerde olduğunuzu düşlediniz mi?

Aileniz için en çok ne yapabileceğinizi düşünüyorsunuz? Mükemmel bir yaşam mı yoksa karşılıklı sevgi ve huzur yeter mi?

Mutlu musunuz?

Yaşamın neresinde, ne kadar mutlu olunabilir diyenlerden misiniz?

Kalabalık bir caddede yürürken size omuzu ile sert bir şekilde çarpan kişi sizi sinirlendirir mi? O an ne tepki gösterirsiniz?

Her zaman yürüdüğünüz caddelerde, sokaklarda başınızı kaldırıp sağınızda ve solunuzda hangi binaların olduğuna hiç baktınız mı? Mesela bunu Beyoğlu İstiklal Caddesinde yapabilirsiniz. Denemenizi tavsiye ederim. Şaşıracaksınız.

Çok uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınızla karşılaştınız ve o size adınızla seslendi ama siz onun adını bir türlü hatırlayamadınız ve durumu da çaktırmamaya gayret ediyorsunuz. Bu durumda ne yaparsınız?

Karşılaşmak istemediğiniz birisini aynı ortamda gördünüz. Bu durumda ne yaparsınız? Ne yazık ki oradan çıkamıyorsunuz da.

Banka gişe kuyruğunda işlem yapmak için beklerken sizden sonra gelip de sizden önce işlem yaptıran birisini gördüğünüzde banka görevlisine tepki gösterir misiniz?

Taksiye bindiniz ve söylediğiniz mesafe taksiciye kısa geldi ve gidemem dediğinde ne yaparsınız? Ya da ne yaptınız?

Şu an yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızın telefonunu çevirip onunla konuşmaktan neden çekindiğinizi söyleyebilir misiniz? Telefon orada tam karşınızda.

Siz haklı olduğunuzu düşündüğünüz hatta haklısınız diyelim bir tartışma anında neden susup hiçbir tepki vermeden duramıyorsunuz. Ya da yapabilenlerde neden hatta nasıl bunu yapabildiklerini söyleyebilir mi?

Taksiye bindiğimizde neden taksiciyle genel yaşanan sorunlardan laflarız. Trafik, memleket sorunları hatta yakın zamanda seçimler, politika. Yoksa taksiciler ücretsiz psikolojik danışmanlarımız mıdır bizim?

Taksim İstiklale her gelişinizde şunu söylenip durdunuz mu hiç? Burası önceleri mesela on yıl önce hiç bu kadar kalabalık değildi. Şimdi iğne atsan yere düşmez bir hal aldı İstiklal caddesi.

Kap kaçlar, hırsızlıklar neden bıçak sırtı gibi kesildi birden bire İstanbul’da? Hiç düşündünüz mü? Neden?

Televizyon, gazeteler neden ramazan geldiğinde yayınlarına bir ay dinsel olarak ağırlık verirler. Mesela klasik olacak ama "Çağrı" filmi ve dini içerikli programlar.

Sonra bitince ramazan yine aynı tas aynı hamam. Neden?

Nedenlerle yaşamak boynumuzun borcu bu şehirde ve ülkede.

Günlerdir aklımın bir köşesinde yuvalanmış, ara sıra aklıma gelen bir soru bu son günlerde.

Ne Olacak Bizim Halimiz?

Bu soruyu hangi zamanlar sorarım kendime diye düşündüğümde moralimin bozuk olduğu anlar gelir aklıma.

Moralin bozuk olduğu anlar kesin bir sorun vardır hayatımızın akışında. Sizce de öyle değil mi?

Sorunlar, olumsuzluklar, kötü olaylar üzerine konuştuktan sonra top yekun birbirimize sorduğumuz sorudur bu soru:

Ne Olacak Bizim Halimiz?

Çok zamanınızı almak istemiyorum. Sadece şunu belirtmek istiyorum.

Evde, sokakta, işte, yaşamın kıyısından geçen her yerde konuşuruz, tartışırız, gerekirse birbirimizi paralarız, eleştiririz acımasızca, infazlar gerçekleştiririz bazen.

Gerekirse birey olarak devlet oluruz, polisin, askerin, siyasetçinin yerine geçer sonuçlar koyarız ortaya.

Maç izlerken ya da sonrasında futbolda en iyi teknik adam ve spor yazarı yorumları koyarız ortaya, moda ile ilgili kabul görmüş modacılara taş çıkartırız, siyasette en iyi siyaset bilimciden, toplumbilimciden çok daha doğru analizler ortaya koyar sonuçlara varırız.

İçinizden senin ne farkın var ki bu olanlardan şu an dediğinizi duyar gibiyim.

Her neyse fazla uzatmayacağım.

Ne Olacaksa Olsun artık.

Çünkü ben artık siyasetiyle, ekonomisiyle, toplumsallığıyla birey olarak var olan bütün gelişmeleriyle bu halimizden ve onun ne olacağı sorgusundan çok sıkıldım.

Bu sıkıntıyı özellikle gençlerin iç dünyalarında daha belirgin yaşadıklarına çok eminim.

Olacaksa Olsun Bilelim Halimizi.

Değil mi?

Mahalle baskısı.

Bende yazayım dedim şu gündemdeki konuyu. Çok kısa.

Baskı mahalle baskısı değil aile baskısı. Hatta bireysel baskı desek daha yerinde olur. O ülke gibi olur muyuz? Şu ülke gibi olur muyuz? Değil aslında. Zaten sandıkta %46 oyu almış bir partinin genel kitlesine baktığımızda bu oranın azımsanmayacak kısmı zaten o toplumsal bakış açısıyla yaklaşıyor. Bu bir gerçektir. Gerçekte olandır.

Bu konu çok hassas bir konu. Toplumsal anlamda bakış açısı çok farklı bireylerden oluşan Türkiye'mizin hassas dengeleri altüst edebilecek bu konu üzerine daha dikkatli gitmesi gerekir. Eskilere dönmenin hiç gereği yok.

Şunu belirtmek isterim.

Geçen Mart ayında kaybettiğim babaannemi, ömrü köyde geçen ancak Cumhuriyetin birçok dönemini oradan gözlemleyen ve duruşuyla bunu gösteren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak başında ki yazmasıyla hatırlarım hep. Yazmasındaki işlemeler modern köylü bir kadının düşüncelerindeki aydınlık ve güzelliği, şeffaflık ise ne kadar açık ve ilerici bir duruşa sahip olduğunu hissettirmiştir hep bana.






Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

11/27/2007

Çıplak Rahibeler Pasaklı Beynimde Kırıtıyorlar





Ne zaman söylediğimi çok iyi hatırlıyorum. Çıplak rahibeler pasaklı beynimde kırıtıyorlar. Seviş benimle. Nasıl bitireceğimi bilemeden gözlerim kapalı sana olan hayranlığımı anlatacağım. Yazılmamış şiirlerde ve yaşanmamış hikayelerde bulsam seni.

Öyle bir arzunun kaçamaklarında bulacağım ki seni şaşıracaksın. Şu anda şiir okuma kılavuzu kitabını okurken birden aklıma geldi. Söyleyeceğim. Sevişmenin kılavuzluğunu senden öğrenmiştim.

Bazen bir kadın olmak bazen de bir erkek olmak vücutlarda. Nasıl oluyor da bu derinliğe inemeden yüzeylerde geziniyoruz? Halbuki öyle bir heyecan veriyor ki anlatamam.





Bir kadının zevk sesindeki hırçınlığını,kadife yumuşaklığının kulağıma sert vuruşlarını ve tarif edişleri çağırdım. O öyle nasıl bir şey.Fark edemezdim.Anladığım ve beni uyaran seslerin ahenginde bulandım.Ürktüm ve korktum.Neden mi?Bakışlarından diyorum.

Sen hangi şartlarda olursa olsun yazarın mutlu olabileceğini mi sanıyorsun?

Mutlu aşıkların olamayacağı gibi yazarlar da mutsuzdur. Böyle söylememle yargım kesin gibi gözükse de , bazı yanılsamaları elbette dikkate alıyorum. Ancak yine de şairin mutlu olamayacağı düşüncesi ağır basıyor. Tek bir yazar veya şairden yola çıkarak görünse de, bu saptama da aslında dünya edebiyatında genel olarak bütünsel yaşam serüvenleri dikkate alınmıştır.




Kadınlar biz erkeklerin yaşamında ki vazgeçilmezlerindendir.

Doğumdan itibaren annenin ilk dokunuşuyla başlayan bu inişli çıkışlı serüven.

Karamsarlıktan kurtulup aydınlık geleceğin içinden nasıl çıkabilirim ey yüzsüzler.

Sizi seviyorum de nedenini hiç bilmediğim olanlardan sıyırıp kendimi bırakıp tutku tarlalarındaki kadınlarla çapa vuruyorum. Her vuruşta içim öyle bir sızlıyor,göğsüme öyle bir acılı ağrı saplanıyor ki.

Elbette bilmezlikten geliyorum bütün nedenlerini. Kandırma kendini yürü üstüne. Susarak bugünlerin acısına saplandın be adam. Yürü üstüne.

Sen kendini bana saklama. Uzak dur, benim sevecen yüzüme aldanma sakın.

Onun kulağına fısıldadığı sözlere aldanma sakın.

O ve müritleri yalan söylüyorlar , demiyorum.Sakın yanlış anlama.Sapkın düşüncelere sokarlar seni.Ümitsizce öyle bir gayya kuyusunun içine çekerler ki seni.




Umudunu geleceğe taşıdığın bütün hedeflerinin teker teker akıp gittiğini göreceksin, gözlerinin önünden.

Asıl Zerdüş'tün dediklerine kulak vermeni tavsiye ederim sevgili.

Şöyle söylemişti.Seviş onunla.Ama kesinlikle dokunma.Dokunduğun anda, cellatların kollarında giyotine gidersin.Unutma.Teninde gezinişini öyle yumuşak yapmalısın ki uykusunda bile senin olduğunu bilmemeli.Uyanık iken seni görmemeli.

Öyle hissettirmelisin ki uzak yerlere yaptığı ve geri dönüşü olmayan yolculuklara çıktığını anlamamalı. Tek kişilik aşkı dillendirenlere inatla karşı çıkmalı. Zıtlıkları aynı mekanda, ancak farklı mekanlarda birleştirmeli.

Uyan be adam.Uyan.Yatağın içine akıttığın masum gözlerin kanlı yaşlarına bulanma.Kan ağlıyor sana.Kör oldu , görmüyor seni.İşte seni göremeyenlere katil gözlüğü oldun.Üzülme , Zerdüşt yine kurtarır seni bu rüyadan.

Şu sözlerin ne anlama geldiğini bilmiyorum.

Bak işte sıralamam gerekiyor iken yine unuttum.Tek aklıma geleni söyleyeyim.

Üçlememin ikincisi. Sen. O’yla başlamıştık. Sıra sana geldi.

Seni öyle anlatmalıyım ki, bütün kadınlar nefret etmeli benden.Bana olan hırsları birikmeli anlattıklarımla.Üçüncü üçlemenin yaratıcısı olan beni, parçalamak istemeliler.

Ancak önce istek ve arzuların sırasına göre, ne yapmak istiyorlarsa yapmalılar.Sonra buna ne zaman olacak ne de fırsat.Bir zamanlar şöyle demiştim.

Yakın bütün tenlerinizle.Oramı buramı.Tutkunun en ince ayrıntılarına gizlenmeden,göğüsleri sarkmış fotoğraftaki kadının bakışlarında ki heyecanla poz verin resminizi yapanlara.

Sanmayın ki onlar sevdiğine emin olduğunuz ve çok güvendiğiniz duygu sevicileriniz.

Onlar sizi her gün aldatıyorlar.Her gün başka başka senlerin resmini yapıyorlar.Sadece ne bildikleri önemli değil, hangi rengi hangi sende kullanacaklarını ayırt edemiyorlar.Aynı benim seni ayırt edemediğim ve ona söyleyemediğim gibi.

Aldatıldığımı anladığım an sanki bütünlüğüm kayboldu,vücudum sarsıldı,evrenin bütün nefretleri , ne kadar pislikleri varsa kirli ve pasaklı beynimde toplandı.

Çıplak ayak dolaşan çocukluğum, artık hayalini bile kuramadığım o mahalle ve misketlerimizi çalan o iri yapılı çingene çocuk geçti önümden.

Koştura koştura peşinden gidip , ilk öğrendiğim judo hareketlerini o serseri çingene çocuk üzerinde deneyişim ve onu yendiğim en ciddi kavgam.

Sonra neler oldu neler.

Anlatacağım sarı yıldız. Anlatacağım.



Akşamcı Musa Amca’nın kırışmış alnının , sararmış sakal ve bıyıklarının izinde gizlenmiş sırlarla dolu şarap kokan ağız kokusuyla karışık anlatacağım.

İnsan nasıl çıkar bu yolculuğa bilmiyorum. Gerçeklikle zahirilik arasında ince bir çizgide yürüyerek çıplak ayaklarımın altlarını aşındırmadan yapılan yürüyüş.

Çok masum değil, gizemli hiç değil. Tütün tarlalarına girdiğinde veya tabakadan sarılan cigaranın ilk nefesinde boğazı yaktığı ilk tadın acılığı olabilir belki de.Haydi bakalım.




Livane Kültür Ağustos 2006 I. sayı

http://www.livane.org/2006Agustos/?pid=06








Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Çünkü Aşklarımın Uzantısı Bir Ülkedeyiz





Evlendikten sonra aşk kuramı yerini sevgiye bırakıyor.Çok kesin söylesemde bazen böyle olmuyormuş.Öyle söylüyorlar.


Aldatmak.Aldatılmak.Gerçekten çok derin bir konu.Zaten kadın ve erkek varolduğu sürece tartışacağımız kavramların arasında en çok yer alan kavram.


Aldattım kadınlarımı ve aldatıldım .Tutkunun ve heyecanın kölesi oldum belki.


Aşık oldum ve paylaştım sevinci ve hüznü dudaklarında.Tensel titreşimlerin hapsettiği duygularda yenildim gerçeklere.Doğruldum ve yeniden yeniden savruldum arzu dolu bakışların uzantısında..


Sevdim ve bir daha bırakmadım


"heyy ! iyi insanlar sesleniyor size zerdüşt
bırakma sakın kendini rüzgara
sonunu getiren insan saplantısı hastalıklara
dokunma uçup kendini bulamazsın soluk soluğa
bu kavganın orta bir yerinde
sevdiğim sana sesleniyorum
sakın uyuma sabahın zehir uzanışında
karşıma geç ve parçala
uçuşan sevda yarası türküleri "

Ben hem aldattıgımda, hem de aldatıldıgımda çok üzüldüm.Orada kaldı.Bitti.


Eğer bir ilişki yaşıyorsan bunları göz önüne alarak yaşamalısın.Öyle değil mi Zerdüşt.


Birbirini seven ve evlenmeye karar veren insanlar karakter uyumları sebebiyle mi böyle bir karar veriyorlar?Daha doğrusu tamda istediğim kişilik yapısına uygun bir insan olduğuna karar veripte mi evleniyorlar?Genellikle böyledir diyemeyiz.Kısmen böyle oluyor.Bu isteğin ve kararın tehlikeli olduğunu düşünüyorum.Tehlike çanları bizim için çalıyor ey Zerdüştün müritleri.


Kadınıma aynı şeyleri ben yapıyorum .Müdahale etmemeye çalışıyorum desem yalan olur.

"hadi kaçalım kaçamak serseriliklerden uzağa
gözlerin ve saçların olmadığı
bir sen bir ben
birde onlar
onlar ki
kaçamak doğurgan aşklarını birbirine satanlar
gözlerini oyan ve saçlarını kestirenler
zerdüştün kusmuğunda boğulan müritleri
yani sen
yani ben
yani onlar"

Aşkla ilgili açtığım konuda aşağıdakileri yazmıştım.


Aşk bir hastalıktır.Tutkuyla başlanan tehlikeli bir yolculuğun ortasında ne yapacağımı bilmeden oraya buraya savrulmalar.Nedenleri sorgulamadan bir tek ona uzanan yanılsamalar.Tarif edilemeyen ve sonraları sınırları çizilen bir ilişkinin adını koyma çabaları.Farkına varmadan delice davranışlar ve mantık çemberine teğet bile geçemeyen düsünceler.Aşk; ölüm düşüncesi ile içiçe geçen kabuslarımızın zahiri evreninde ki bir yanılsamanın bizde bıraktıgı işaretler bütünüdür.Adı konmuş olsa bile kendisini bilemeyiz.Anlamak istemediğimiz bir bütünlük içinde ki kaçışlaıımızın belgesidir.Aşkı yüreğine çiz ve sonra yavaş yavaş silinmesini bekle bakalım ne oluyor?Gözlerine yansıyan dehşet görüntüsünü aynada izlemeye çalış bakalım intihar hakkımızı erkene almıyor mu?


Aşk bir hastalıktır.Vücudumuzda ki istemedigimiz ama nedense bir anda ortaya çikabilen urlarımızı büyüten tanımsız virüs.Ben artık aldanmayacağım.Ama tutkuyla sevmeye devam edeceğim.Katılan da olur katılmayanda.Zaten aşk konusunda hangimiz aynı şeyleri düşündük ki?Asıl olan ve olması gerekende bu bence.


Şimdi gelelim kıskançlığa.Olmalımıdan öte ilişkilerimizde bu duygusal yoğunluğun davranışlarımıza yansımasının olabilirliğini yadsıyamayız ve her zaman zaten var.Şimdi ben her zaman olmalımı sorusuna elbette olmalı dediğimde bu davranışların bana yansımasından zevk aldığımı düşünebilirsiniz.Çok açık söyleyeyim biz istesekte istemesekte kıskançlık yaşantımızın vazgeçilmezlerinden.Fazla uzatmayayım ilişkilerimizde sürekli karşımıza çıkan bu duygu dediğim gibi her zaman var.

Asıl bu duyguyu belirli bir dengede tutabilmemiz önemli olan.Herkese de söylerim .Bazen kabulleniriz,bazen ise büyük bir kızgınlıkla elimizin tersiyle uzak tutmak isteriz ilişkimizden.Kıskançlık tehlikelidir.Ancak kontrolümüz dışına çıktığında.Dikkat tehlike çanları çalmaya devam ediyor.


Somutlayarak anlatayım.Kadınımı her zaman kıskanırım.Kıskanç bir erkeğim.Bunun sadece kendime ait bir duygu olmasını istemem.Kıskanılmakda isterim.Yalnız ikimizde bu duyguyu kontrolümüzde tuttuktan sonra birbirimize zarar vermeyeceğini de biliriz.Daha doğrusu öyle sanıyorum..İki kişide dediğim gibi kontrollü davranırsa fazla bir sorun olmaz.Örneğin kıskançlığı paranoya seviyesine veya aşırı şüphecilik noktasına taşırsak işte o zaman işler farklı bir noktaya geliyor ki bunu kesinlikle istemem ve de izin vermem.Kendimde.


Anlattığım şeylerden kıskançlığa bakış açımı anlatabilmişimdir herhalde.Eğer anlamamışsan bu benim hatamdır.


İşte geldik asıl noktaya.Benim kadınım beni hiç kıskanmadığını söyler.Ah kadınlar.Dürüst olmadığınızı söylemek istemiyorum.Ancak bunu nasıl yapabildiğinize inanamıyorum.Sadece bu ikilem beni düşündürüyor.


Zerdüştün müritleri de bu konuda uzun yıllar kafa patlattılar ama nedense bulamadılar cevabını,herneyse ben devam ediyorum.

"kıskanmadan sevebilmeyi
becerebilseydim eğer
acılarımı şiirleştiren
sözcüklerin kısırlığında
boğulurdum
şüphelerin ayrıntılarından
sıyır kendini
sarıl bana
bırak korkularını
savur bana"

Kıskançlığın güvenle ilişkisi doğrudan gibi görünsede bana göre bu bir aldatmacadır.İnsana olan güvensizliğimizden dolayı onu kıskanmayız.Güvenmediğimiz insanı sevmeyiz.Ama sevdiğimiz,çok şey paylaştığımız insanı kıskanabiliriz.

Biraz da bu gibi duyguları belirli bir düşünsel süzgecimizden geçirmemiz için zamana ihtiyacımız vardır.Bazı duygularımızı değerlendirirken diğerlerini ölçüt alıyoruz çoğu zaman.

Okul yıllarında ilişkilerimde sürekli şunu söylerdim."Her an her şey olabilir"Çoğu zamanda bununla karşılaştım.Kimi zaman benide karşımdakileride çok şaşırtan gelişmeler oldu.Sadece sevgililik düzeyinde değil,her ilişki boyutunda.Eski ilişkiler bitti,yenileri başladı.Yeni dostlar,arkadaşlar,sevgililer,düşmanlar v.s.Peki ne mi oldu?Bana kalanlarla ben oldum işte.Benim gibi benlerle uğraşmaktan bıktım.Uzaklaştım onlardan.

"sevsem tenime zarar seni
itsem istemesem sevişkenliğimdem uzak
başkaları var desem yalansız bir istek
atılgan duyumlarımı üzerime yığsam
acınası bir halde oluyorum
adına işlediğim cinayetleri bile
aklımda tutamıyorum kadınım
birini tuttuğumda öbürü askıntı üzerimde
ukala serseriliklerden bir yudum daha"

Tensel uyum bence bir ilişkinin en önemli mihenk taşı.Desem yanlış olmaz herhalde.Başta da söylediğim gibi aşk zamanla kendini sevgiye ve farklı duygulara bırakıyor.Ancak cinsellik zamanla özellikle alışkanlığa dönüşürse; içi boşalır ve heyecan,tutku ve arzu dolu bakışların yeri ihtiyaç gidermeli boş bakışlara dönüşürse durum kötü.


Birde cinselliği ilişkilerin duygusal yoğunluğu zamanlarına görede değerlendirmek gerekir.



"Insan cinselligi sevmedigi biriylede yasayabilir"Olabilir.Çünkü sevgi zaman ister.Ancak nasıl oluyorda tenler birbirini kabul ediyor.İşte bu insanın yasak aşktan(ilişkiden) aldığı hazdır bence.İnsanlar böyle birlikteliklerde (anlıktır) o an nirvanaya ulaştıklarını zannederler.Ama...Kendilerini aldatırlar da diyemeyeceğim.Çünkü olan olmuştur bir kere.Pişmanlık da değil olacak olan.Sadece Zerdüştün emriyle yıkanan bakirelerin günahlarıdır boyunlarını giyotine veren.Tercih edilmiştir istemeden.Dediğim gibi olan olmuştur.



"Tarihin birikmiş bakirelerini soyuyorum
terlemiş ellerimi gezdiriyorum göğüs uçlarında
kalçalarına saçlarına dudaklarına
dokunuyorum
incitmeden büyüyen urlarımın emriyle
yıkıyorum"




Şöyle ki cinsel konu hakkında da çok rahat konuşabiliriz.Ancak kişi ve ortama göre değişir.Ayıp denmesi toplumsal değerlerimizin bize yansımasıdır.Modern ve kültürlü türkiyeli bir aile hem aile içi hemde aile dışı ilişkilerinde bu "ayıp"konuları rahat bir şekilde tartışabilir.Ancak bazı savunma mekanizmaları geliştirmesi şartıyla tabiki.

Samimiyet.

İnanın insan erdemlerinden en önemsediğim ve değer verdiğim kavramlardan birisi sammiyet.Birçok konuda da ölçüt olarak aldığım bir duygu ve davranış özelliği.

Hani arkadaşlıklarımızı,dostluklarımızı genel olarak ilişkilerimizi değerlendirirken bazı özellikleri gözönünüde bulundurarak yani ölçüt alarak değerlendirmeler yaparız ya.İşte benimkisi de öyle.
İnsan kişiliği farklı davranışsal özelliklerini açığa çıkartıyor.


İlişkide samimiyetin gerçekleşmesi için belirli bir zamanın geçmesi elbette gerekiyor.Ancak bunu uzun veya kısa diye sınırlandırmamak gerekir.Çok kısa zamanda çok sağlam samimi ilişkiler kurulabilir.Çok uzun zamanda bırakın samimiyeti,arkadaşlıklar bile kurulamayabilir.Karşımızda ki kişinin samimiyetini ölçmek isteriz çoğu zaman.Bunu nasıl yaparız?İlk an çok önemlidir.İlk ağzımızdan dökülen kelimeler.Fakat her zaman ilk izlenim samimiyet konusunda bizi doğru yönlendirmeyebilir.

İşte ne güzel.

Samimiyetle,dürüstlük çok karıştırılır.Hadi biraz karıştıralım ne olur sanki tanrıların sıkıştığı zamanda tekrar alırız geri.Dostluklarımızı.


Dostlukla kalın.



Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

Zaman Dursun



"Doktor Faust şeytanla yaptığı pazarlıkta 'şimdi zaman dursun' diyecek kadar mutlu olup 'zaman dursun' dediğinde ruhunu şeytana satacaktır.Siz nasıl bir anda zaman dursun' derdiniz." *


*Ahmet Altan'ın Gece Yarısı Şarkıları kitabından alınmıştır.


Ben Ahmet Altan’ın sorduğu soruyu biraz değiştirerek soracağım izninizle.

Hangi istek ve arzunuz için 'zaman dursun derdiniz diye soracağım.


En zeki, en zengin, en mutlu, en güvenilir, en çılgın, en dürüst, en başarılı insan olabilmek için. Yaşamımızda ki bu enleri çoğaltabiliriz elbette.

İsteklerimiz bizim vazgeçilmezlerimizdendir. İstek ve arzularımızı gerçekleştirme yolunda yapamayacağımız şey yoktur. Bu çabalarımız bazen bizi olumsuzlukların ortasına sürükleyebilir. Bazen de mutlu anlarımızın çoğalmasına da sebep olabilir.


İsteklerimi gerçekleştirme ve yaşamımda olağan ve sürekli artan bir gerçek olma heyecanını hiçbir zaman yitirmedim. Herkese de tavsiye ettim olabildiğince. Etmeye devam edeceğim. Çünkü bunlar yaşamım boyunca kimi zaman içini düştüğüm gayya kuyusundan beni çekip alabilecek güce sahip değerler yaratabilen bir evreni oluşturuyor.


Gerçek, dokunulabilen, hissedilince sevilebilen, şeytana kafa tutabilen, başkaldıran, aşkı ve acıyı içinde biriktirip gerektiğinde kusabilen, şiddeti içinde beslemeyen, saldırgan duyumları yok edebilen bir evren.

Severek ve sevilerek çoğaldığımız bir evren. Savaşta kaçınılmaz oluyor şeytanla ne yazık ki. İsteklerimizin benin yapım sürecinde karşımıza kurtulmaya çalıştığımız bazı engeller çıkardığı doğrudur. Bütünüyle yok etmek! Kurtulmaya çalışmamız gereken bazı isteklerimizin bizi götüreceği olumsuzluklardır.

Dış ve iç evrenimizin ihtiyaçlarını ne olursa olsun kısıtlamanın, azaltmak veya çoğaltmak şeklinde müdahale etmenin ne gereği var. Özgür bırakmalı. Onları kontrol altında tutarken azaltmak yerine dengelemek asıl önemli olan. Etki ve tepki. Hem ben olgusuna hem de çevre ve çevremizdekilere yansımasına dikkat edilmeli. İsteklerimiz kendini bilen insanın en önemli gerçeğidir.


Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

11/07/2007

Şiddet





Dört yıl önce bazı forumlara yazmış olduğum yazımı olduğu gibi sizlerle paylaşmak istedim.



Son zamanlarda meydana gelen gelişmeler ve Ortadoğu da ki savaşı dikkate alırsak Dünyada galiba insanlık adına fazla değişen bir şey yok.

Ne dersiniz?

24.10.2003

Şiddet! Arkadaşlar diğer sitelerde tartışmaya açtığım bu konuyu burada sizlerle tartışmak ve paylaşmak istedim.



Şiddet konusunda çok şey söylemeye gerek olmadığını düşünüyorum. Her gün görsel ve yazılı basında yer alanlar, şiddetin hayatımızda ne kadar yer tuttuğunu apaçık gösteriyor. Sinema filmlerinde, realty showlarda, çizgi filmlerde, haberlerde v.s izlediğimiz görüntülerde ki şiddet savaşla birlikte açıkça kendini gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Irak semalarında bombaların, silahların çıkardığı dumanlar arasında bir çocuğun uçurduğu uçurtma; bence özgürlük adına devam eden şiddete en güzel cevaptı, sizce de öyle değil mi? Hatırlar mısınız çok önceleri izlenme kaygısıyla yapılan realty show programları vardı özel kanallarda?



Simdi yine başladılar. Bu sefer polisiye film senaryolarındaki gibi olayları(çoğunlukla cinayet, tecavüz, hırsızlık v.b.) işlemeye başladılar. Burada şuna dikkat çekmek istiyorum. Amaçları yine yoksulların şiddetini deşifre etmek. Onları kötülemek. Olayların nedenlerini araştırmak, bunların toplumsal boyutlarına dikkat çekmek, yerine hep yaptıkları izleyiciyi ekrana zıpkınlamak için ne kadar iğrenç senaryo varsa hep o konulara dikkat çekiyorlar. Hiç ama hiç toplumsal kaygıları yok.



Ne dersiniz? Şiddet içerikli programları bir kenara bırakın, çizgi filmler, bilgisayar oyunları bile çocuğun gelişiminde olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.

Ailede şiddet, okulda şiddet, sokakta şiddet v.b. saydığım bu konular çocuğun gelişiminde ne kadar etkili olabiliyorsa görsel basındaki (iletişim araçları) birçok program da çocuğun sağlıklı gelişiminde bir o kadar etkili oluyor, hatta günümüzde iletişim araçlarının hayatımızdaki yerini göz önünde bulundurursak bunun çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.



Şiddet dedik. Çocuklar dedik. Görsel basındaki şiddetin çocuklar ve insanlar üzerindeki etkileri dedik.



Simdi ise önceden yasadığımız, bir daha yaşamayacağız diye sözler verdiğimiz bir trajediyi tekrar tekrar yaşıyoruz. Bu sefer bu pis oyunun başrolünde çocuklar çoğunlukta. Çiğlık çığlığa bağırıyorlar sözlerini tutmayan büyüklerine:"hayatimizi geri verin""biz bu sözleri tutmak için büyüyeceğiz"



HAYATLAR BU KADAR KOLAY BİTİRİLEBİLİR Mİ? YAZIKLAR OLSUN?



Son günlerde Ortadoğu yine ısınmaya başladı. Neredeyse her gün intihar saldırısı oluyor. Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, sakat kalıyor. Ekranlarımızdan hiç eksik olmayan şiddet yine yüreklerimizi parçalıyor. Irakta olduğu gibi hep masum sivil halk bu yaraları sarmaya çalışıyor. Şiddetle karsı karsıya kalan hep mazlumlar ve masumlar. Yeter artik demek yetmiyor ama ben yine de yineleyeceğim.



Savaşa ve şiddete HAYIR




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

10/19/2007

Gerçek sanatçıya verdiğimiz değer bu kadar işte.



26.08.2006


Ne yazık ki bende gazeteden öğrendim vefatını. Yahu ne kadar ilginç bir ülkede yaşıyoruz?

Edebiyatımızın önemli fakat ÜNSÜZ isimlerinden Muzaffer Buyrukçu vefat etti.

Hastalık sürecinde yaşadıkları, ve sonrası gelişmeler utandırıyor beni.

Artık yeter yahu. Gerçek sanatçılarımızı sahipleneceğimize, bizlere güçlü eserler bırakmış sanatçı, edebiyatçı, müzisyen insanlarımızı bir kenara itiyoruz abuk sabuk piyasada dolaşan ne olduğu belli olmayan sözüm ona “sanatçı” bozmalarını mı ünlüleştireceğiz o hayal dünyamızda.

Eğer merak eder ve hayatını okursanız Muzaffer Buyrukçu’nun şaşıracaksınız .Almış olduğu edebiyat ödülleri,bırakmış olduğu eserler ne kadar ünsüz olsa da gerçek değerini ispatlayor bizlere.

Başımız sağolsun.



Uğurlar olsun Muzaffer Buyrukçu.

fotoğraf http://www.hurriyet.com.tr/ alınmıştır.


Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

Aşk yalancıdır,kalleştir





Başlarken sevdiği kadınına adıyor bütün yolculuklarını.
Savaşlar,limanlar,uğradığı kasabalarda ki arkadaşlar ve aradığı o şey.
Bir gecede neler olmuş neler.Bu konuda bende bir şeyler söylemek isterdim.

Mutlu değilim onun kadar.Aksine cesur ve bir o kadar korkak.İnsan değilim kendim kadar.Lakin onun kadar mutsuz ve keyifsiz.

Bakıyorum cebimdekilere.Kalanlar o kadar azalmış ki.Onu da kaybedersek vay halimize.Hadi kolay gelsin.Bütün her şey sevgiyle gelsin,sevgiyle gitsin .


İsteklerimizin benin yapım sürecinde karşımıza kurtulmaya çalıştığımız bazı engeller çıkardığı doğrudur, ancak öyle bir anlatmışsın ki isteklerimizi şaşırdım!Bütünüyle yok etmek!Kurtulmaya çalışmamız gereken bazı isteklerimizin bizi götüreceği olumsuzluklardır.Öyle bir söylemişsin ki olumsuzlukların bütünü isteklerimiz gibi algıladım ben.Yani senin anlatımından algıladığım isteklerimiz şeytanın kitabında yazılanların aynısıymış gibi.Olur mu öyle şey?

İstek ve arzularımıza bu kadar karamsar yaklaşma derim.Hayata olan bakış açımızı
karartmayalım.

Güvenilirlik insan erdemlerinden belki de en önemlilerinden.Ayrıca hayatımızda ki ilişkilerimizde de çok önemli bir yere sahip.Fakat ilişkilerin yoğunluğunda bu erdemimiz bile şekil değiştirebiliyor.'Güven duymak' dediğimiz zaman,arkadaşa,dosta,sevgiliye.Acaba bizim cephemizde neler oluyor.Neden insan böyle bir duyguyu hissetmek ister?

Kişilik tahlillerinde,ilişkilerin gelişiminde güvenilirlik önemli dedik. neden böyle? yada nedir bunun ölçütleri?neleri önemseriz güvenirken?

Söylediklerinizin bir çoğuna katılmak olası,ancak 'dost biriktirmeyi unutmayı gerçekten anlayamadım. Dostluk mutlaka özeldir,farklıdır,güzeldir. "Uzun zamandır bir dost arıyorum." -Öldü. -Yalan söyleme. İnsan birçok kişiye aşık olabilir.Aşık olduğuyla çok iyi dost da olabilir.Gerçekten dost olabilir mi? Gerçek olandır. Aşk yalancıdır,kalleştir.Bazen de çok sıcaktır.Üşütür. -Dost her şeyi eritir.Elmasa da pırlantaya da benzemez.Değersizdir.Aşk gibi hep yalan söylemez.Doğrucudur.Öldürür. Her neyse dediğim gibi -var var -Yaşıyor ve birlikte yaşlanıyoruz.Ölene kadar.




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Medyada Neler Oluyor?



26.07.2007



Çok zor dönem geçiriyoruz.Seçim,terör,ekonomide belirsizlik ki Türkel hocamın dediği gibi:

"Aba altından sopa gösteren sadece IMF mi? Askeri darbe paranoyasıyaratarak sosyal güvenlik, tarım, üniversitelerdeki 50/D uygulaması dadahil istihdamla ilgili yasalardaki her türlü antidemokratikleşmeyi masum gösterenlere ne demeli?Kolay gelsin Türkiye!






"Bu sözler ekonomik anlamda son dönemeçte durumumuzu ortaya koyuyor.Neyseki ben daha çok her zaman of çektiğimiz ekonomik sıkıntıdan bahsetmeyeceğim.






Gelinen süreçte hepimizin gördüğü bir savaş var aslında.Medya savaşı.Yöneten bizim seçtiğimiz kişilermi yoksa perde arkasında olanlar mı?Aslında çok perde arkasında da sayılmazlar ya.





Seçim yarışında siyaset içinde hiç alışık olmadığımız bölünmeler parçalanmalar yerine siyasi partiler arasında güç birliktelikleri yerini alıyor.Bu gelişmeleri sizi bilmiyorum ama ben hayretle izliyorum.






Sanırım yeniden koalisyonlu hükümetler dönemine yeni adımların ayakizleri bunlar.Asıl önemli olan terör saldırılarının ayyuka çıktığı şu günlerde, ekonomideki durgunluk, belirsizliklerin ve işsizliğin bir türlü önüne geçilemediği zamanda seçimlerde medya önüne nasıl bir plan program koyacak? Tercihler nasıl olacak?






Hangi medya grubu kiminle masaya oturup siyasi partiler arasındaki güç birlikteliği gibi onlarda bu yola girecek.Merakla bekliyoruz.Hatta başlamışlardır bile ne dersiniz?


Kürşat Ural


"bırak yaşamına şiir girsin"

10/10/2007

Gazeteler Kapatılacak!





Bu başlığı okuyunca sanırım darbe olacak,bütün yayın organları buna gazetelerde dahil kapanacak diyeceğimi sandınız değilmi?

Ne yazıkki ne darbe olacak diyeceğim ne de yazılı ve görsel medya kapanacak diyeceğim.

Asıl darbeyi yüzyılımızda internet yapacak!!!

Ama çok yakındır ki internetin güçlenmesiyle gazeteler yavaş yavaş güçlerini yitirecekler,gelişme ve teknolojilere ayak uyduranlar açık kalıp yayınlarını yapacaklar ancak diğerleri ise kapanacaktır.

Gazetesini artık bir çok insan evinde iş yerinde internetten okuyor.Öyle değilmi?

Gazete satış rakamlarıda zaten gittikçe düşüyor.

Zaten büyük medya patronlarıda ellerindeki gazetelerin basım yayım yoluyla bireylere ulaştırılmasından çok artık sanal ortamdaki gelişmelere yatırım yapıyorlar.

Uluslararası basında zaten bir çok köklü gazeteler internetten yayın yapan kuruluşlara karşı eli kolu bağlanmış ne yapacaklarını bilemez durumdalar.Ya da yeni strateji geliştirme çabasındalar.

Artık basın ve yayında bir çok alanı internet eline geçirmiş durumda.Bu gelişmeler hızla ilerliyor.Bunlardan biriside bahsettiğim bu konu.

Ne dersiniz?Sizcede öyle değilmi?

Kürşat Ural

http://www.livane.org/

kursatural@gmail.com

Ne Yapardınız?





Kalabalık bir caddede yürürken size omuzu ile sert bir şekilde çarpan kişi sizi sinirlendirir mi?O an ne tepki gösterirsiniz?

Her zaman yürüdüğünüz caddelerde, sokaklarda başınızı kaldırıp sağınızda ve solunuzda hangi binaların olduğuna hiç baktınızmı?Mesela bunu Beyoğlu İstiklal Caddesinde yapabilirsiniz.Denemenizi tavsiye ederim.Şaşıracaksınız .

Çok uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınızla karşılaştınız ve o size adınızla seslendi ama siz onun adını bir türlü hatırlayamadınız ve durumuda çaktırmamaya gayret ediyorsunuz.Bu durumda ne yaparsınız?

Karşılaşmak istemediğiniz birisini aynı ortamda gördünüz.Bu durumda ne yaparsınız?Ne yazıkki oradan çıkamıyorsunuzda.

Banka gişe kuyruğunda işlem yapmak için beklerken sizden sonra gelipte sizden önce işlem yaptıran birisini gördüğünüzde banka görevlisine tepki gösterirmisiniz?

Taksiye bindiniz ve söylediğiniz mesafe taksiciye kısa geldi ve gidemem dediğinde ne yaparsınız?Yada ne yaptınız?




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Nerede O Eski Çizgi Filmler?


Bu sabah işe giderken kız kardeşimin ’Aaabiii, Tarzan başladı televizyonda, haydi gelmiyor musun?’ diye seslenişini hatırladım.

Ha, Tarzan’daki ’z’ yerine yanlışlıkla ‘k’ çıkarsa baskıda. Sakın yanılmayın. Şimdiden söylüyorum. Çünkü o zamanlar Tarkan meşhur olmamıştı, o da benim yaşlarımda çocukluk serüvenini yaşıyordu, farklı coğrafyalarda.

Yirmi iki yıl önceydi sanırım.

Renkli televizyonların evlerimize yeni yeni girdiği zamanlar. Bizim televizyon siyah-beyazdı.



O yüzden çizgi filmler, öyle renk cümbüşünde değil de, siyah-beyaz süslerdi rüyalarımızı. Ya ben ne diyorum ki, renkli görülen rüya olur mu hiç? Elbette rüyalarımız siyah-beyaz, olacak.



Ama o zamanlar, renkli televizyon camları alınırdı. Mesela hatırlarım yosun yeşiline yakın. Takardık televizyona. Renklenirdi, sanki çizgi filmlerdeki kahramanlarımız; yosun yeşiline yakın.
Sonra geçerdik televizyon başına, izlerdik, sevdiğimiz çizgi filmleri.

Uçan kaz Morton, Tarzan, Vikingler, Şirinler ve Gargamel, Şeker Kız Candy, Heidi... Pembe Panter, He-Man, İskeletor dediğinizi duyar gibiyim ve aklıma gelmeyen daha nicelerini…



Hepimizi çok etkilemiştir, bu çizgi filmler. Ben sıraladığımda eminim ki çoğunuz, özellikle otuz-otuz beşli yaşlarda olanlarınız hatırladı, bu çizgi filmleri.

Uçan kazın yolculuk maceraları… Vikinglerin kürek çekerken “haydi yallah hop hopları” ve küçük Viking’in müthiş fikirlerini ortaya çıkarmadan önce işaret parmağı ile yaptığı hareket ve ampulün yanması. He-Man’in kılıcını gökyüzüne kaldırarak “gölgelerin gücü adına güç bende artık” diye bağırışı. Bir de, Calimero vardı.”Ama haksızlık bu.” derdi. Kâğıttan kuyruk yapıp pembe panterin o eğlenceli müziği eşliğinde onun gibi yürürdük.

Niye mi yazıyorum bunları?

Son dönemlerde aile, çocuk ve çocukların gelişimi üzerine tartışmalar sürerken, Özellikle çocuklara şiddet uygulamaları tartışılırken, ben de, çizgi filmlerin çocuk gelişimindeki etkilerini düşündüm, bir an.

Özellikle teknolojinin gelişmesiyle çizgi filmlerin yapılışı, içeriği ve buna bağlı olarak konuları da farklılaşıyor, değişiyor.

Aslında konuyu uzatmak ve bu konuda sıkıcı laflar sıralamak istemiyorum. Şiddet içerikli çizgi filmlerin çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri, bilim adamlarınca gündeme getirilmekte ve böylelikle anımsatılmaktadır.

Mesela çok zararsız görünse bile Tom ve Jerry arasında kovalamacalar, Voltran, Pokemon ve bunun gibi aklıma gelmeyen teknolojik çizgi filmlerin içeriğindeki tehlikeli şiddet görüntüleri.
Şiddet sadece çizgi filmler de değil, sinema ve televizyon film ve dizilerinde de durum aynı.


Yazımın başında, geçmişe yaptığım yolculukta bahsettiğim çizgi filmlerde, çok az şiddet içeriği olduğu aklıma geliyor, hemen. Hatta yok denecek kadar az.

Ne güzeldi onlar. Konuları, anlatımları, karakterleri çoğunlukla öğretici, eğitici ve sevgiye yönelik… Şu an bile hafızamı kurcaladığımda hatırıma gelenler, olumlu ve neşe verici, hatta özlem yaratan durumlara sokuyor, beni.

Bu arada unutmadan buradan duyurayım sizlere. Heidi yakında beyazperdede.

Büyüklerimiz derler ya, ‘Aaah, nerede o eski bayramlar?’

Benim de diyesim geldi.

Nerede o eski çizgi filmler, nerede?




Görsel tasarım:Uğur Beşer

Yazının linki:
http://www.livane.org/2006Eylul/?pid=13




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Neden?





Şu an yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızın telefonunu çevirip onunla konuşmaktan neden çekindiğinizi söyleyebilirmisiniz?Telefon orada tam karşınızda.

Siz haklı olduğunuzu düşündüğünüz hatta haklısınız diyelim bir tartışma anında neden susup hiçbir tepki vermeden duramıyorsunuz.Yada yapabilenlerde neden hatta nasıl bunu yapabildiklerini söyleyebilir mi?

Taksiye bindiğimizde neden taksiciyle genel yaşanan sorunlardan laflarız.Trafik,memleket sorunları hatta yakın zamanda seçimler,politika.Yoksa taksiciler ücretsiz psikolojik danışmanlarımız mıdır bizim?

Taksim İstiklale her gelişinizde şunu söylenip durdunuz mu hiç?Burası önceleri mesela on yıl önce hiç bu kadar kalabalık değildi.Şimdi iğne atsan yere düşmez bir hal aldı İstiklal caddesi.

Kap kaçlar,hırsızlıklar neden bıçak sırtı gibi kesildi birden bire İstanbulda? Hiç düşündünüz mü?Neden?

Televizyon,gazeteler neden ramazan geldiğinde yayınlarına bir ay dinsel olarak ağırlık verirler.Mesela klasik olacak ama "Çağrı" filmi ve dini içerikli programlar.Sonra bitince ramazan yine aynı tas aynı hamam.Neden ?

Nedenlerle yaşamak boynumuzun borcu bu şehirde ve ülkede.




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Ne Olacak Bizim Halimiz?





Günlerdir aklımın bir köşesinde yuvalanmış,arasıra aklıma gelen bir soru bu son günlerde.

Ne Olacak Bizim Halimiz?

Bu soruyu hangi zamanlar sorarım kendime diye düşündüğümde moralimin bozuk olduğu anlar gelir aklıma.

Moralin bozuk olduğu anlar kesin bir sorun vardır hayatımızın akışında.Sizce de öyle değilmi?

Sorunlar,olumsuzluklar,kötü olaylar üzerine konuştuktan sonra topyekün birbirimize sorduğumuz sorudur bu soru:

Ne Olacak Bizim Halimiz?

Çok zamanınızı almak istemiyorum.Sadece şunu belirtmek istiyorum.

Evde,sokakta,işte,yaşamın kıyısından geçen her yerde konuşuruz,tartışırız,gerekirse birbirimizi paralarız,eleştiririz acımasızca,infazlar gerçekleştiririz bazen.

Gerekirse birey olarak devlet oluruz,polisin,askerin,siyasetçinin yerine geçer sonuçlar koyarız ortaya.

Maç izlerken yada sonrasında futbolda en iyi teknik adam ve spor yazarı yorumları koyarız ortaya,moda ile ilgili kabul görmüş modacılara taş çıkartırız,siyasette en iyi siyaset bilimciden,toplumbilimciden çok daha doğru analizler ortaya koyar sonuçlara varırız.

İçinizden senin ne farkın varki bu olanlardan şu an dediğinizi duyar gibiyim.

Her neyse fazla uzatmayacağım.

Ne Olacaksa Olsun artık.

Çünkü ben artık siyasetiyle,ekonomisiyle,toplumsallığıyla birey olarak varolan bütün gelişmeleriyle bu halimizden ve onun ne olacağı sorgusundan çok sıkıldım.

Bu sıkıntıyı özellikle gençlerin iç dünyalarında daha belirgin yaşadıklarına çok eminim.

Olacaksa Olsun Bilelim Halimizi.

Değilmi?








Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Bende yazayım dedim.





Mahalle baskısı.



Bende yazayım dedim şu gündemdeki konuyu.Çok kısa.

Baskı mahalle baskısı değil aile baskısı.Hatta bireysel baskı desek daha yerinde olur.O ülke gibi olurmuyuz?Şu ülke gibi olurmuyuz?Değil aslında.Zaten sandıkta %46 oyu almış bir partinin genel kitlesine baktığımızda bu oranın azımsanmayacak kısmı zaten o toplumsal bakış açısıyla yaklaşıyor.Bu bir gerçektir.Gerçekte olandır.

Bu konu çok hassas bir konu.Toplumsal anlamda bakış açısı çok farklı bireylerden oluşan Türkiye'mizin hassas dengeleri altüst edebilecek bu konu üzerine daha dikkatli gitmesi gerekir.Eskilere dönmenin hiç gereği yok.

Şunu belirtmek isterim.

Geçen Mart ayında kaybettiğim babannemi, ömrü köyde geçen ancak Cumhuriyetin bir çok dönemini oradan gözlemleyen ve duruşuyla bunu gösteren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak başında ki yazmasıyla hatırlarım hep.Yazmasındaki işlemeler modern köylü bir kadının düşüncelerindeki aydınlık ve güzelliği,şeffaflık ise ne kadar açık ve ilerici bir duruşa sahip olduğunu hissettirmiştir hep bana.




Kürşat Ural




"bırak yaşamına şiir girsin"

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...