3/20/2008

Kelimeler, Bazıları Tüyden Bazısı Demir *



*Ekim/2006


Günlük hayatımızda kullandığımız kelimelerden bazılarını çekip alalım.


AŞKIM, CANIM, KARDEŞİM.


Üniversite yıllarında özellikle Hocam kelimesini çok kullanırdık. O kadar çok kullanıyorduk ki bu kelimeyi bazı arkadaşlarımın ismini bile unutmuştum. Neyse ki okul bittikten sonra bu kelimeyi uzaklaştırdım dilimden.


Diyeceksiniz ki bununla ilgili Ayşe Arman yazısını okudum ben.


Şimdi sizi niye okuyayım? Aynı şeyleri anlatacaksınız. Siz bilirsiniz.


Şimdi de Aşkım. Gerçekten gerekli gereksiz her birbirimize seslenişimizde kullanıyoruz bu kelimeyi.


Bu bilinçli bir tercih mi yoksa öyle kendiliğinden mi çıkıyor ağzımızdan?


Başlangıçta daha yeni yeni kullandığımızda bu kelime dolu dolu geliyordu kulaklarımıza. Heyecanlandırıyordu bizi beklide.


Aslında sorun ne biliyor musunuz?


İnsan zamanla çok kullandığı bir eşyayı görsel açıdan kendisine bildik, aynı gelmeye başladıkça onu terk etme yoluna gidiyor. Başka tercihlere, yeni eşyalara yönelim gösteriyor. Onu Atıyor bir kenara ve yeni zevk ve tercihlerine göre farklı bir eşya alıyor.


Belki de kelimelerde böyle. Genelde bu tanımlamayı yaparız ya. İçini boşaltmak, artık içi boşaldı bu kelimelerin. Onun içini doya doya dolduranda biziz, onun içini boşaltanda biziz.


Artık zamanı geldi de geçiyor bile. Aşkım kelimesinden sıkıldık. Sizi bilmem ama ben sıkıldım artık. Nasıl hocam kelimesini söylemiyorsam artık öyle sürekli aşkım kelimesini de kullanmayacağım.


Canım, Kardeşim. Ne yalan söyleyeyim. Çok kullanıyorum bunları da. Sizde değimli? Belki biraz belki çok.


Ama şu da bir gerçek ki, nasıl eski eşyanın yerini yenisi alıyor. Bu kelimelerin de yerini yenileri alacak.


Bekleyelim ve görelim.


Düşündüm ve en sonunda karar verdim. Sizlerle paylaşacağım konu :


‘İlişkiler’


Aslında hepimiz kendimizi biliriz, tanırız yettiğince. Değil mi?


Akademik anlamda toplum bilimcilerimiz bireylerin kendini tanımadığını, ifade edemediğini, ve kendilerini zaman içinde var edemediğini bu konularda zayıflıkları olan gruplar oluşturduğunu söylerler hep.


Aslında bu konuda somut kararlar vermek ne kadar doğru? Ben de bilmiyorum açıkçası.
‘Bana soracak olursan benden iyi beni tanıyacak bilecek kim olabilir?’Bu soruyu defalarca söylemişizdir etrafımızda ya da kendimize.


Her zaman kendimizi çok iyi tanıdığımızı bizi bizden iyi tanıyacak birisinin olamayacağını ya da iyi tanıdığı yargılarını belirtenlere karşı bazı zamanlar hiç de iyimser bir davranış sergilemediğimiz doğrudur değimli?


Şunu sakın unutmayın ki burada anlattıklarımdan genel yargılar çıkartmaya çalıştığımı düşünmeyin lütfen. Böyle bir niyetim yok kesinlikle.


Bazen kendimizle ilgili çevremizde ki insanların yargılarını görmezden gelebiliriz. Bu; uzun yıllardır hayatı paylaştığımız arkadaşımız, dostumuz sevgili yada hayat arkadaşımız olabilir.

Yaşamımızın hızla ilerlediği süreçte bence kendi iç evrenimizi, kişiliğimizi, davranışlarımızı hayatı paylaştığımız insanların yargılamasına, eleştirmesine, bazı saptamalarda bulunmasına izin vermeliyiz. Ancak savunma mekanizmamızı devreden çıkartmadan gerek gördüğümüz müdahaleleri yapmayı da çekinmeden işletilmeli bu evreyi.


Ne yapmalıyız?


Öncelikle bize karşı eleştirilere açık olmalıyız. Ayrıca öz eleştiri de yapmalıyız kendimizle ilgili. Bunlara kapalı bir evrendeysek hemen terk edelim derim ben size bu evreni.


Önce kendimle başlayayım.


Ben bu konularda kişiliğim gereği hep mesafeli olmuşumdur. Hatta bazen çok tepkisel davranışlar bile sergilemişimdir. Ancak zamanla bu konularda daha esnek olmaya başladım. Bu konuda ‘solgun bakışlı ürkekliğimin’ benim üzerimde etkisi çok büyüktür. Bunu da söylemeden edemeyeceğim. Artık o eskiden olan ani tepkiler, kapalılıklar yok denecek kadar az. Azaldı diyebilirim. Eski arkadaşlarım öyle diyorlar. Demek ki doğruya gidiş galiba.


Neyse devam edelim.


Sinir oluyorum. Yaz bitti. Geçtiğimiz yaz gündemimizi oldukça meşgul eden konulardan birisi.


Dayanamadım ve kendimi zor tuttum. Ve yazmaya karar verdim. Bu yazım araya bonus olarak girdi kusura bakmayın.


Yahu , şu tanga ile ilgili sanırım mayo firmaları reklam filmi yapsalardı bu kadar etkili olmazdı herhalde.


Yaz aylarında tatil yörelerinde tanga giyenlerin sayısı hızla artıyormuş. Duydunuz mu?


Tangayla kalkıyoruz, tangayla yatıyoruz.


Artık her şeyi unuttuk, Sibel Can tanga giymiş sonra arkasından diğerleri nasıl giymiş, ben giymem asla. Aslında bilinçli yapılmışta. Falanda filan.


Ya yapmayın. Yeter yahu. Ne saçmalıktır.


Bu kadarda küçültmeyin kendinizi. Buna birde röportaj vermezler mi?


Aslında artık karar verdim buna. Şarkıcılar oyuncu, magazincilerde yönetmen senarist.


Alıp yürüyorlar bu yolda elele.


Kurgu yapılıyor, senaryo yazılıyor, ve motoooor. Çekimler başlıyor.


Tanga! çekim bir sahne . Haydi bakalım. Kolay gelsin efendim.


Yeter artık bu magazin kirletmişliği!


Başka bir konuya değineceğim. Sinir olduğum bu konuyu anlattıktan sonra şimdide programını çok beğendiğim Sevim Gözay hanıma teşekkür etmek istiyorum.


Cosmopolis programını izlemenizi tavsiye edeceğim. Gerçekten program konuları ve konukları dikkat çekici. Her program olmasa da öyle.


İlginçliği sebebiyle çok önceleri yayınladığı bir program aklıma geldi. Türkiye ve biz için.
Müthiş ya. Yaz kitapları başlığında kitaplara yer vermiş programında.


Benimde dahil olduğum, kitap okumayan bireylerin oluşturduğu bir topluma sen kalk programında tek tek kitap ve yayınevlerini tanıt. Kim izler ki? Ama eminim ki yinede insanlar izlemiştir. Umuyorum. Teşekkürler Sevim hanım.


*İsmet Özel’in Yıkılma Sakın isimli şiirinden alınmıştır.

Sizi de çekebilir.Size de çıkabilir*





*Ağustos/2006






Her an içinde bulabilirsiniz bu çemberin ve daraldıkça ağır bir sosyal yaralar açmaya aday bu gelişmelerin. Evet. O insan benim veya sizlerin kız kardeşi, kızı veya bir yakını olabilirdi.



Son zamanlarda meydana gelen gelişmeler üzerine insanlarda kaygılar çoğalmış, şüpheler ise had safhalara ulaşmıştır sanırım.



İlişkilerine şüpheyle yaklaşmalar, güven konusunda birtakım kaygılara yönelimler, ister istemez bazı kurgulara yöneltmiştir birçoğumuzu.



Evet. Gizli kamera çekimlerinden bahsediyorum. Hani son teknoloji yardımıyla fazla donanıma sahip olmadan, telefonlarla yapılan kamera çekimlerinden.



Sosyal hayatımızın ortasına bomba gibi düşen, ileride büyük yaralar açabilecek bu gelişmelerden bahsediyorum.



Önceki yıllarda, sanırım yaklaşık on yıl önceydi, toplumumuzda şiddet içerikli ve bazı sınıfları sinirlendiren realty showlar vardı, görsel medyamızda.



Hatta gizli kameralarla çekilen görüntülerle desteklenmiş haber programlarıydı onlar.



Çoğunda da, alenen çekilen görüntülerle. Uzun bir süre meşgul etmişti, hayatımızı.



Şimdide, Susurluk olayı ile yarışacak konuma getirilen ‘Gamze Özçelik’ skandal görüntü olayı.



Daha sonra, gazete ve dergilerde yazıp çizilen, görsel medyada da iyice cılkı çıkan, bu gelişmeler.



İster istemez, beni bu konuda yazmaya itti, bu olanlar. Sakın kendimizi dışında görmeyelim, bu olanların ve olabileceklerin.



Her an içinde bulabilirsiniz bu çemberin ve daraldıkça ağır sosyal yaralar açmaya aday bu gelişmelerin.



Cinsellik, bizim toplumumuzda uzun yıllardır bastırılmış, kısıtlanmış bir olgu oldu hep.



Freud’un tespitinde de olduğu gibi, bireysel olarak bilinçaltındaki bu bastırılmışlığın sonucu ortaya çıkacak sosyal hastalıkların bizzat ispatı, bizdeki bu gelişmeler.



Yani aslında, birçok psikologun tespitlerini, bilimsel gerçeklerini haklı çıkardı, bütün bu olanlar.



Eşini ve sevgilisini gizlice çekerek kayıt edip, kendi fantezi dünyasında yolculuğa çıkanlar, kameralı cep telefonlarıyla sokakta insanları çekenler, danışıklı dövüşle fotoğraf ve kamera çekimleri yaparak teknolojinin nimetlerinden faydalanarak farklı sektörlere yelken açanlar.



Ne demeli? Ne yapmalı?



Şimdi amacım, sizlerin kaygısını çoğaltmak değil elbette.



Ancak bir tehlike sinyali vermek istiyorum, buradan.



Sizi de çekebilirler, bu kötü piyango size de çıkabilir.



Öyle ki olayların gündemimizi meşgul edecek düzeyde böyle gündelik hayatımıza girmesinin başlıca temel nedeni, o ‘tecavüz’ görüntülerinin dağılıp saçılması, ortalığa.



Çok iğrenç bir olay. Yapılan ve gerçekleştirilen bu olayın, hiçbir kimse tarafından tasvip edilemeyeceği de kesin. Zaten bu konu üzerinde yazıldı ve çizildi.



Her ne olursa olsun bu bizim toplumsal bir yaramızdır. Bununla, hem bireysel ve hem de toplumsal savaşımızı vermeliyiz, mutlaka.



Peki. Suçlu kim?



Toplum ve yerleşmiş değer yargılarımız mı?



Yani hep oflanır puflanırız ya yanlışlardan sonra hatalardan sonra pişmanlıklardan sonra.



Bunu tespit etmek benim görevim değil. Ancak şu var ki toplumları yanlışlıklara iten bazı güçler vardır ki. Anladınız ne demek istediğimi.



Toplumsal hayatımızda medyanın gücü, yadsınamaz kesinlikle.



Yazılı veya görsel basının gücünü kimse küçümseyemez.



İstense bazı gelişmeler engellenebilirdi. En azından bir insanın onuru, böyle ayaklar altına alınıp ezilmeyebilirdi.



Evet. O insan benim veya sizlerin kız kardeşi, kızı veya bir yakını olabilirdi.



İsteselerdi, bu kadar yayılmasını engelleyebilirlerdi.



Gerçekten biraz onurlu olup, basın yayın ilkelerine uyulsaydı.



Belki de. Sizce de öyle değil mi, değerli basınımız ve Livane okurları?

3/19/2008

Rüya*

Ressam Goya'nın Maja Nude tablosu

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan Aktemur hocanın ödevi


(Adem sipariş olarak almış olduğu resim üzerinde çalışmaktadır aylarca. Atölyesine çağırdığı Ayla soyunmuş ve uzanmıştır koltuğun üzerine)

Adem- Ne zaman söylediğimi çok iyi hatırlıyorum.
Çıplak rahibeler pasaklı beynimde kırıtıyorlar.
Seviş benimle.

(Ayla cevap vermez.)

Adem- Nasıl bitireceğimi bilemeden gözlerim kapalı sana olan hayranlığımı anlatacağım. Yazılmamış şiirlerde ve yaşanmamış hikayeler de bulsam seni. Öyle bir arzunun kaçamaklarında bulacağım ki seni şaşıracaksın. Söyleyeceğim. Sevişmenin kılavuzluğunu senden öğrendiğimi.

Ayla-Bazen bir kadın olmak bazen de bir erkek olmak vücutlarda. Nasıl oluyor da bu derinliğe inemeden yüzeylerde geziniyoruz? Halbuki öyle bir heyecan veriyor ki anlatamam.

Adem-Bir kadının zevk sesindeki hırçınlığını, kadife yumuşaklığının kulağıma sert vuruşlarını ve tarif edişleri çağırdım. O öyle nasıl bir şey. Fark edemezdim. Anladığım ve beni uyaran seslerin ahenginde bulandım. Ürktüm ve korktum. Neden mi? Bakışlarından diyorum.

(Bir ses duyarlar ve şöyle der.)

-Sen hangi şartlarda olursa olsun sanatçının mutlu olabileceğini mi sanıyorsun?

Adem-Bak duydun mu? Aslında bize sesleniyor. Sen ve ben. Burada bu tabloyu birlikte yaratıyoruz. Benim sadece beynimin verdiği komutlarla ellerim fırça darbelerini yapıyor. Sen olmazsan orada neye yarar bu eller.

Ayla-Mutlu aşıkların olamayacağı gibi sanatçılar da mutsuzdur. Böyle söylememle yargım kesin gibi gözükse de, bazı yanılsamaları elbette dikkate alıyorum. Ancak yine de sanatçının mutlu olamayacağı düşüncesi ağır basıyor.

Adem-Kadınlar biz erkeklerin yaşamında ki vazgeçilmezlerindendir.
Doğumdan itibaren annenin ilk dokunuşuyla başlayan bu inişli çıkışlı serüven.

(Aynı ses şöyle der)

-Karamsarlıktan kurtulup aydınlık geleceğin içinden nasıl çıkabilirim ey yüzsüzler.

Adem-Sizi seviyorum nedenini hiç bilmediğim olanlardan sıyırıp kendimi bırakıp tutku tarlalarındaki kadınlarla çapa vuruyorum. Her vuruşta içim öyle bir sızlıyor, göğsüme öyle bir acılı ağrı saplanıyor ki.

Elbette bilmezlikten geliyorum bütün nedenlerini. Kandırma kendini yürü üstüne. Susarak bugünlerin acısına saplandın be adam. Yürü üstüne.
Ayla-Sen kendini bana saklama. Uzak dur, benim sevecen yüzüme aldanma sakın.

(Aynı ses devam eder.)

-Onun kulağına fısıldadığı sözlere aldanma sakın.

Adem-O ve müritleri yalan söylüyorlar, demiyorum. Sakın yanlış anlama. Sapkın düşüncelere sokarlar seni. Ümitsizce öyle bir gayya kuyusunun içine çekerler ki seni.
Umudunu geleceğe taşıdığın bütün hedeflerinin teker teker akıp gittiğini göreceksin, gözlerinin önünden.
Ayla-Asıl Zerdüş'tün dediklerine kulak vermeni tavsiye ederim sevgili.

Adem-Şöyle söylemişti. Seviş onunla. Ama kesinlikle dokunma. Dokunduğun anda, cellatların kollarında giyotine gidersin. Unutma. Teninde gezinişini öyle yumuşak yapmalısın ki uykusunda bile senin olduğunu bilmemeli. Uyanık iken seni görmemeli. Öyle hissettirmelisin ki uzak yerlere yaptığı ve geri dönüşü olmayan yolculuklara çıktığını anlamamalı. Tek kişilik aşkı dillendirenlere inatla karşı çıkmalı. Zıtlıkları aynı mekanda, ancak farklı mekanlarda birleştirmeli.


(Aynı ses seslenir yine)

-Uyan be adam. Uyan. Yatağın içine akıttığın masum gözlerin kanlı yaşlarına bulanma. Kan ağlıyor sana. Kör oldu, görmüyor seni. İşte seni göremeyenlere katil gözlüğü oldun. Üzülme, Zerdüşt yine kurtarır seni bu rüyadan.


Adem-Seni öyle anlatmalıyım ki, bütün kadınlar nefret etmeli benden. Bana olan hırsları birikmeli yaptıklarımla. Üçüncü üçlemenin yaratıcısı olan beni, parçalamak istemeliler.

Ayla-Yakın bütün tenlerinizle. Oramı buramı. Tutkunun en ince ayrıntılarına gizlenmeden, göğüsleri sarkmış resimdeki kadının bakışlarında ki heyecanla poz verin resminizi yapanlara.

Adem-Onlar sizi her gün aldatıyorlar. Her gün başka başka senlerin resmini yapıyorlar. Sadece ne bildikleri önemli değil, hangi rengi hangi sende kullanacaklarını ayırt edemiyorlar. Aynı benim seni ayırt edemediğim ve ona söyleyemediğim gibi.

(Kapı çalar Adem uyanır, kalkar yatağından ve kapıyı açar. Karşısında Aylayı görür.)

Adem-Ayla biraz önce rüyamda seni gördüm. Geç içeri anlatayım.

3/17/2008

Sinopsis*

*Dramatik yazarlık kursu Erkan hocanın ödevi

Mehtap psikoloji bölümünü yeni bitirmiştir. İlk iş görüşmesini yaptığı engelli çocuklara eğitim veren bir özel kurumda işe başlar. Öğrencilik yıllarında kurdukları rock grubunun solistidir. Müziği çok sever. Hedeflerinden birisi de grubuyla birlikte bir albüm çıkarmaktadır.

İlk iş gününde gittiği eğitim kurumda kendisi gibi diğer öğretmenlerin de hepsi bayandır. Dokuz bayan öğretmen vardır kurumda. Daha sonra o sabah izinli olan bir erkek öğretmen olduğunu da öğrenir. İlk iş günü kurumdaki kişilerle, eğitim vereceği engelli çocuklar ve aileleriyle tanışır. Aslında bu işi nasıl yapacağını da çok iyi bilmemektedir. Engelli çocuklar fiziksel engelli değil zihinsel engelli çocuklardır. Hayatında ilk defa bu kadar zihinsel engelli çocuğu bir arada görmüştür.

Bayan meslektaşlarından en çok kendi gibi bekar olan Sezen’e kanı ısınmıştır. Diğer bayan meslektaşlarının hepsi evlidir ve orta yaş üstüdür. Henüz tanışmadığı kurumun tek erkek öğretmeni Cihanın evli olup olmadığını bilmiyordur henüz.

İlk mesai gününde çok sakindir kurum. Öğretmenler zihinsel engelli çocuklarla eğitimlerine başlamışlardır sınıflarında. Mehtap öğretmenler odasında yalnız başına oturmuş, yanına almış olduğu kitabı okumaktadır.

Sokaktan sesler gelir. Pencereden merakla sokağa bakar. Yaklaşık 300-400 kişilik bir grup slogan atarak kurumun hemen önünde gösteri düzenlemektedir. Grup saldırgan tutumunu etraftaki işyerlerinin camlarını kırarak, yol kenarındaki otomobillere molotof kokteylleri atarak göstermeye başlamıştır. Henüz ortada polis yoktur. Mehtap bu görüntüleri görünce azda olsa tedirgin olmuştur.

Göstericilerden birisi belindeki silahı çıkartıp havaya üç el ateş eder. O anda pencerede Mehtap gibi göstericileri izlemekte olan karşı binadaki kişi bağırarak yere yıkılır. Yanındakiler adamı kucakladıkları gibi içeriye çekmişlerdir. Yarım saat sonra sokağa ambulans gelip karşı binada ki yaralıyı götürür, gelen polis ve çevik kuvvet de dağılan göstericilerin bazılarını sokak aralarında teker teker gözaltına alır ve güvenliği sağlar. Sokak her zamanki sakinliğine geri döner.


Mehtap olanları izlerken pencerede sırtına dokunan elle irkilmiştir. Döndüğünde arkasında kendisine seslenen kişinin daha sonra tanışacağı Cihan olduğunu anlar. Cihan pencereyi kapatır. Mehtap’ı pencerenin önünden uzaklaştırır.

Öğretmenler odasına diğer öğretmenlerde gelir. Bir süre sonra oda o kadar çok kalabalıklaşır ki Mehtap kendisini zar zor koridora atar. Sezen arkasından gelir ve iyi olup olmadığını sorar.

Mehtap görmüş olduğu görüntülerden çok etkilenmiştir. Sezene mutfağa gideceğini ve yalnız kalmak istediğini söyler. Sezen başını sallar ve yapabileceği bir şey olursa kendisine seslenmesini söyler Mehtap’a.

Akşam evinin kapısını açtığında üstüne atlayan köpeği o gün yaşadığı bütün olumsuzlukları bir anda olsun unutturuverir. Köpeği çok hareketlidir ona bir şeyler anlatmak ister gibidir. Salona geldiğinde vitrindeki çekmecelerin açıldığını, dolapların içindekilerin salonun ortasına boca edildiğini görünce birilerin girdiğini anlar. Koşarak yatak odasına geçer. Yatak odası daha da karmaşıktır. Bütün elbiseleri yerlere saçılmış, çekmeceler, dolap tamamen boşalmıştır. Hemen makyaj dolabının altındaki gizli bölmeye eğilerek eliyle uzanır ve rahat bir oh çeker içinden. Eline değen gazeteye sarılı ince paketi alır hemen.

Davetsiz misafirlerin yeni taşındığı evine yaptığı ilk ziyarettir bu. Önceki kaldığı evlerine yapılan ziyaretlerle birlikte bu üçüncü olmuştur. Artık bıkmıştır sürekli ev değiştirmekten ve takip edilmekten. Mehtap geçmişini artık unutmak istemektedir. Yeni ve düzenli bir hayata ihtiyaç duyduğunu bu gece anlamıştır artık. Sürekli kaçarak bu yaşantısı nereye kadar devam edebilirdi? Ve bir karar verir artık bu gece. Yıllardır sakladığı bu paketten kurtulmalıdır. Gazeteye sarılı ince paketi yırtar ve içinden bir Cd çıkartır. Cd’yi dvd’ye koyar. Perdeleri ve ışığı kapatır ve koltuğa oturup izlemeye başlar.

İzledikten sonra Cd’yi kırıp parçalar. Öyle bir öfkeyle yapar ki bunu Cd elini kesmiştir. Hemen banyoya giderek kanayan elini lavaboya tutar. Başını kaldırdığında banyo aynasından arkasında onu görür. Gözlerini açıp kapadığında yine o vardır arkasında. Sinan.

Sinan’la kucaklaşırlar. Mehtap öyle sıkı sarılır ki Sinan’a bu durum karşısında Sinan da şaşırır. Sinan’la hiç konuşmadan yatak odasına geçer ve uyurlar.

Sabah çalan saatin sesiyle uyanan Mehtap hemen hazırlanıp apar topar birkaç lokma peynir ve zeytin yedikten sonra kendisini atar dışarıya.

Öğretmenler odasında Cihan notlarını karıştırırken Mehtap içeriye girer. Yanına oturur ve sohbet etmeye başlarlar. Cihanın da evli olduğunu öğrenir. İlkokula giden bir oğlu olduğunu da.

**
İçeriye sekreter girer ve Mehtap hanıma kurumun sahibi Macit beyin kendisini çağırdığını söyler.

Mehtap hanım Macit beyin odasına girdiğinde daha önce hiç görmediği iki erkeğin de oturduklarını görür. Macit bey tanıştırır diğer iki kişiyi Mehtap’la.

Mehtap üçlü çapraza alınmıştır adeta. Macit bey kurumunda böyle bir mülakatı bütün çalışanlarına ilk işe girişlerinde yaptığını söyler Mehtap’a. Bunu söylemesi bile garip gelmiştir. Tamam deyip başını sallayıp çıkar odadan. Bu durumu hemen Cihan’la paylaşır oda Macit beyin doğru söylediğini her çalışanına bunu yaptığını söyler.

Akşam olur. Mehtap kapıya doğru yöneldiğinde Cihan seslenir arkasından ve onu eve bırakabileceğini söyler arabasıyla. Mehtap ve Cihan birlikte çıkarlar.

Evin bulunduğu sokağın başına geldiklerinde Cihan eve gelene kadar bir araç tarafından takip edildiklerini anlar ama bunu Mehtap’a söylemez.

Mehtap eve girer ve elbiselerini çıkardıktan sonra duşa girer. Yarım saat sonra duştan çıkar ve mutfağa gelir su içer. Telefonu çalar. Sinan’dır telefondaki. Ona bugün eve kadar takip edildiğini söyler ve bu gece yalnız kalmak istemediğini yanına gelmesini ister Sinan’dan.

Sinan eve gelir.

Sinan’a dün gece kendisinde olan Cd’yi parçaladığını söyler. Sinan her şeyi bildiğini o gece gördüğünü ve üzülmemesini söyler Mehtap’a.

Sinan dolaptan viskiyi alır ve koyar bardaklara. Mehtap başının ağrıdığını ve içmek istemediğini söylese de vazgeçer ve oda içer.

Mehtap salonda uyumuştur. Başı çok ağrımakta ve başını kaldıramamaktadır. Bir ara gözlerini açtığında Sinan’ın telefonda birisiyle konuştuğunu görür.

Mehtap uyandığında başka bir yerde olduğunu anlar. Burası Sinan’ın evi de değildir. Dışarıdan ezan sesi gelir yarım açık pencereden. Yataktan doğrulmaya çalışır yavaşça. Zar zor pencerenin önüne gelir ve dışarıya baktığında burasının yaşadığı şehir olmadığını hemen anlar. Kapı çalar. Kapıda bekleyenin seslenmesinden otelde olduğunu anlar. Oda servis elemanıdır gelen. Zorlanarak ta olsa kapıyı açar. Servis elemanı içeri girer. Ona nerede olduğunu sorduğunda Bağdat cevabını alınca çok şaşırır.

Bağdat ta bir otelde ne işi vardır. En son hatırladığı Sinan’ın verdiği viski bardağıdır. Sonrada derin bir uyku. Kaçırılmış olamaz. Sinan güvendiği bir insandır. Servis elemanı başka bir isteğinin olup olmadığını sorar ve çıkar odadan.

Telefonu çalar. Sinan’dır telefondaki. Ona sakin olmasını, parçaladığı Cd’yi evde kopyaladığını söyler. Cd deki görüntülerin ikisinin de yaşam sigortaları olduğunu anlatır Mehtap’a. Odasına gelen kimseye kapıyı açmamasını ve telefonlara cevap vermemesini söyler ve kapatır telefonu.

Uzanır yatağa yavaşça. Gözlerini kapatacağı sırada otelin önünde büyük bir patlama olur. Kendisi üst katta olmasına rağmen cam kırıkları yatağına kadar saçılır ve odanın içi toz ve duman olur. Bu patlamaları önceleri televizyonda izlerken şimdi bir anda içinde bulur bu can pazarının ve kıyametin.

Kapısı kırılır ve yüzleri puşili,silahlı üç kişi içeriye girip kollarından kavradığı gibi Mehtap’ı merdivenlerden lobiye oradan da kapıdaki araca taşırlar. O sırada otele yaklaşan Sinan Mehtap’ın kaçırıldığını görür ve yoldan bir taksi çevirip onları takip eder. Şehir dışına çıkmışlardır.

***
Sinan evin arka bahçesine dolaşır ve pencereden içeriyi izler. Üç adam puşilerini çıkarttıklarında Sinan üçünü de tanır. İçeridekiler yabancı değildir. Moskova’dan arkadaşlarıdır. Mehtap’ı neden kaçırmışlardır. Mehtap’a sorular sormaktadırlar. Cd’yi sorduklarını el kol hareketlerinden anlamıştır Sinan. Mehtap’a sert davranmaya başlarlar. İçlerinden biri Mehtap’a bir tokat atar. İşte o an buna dayanamayan Sinan belindeki silahı çeker ve içeriye dalar. Bu hareket düşüncesizce yapılan bir harekettir.

Silahı doğrulttuğunda arkadaşları da şaşkınlıkla silahlarını ona doğrulturlar. Yarım dakika sessiz bekleyişten sonra istedikleri Cd’nin kendisinde olduğunu ve Mehtap’ı bırakırlarsa Cd’yi onlara verebileceğini aksi takdirde elinde tek kopya olan Cd’yi kıracağını söyler.

Adamlar değiş tokuş teklifini kabul ederler Sinan’ın. Adamlardan birisi yanından geçerken Sinan’ın hiçbir şekilde aralarından ayrılamayacağını kulağına fısıldar ve giderler.

Mehtap ağlayarak Sinan’a sarılır ve buraya onu neden getirdiğini sorar.

Sinan Mehtap’ın bu sorusuna önce çok şaşırır. Son beş yıldır Bağdat da yaşadıklarını son bir yıldır ise psikiyatr tedavi gördüğünü söyler Mehtap’a.

Mehtap önce inanamaz buna. Türkiye de yaşadığını, orada zihinsel engelli çocuklara eğitim veren bir kurumda yeni işe başladığını, kurdukları rock grubunda solistlik yaptığını söyler Sinan’a

Sinan buna çok şaşırır. En son doktor arkadaşının Mehtap’a koymuş olduğu şizofren teşhisini hatırlayınca onun bu anlattıklarının normal olduğunu anlar. Doktorda söylemiştir bunları Sinan’a. Mehtap’a sıkıca sarılır.

Mehtap kendisine yarattığı dünyadan kurtulamaz. Bütün söyledikleri, yaşadığını sandıkları onun hayal dünyasıdır. Tek gerçek olansa içinde bulundukları uluslararası örgütün liderinin filme aldıkları görüntüleri sayesinde bu örgütten kurtulabildikleridir.

Cd’de şu görüntüler vardır. Örgüt lideri bir kadını sırtına bindirmiş yarı çıplak vaziyette kendini kırbaçlattırdığı, bebek arabasında altını bezletip emzik emdiği, buna benzer görüntüler vardır.

3/14/2008

Anne ve Oğlu*

*Dramatik yazarlık kursu Gökhan Aktemur hocanın ödevi.
Konu: İktidar

Tema:“Hükmediyor olmanız iktidar sahibi olduğunuzu kanıtlamaz”

Oyunun Adı: ANNE VE OĞLU

Kişiler:

Yasemin: Mehmet’in annesi,orta yaşlı,güzel,
Mehmet: Yasemin’in oğlu,dokuz yaşında
Kadir: Yasemin’in ikinci kocası.
Aysel: Yasemin’in temizliğe gittiği kadın
Yüksel: Aysel’in eşi.Avukat
Ercan: Yasemin’in çalıştığı işyeri sahibi.
Osman: Yasemin’in çalıştığı işyerinde müdür
Levent: Yasemin’in çalıştığı işyerinde depocu
Halis: Mehmet’in çalıştığı atölyede usta
Misafir,atölye sahibi,Halis’in eşi ve oğlu,otobüs firma yetkilisi,işçi

SAHNE I

(Şehrin varoş semtlerinde bir gecekondu evi, Kadir oğlu Mehmet’i sorguya çekmektedir.)

Kadir: Mehmet bugün kaç tane mendil sattın Beyoğlu İstiklalde. Söyle bakayım.

Mehmet: Yirmi tane sattım.

Kadir: Yuh be sana. Sabahtan akşama kadar yirmi tanemi sattın. Beceriksiz. Yine arkadaşlarınla lunaparka gittin değil mi?

Mehmet: Vallahi baba sabahtan akşama kadar İstiklalde selpak sattım. Yemin ederim.

(Çocuğun yanağına elinin tersiyle sert bir şekilde vurur. O sırada sesi duyan ve mutfakta olan Yasemin koşarak gelir ve Kadir’i ikinciyi vurmadan kolundan tutar)

Yasemin: Ya ben seninle yavrumu dövmen için mi evlendim alkolik adam. Çek ellerini çocuğumun üstünden.

Kadir: Hadi oradan be kadın!

Yasemin: Çocuğun kazandığı parayla içen adamdan hayır mı gelir bu eve. En kısa zamanda boşanacağım senden.

Kadir: Kadın sözlerine dikkat et. Ne diyorsun sen ya. Ben olmazsam kurda kuşa yem olursunuz bu mahallede? Bir boşan da görelim.

Yasemin: Boşanacağım. Temizliğe gittiğim Aysel hanımın eşi avukat. Aysel hanıma rica ederim bir celsede boşar. Bak görürsün. Uzun zamandır düşünüyordum. Bıktım senden artık.

(Mehmet ağlar. Kadir’e korku dolu gözlerle bakar, annesine de yalvarır.)

Mehmet: Anne lütfen. Artık lunaparka da gitmem. Gece on ikiye kadar selpak satarım. Bak acımadı yanağım. Gerçekten.

Yasemin: Yok artık buraya kadar. Yeter yahu. Hep dayak. Şiddet. Bu evden kahkaha sesleri yükselmeyecek mi hiç? Bak yavrum bu alkolik sana babalık bana da kocalık yapamaz kesinlikle. Ben kararımı verdim. Yarın Aysel hanımın kocasının ofisine gideceğim. Boşanacağım bu adamdan.

(Kadir sinirli bir şekilde kapıyı vurup çıkar gider evden. Yasemin, temizliğe gittiği Aysel hanıma telefon açar.)

Yasemin: Aysel hanım müsaitseniz bir şey söyleyeceğim.

Aysel: Yasemin söyle canım dinliyorum.

Yasemin: Bugünkü olay bardağı taşıran son damla oldu artık. Boşanacağım bu adamdan. Çok dövüyor çocuğu ve beni.

Aysel: Bu adam sizi dövüyor. Alkolik bir de. Her girdiği işten bir hafta sonra kovuluyor. Sen iyi sabretmişsin bu zamana kadar Yasemin. Boşan bence de.

Yasemin: Evet. Boşanacağım. Ancak sizden bir ricam olacak. Eşiniz boşanma davamı alır değil mi?Onu soracaktım.

Aysel: Sorduğun şeye bak ya. Elbette. On yıldır benim evime geliyorsun temizliğe. Artık sen bizim ailemizden oldun. Sözümü olur. Sen merak etme halleder. Ben akşam Yüksel’e söyler seni ararım.

Yasemin: Tamam. Çok sağ olun. Umarım alkolik olacak o herif başımıza iş açmaz bu akşam evde.

(Sahne Kararır.)

SAHNE II

(Akşam, Kadir eve gelir.)

Kadir: Kız Yasemin bak sana ne aldım. Mehmet sana da gel bak. Yahu bunlara iyilikte yaramıyor. Kız gelsene!Mehmet!

Yasemin: Ben bundan sonra senin hiçbir şeyini almam. Sana da inanmam. Sen çok kötülük yaptın bana ve oğluma. Ağzınla kuş tutsan da geri dönüş yok bu işten.

Kadir: Ya sen ne acayip kadınsın. Açmayacak mısın sana aldığım paketi? Mehmet gel sende aç paketini. Çok seveceğin bir oyuncak aldım. Hem de son çıkanlardan.

Yasemin: Mehmet dur oğlum dokunma pakete. Bırak sevgililerine götürsün bu paketleri. İstemiyoruz artık seni bu evde. Konuştum Aysel hanımla. Kocası bir celsede boşayacak beni senden.

Kadir: Bak hele hiç boş durmamış. Çalışkan oğlu gibi anası da çalışmış bütün gün. Yazıklar olsun size be. Yaptığım her şey için yazıklar olsun.

Yasemin: Git oradan be adam. Ne yaptın da bize söyleniyorsun. Bu evde yaptığın tek şey dışarıda içip içip gelip beni oğlumu dövmekten başka ne yaptın söyle? Erkeksin. Çalışman lazım eve ekmek getirmelisin. Her girdiğin işte en fazla bir hafta dayanabildin. Sonra alkol paranı benden şu ufacık yavrucaktan almaktan utanmadın mı?

(Kadir susar.)

Yasemin: Susarsın tabii. Oda yetmiyormuş gibi gidip dışarıdaki orospularla yedin içtin. Suç bendeki sana bu kadar tahammül ettim. Buraya kadar. Bu iş bitti.





SAHNE III

(Yasemin bir hafta sonra boşanır. Yüksel beyin ofisi. Yüksel bey, Yasemini cebinden arar.)

Yüksel: Yasemin hanım iyi günler.

Yasemin: İyi günler Yüksel bey.

Yüksel: Yasemin hanım, duruşmalarına girdiğim bir şirket sekreterlik için eleman arıyor. Sizinde artık sigortalı maaşlı bir işe girmeniz iyi olur. Bize de nasıl olsa hafta sonları geliyorsunuz temizliğe. Hem maaşı da iyi. Değerlendirseniz derim.

Yasemin: Teşekkür ederim Yüksel bey. Elbette. Ne zaman müsait olursanız uğrayayım ofisinize.

Yüksel: Bugün uğrayın ofisime. Konuşalım.

Yasemin: Zaten ofisinizin yakınlarındayım bende. Bir işyerinin temizliğini bitirdim, çıkmıştım. Tamam Yüksel bey geliyorum hemen. Görüşürüz.

(Yasemin, Yüksel beyin ofisine gelir)

Yüksel: Hoş geldiniz. Size bir haber vereceğim. Boşandığınız eşiniz trafik kazasında ölmüş. Alkollüymüş. Bilmiyordunuz sanırım?

Yasemin: Evet bilmiyordum. Sizden öğrendim şimdi. Zerre kadarda üzülmedim inanın.

Yüksel: Anlayabiliyorum sizi. Eşim bahsetti çok çektirmiş size ve oğlunuza.

Yasemin: Evet.

Yüksel: Şimdi gelelim güzel habere. Size telefon da bahsetmiştim zaten. Avukatlığını yapmış olduğum bir şirketin genel merkezine sekreterlik ve temizlik işlerine bakacak güvenilir ve tanıdık bir bayan arıyorlar. Bende sizi önerdim. Kabul ettiler.

Yasemin: Çok teşekkürler ilginize.

Yüksel: Kağıda yazdım adresini yarın sizi bekliyorlar görüşmeye. Umarım hayırlısı olur sizin için. Şimdiden tebrikler. Artık kafanız rahat olur. Mehmet’le birlikte huzurlu bir şekilde yaşarsınız.

Yasemin: Sağ olun Yüksel bey bu iyiliğinizi nasıl ödeyeceğim size ve eşinize bilmiyorum gerçekten.

SAHNE IV

(Yasemin, Yüksel beyin söylediği şirket de işe başlar. Oğlu Mehmet de bir atölyede çalışmaktadır. Yaseminin çalıştığı işyeri. Patron çalışma masasına oturur ve elindeki bastonu arkasına koyar. Bilgisayarı açar ve her sabah olduğu gibi güvenlik kamera ünitesini açıp bağırır.)

Ercan: Yasemin! Çayımı getir.

Yasemin: Tamam Ercan bey. Hemen getiriyorum.

Ercan: Ya bu depocu çocuk açmış ağzına kadar kapıyı. Kimse yok kapıda. Şu mağazadaki oturan elemana bak hele. Sabah sabah oturulur mu? Kalk pas pas çek, tezgahın üzerini sil. Ne bileyim yap bir şeyler işte. Çıldırtacak bunlar beni çıldırtacak

Yasemin: Buyurun efendim çayınız.

(Yasemin’in eli titremektedir. Yine her sabah olduğu gibi fırçayı yemeden odadan çıkmak için dönerken eli bardağa çarpar ve çayı masaya koyamadan patronunun üzerine döker.)

Ercan- Hay Allah kahretsin seni. Ne boka yarasınız ki. Ama kabahat sende değil, senin gibi bir beceriksize iş verende. Çık dışarı.

Yasemin- Çok özür dilerim efendim. Çok özür dilerim. Ben hemen temizlerim.

Ercan- Çık dışarı dedim sana. Gözüm görmesin. Sersem budala şey. Çabuk şu Allahın belası depocuyu odama yolla. Hadi.

(O sırada güvenlik kamerası depoyu göstermektedir. Müdür Osman bey ve depocu Levent beyle birlikte sayım yapmaktadırlar.)

Osman- Keşke kapıya göz kulak olması için mağazadan birini çağırsaydık. Yine patrondan fırça yemeyelim.

Levent- Müdürüm, mağazadan adam isteyip bir sürü laf işitmektense kendim yaparım işleri daha iyi. Bir gözüm kapıda benim merak etmeyin siz. Patron personelini insan yerine koymaz sürekli aşağılarsa, o personelden çok beddua alır, işini severek yapmaz çalışanlar. Zaten kameradan görmüştür çoktan.

Osman- Evet. Görmüştür.

Levent- Birazdan odasına çağırır. Günün ilk fırçasını yemeğe hazırlanalım bari.

Osman- İki yıldır bu şirketteyim. Malum işyerinde en yakınındaki çalışanı olarak Ercan bey demeye bile dilim varmıyor. Neyse. Patronun en yakınında biri olarak artık personele, genel olarak çevresine olan davranışları kabul edilemez.

Levent- Hele siz eskiyi görseydiniz müdürüm. Şimdi durulmuş hali. Kök söktürürdü eskiden herkese. Bir keresinde muhasebe müdürünün kafasına çantayı fırlatmıştı çekin ödemesini unuttu diye.

Osman- Şuna eminim ki patron olarak bu davranışları; babasından devraldığı bu aile şirketine büyük zarar verecek. Bütün personel buradan bir an önce ayrılmanın yollarını arıyor. Bunun farkındayım.

Levent- Tamamda bu işsizlikte kim nereye gidecek müdürüm. Vasıfsız elemanlarız çoğumuz. Siz hariç tabi. Tek tecrübemiz yıllardır bu sektörde çalışmamız. Daha doğrusu birçok çalışanın başka seçeneği olmadığı için burada. Bu sebeple onun çilesini çekiyoruz.

Osman- Valla artık ben iş bulmasam bile ayrılacağım bu şirketten. Şuna da eminim ki idari personel kadrosunda ben ayrıldıktan sonra yaprak dökümü olacak.

Levent- Olabilir müdürüm. İdari personel için bir şey diyemem. Ama diğer birimlerdeki herkes eli mecbur çalışmaya burada.

(Telefon çalar.)

Levent- Efendim Ercan bey.

(Suratı düşmüştür depocunun. Ahizeyi yerine koyar.)

Levent- Müdürüm patron ikimizi de odasına çağırıyor. Malum tahmin ettiğimiz şeyler olacak birazdan odasında.

Osman- Tamam. Gidelim.

(Beş dakika sonra, müdür ve depocu patronun odasından içeri girerler.)

Ercan- Yahu siz beş para etmez adamlarsınız. Ben kaç kere söyleyeceğim deponun kapısında bir adam beklesin diye. Ne beceriksiz insanlarsınız ya! Lafı bir defada anlamaz mısınız siz?

Osman- Efendim, mağazada dağıtım var. Plasiyerlere mal veriliyor. Personel yetersiz. Bizde sadece ikimiz depodaydık. Sayım yapıyorduk depocu arkadaşla. Kapıda bekleyecek personel yok anlayacağınız.

Ercan- Bak ya! Verdiği cevaba bak sen. Personel eksikmiş de falan da filan da.

Osman- Ercan bey. Bize karşı, bu ben ya da başka bir çalışanınız olabilir. Önce karşınızda maaşlı çalıştırdığınız elemanın insan olduğunu fark edin, anlayın lütfen. Bu lafları eminim ki birçok kişi belki babasından duymuş ya da hiç duymamıştır. Artık yeter ama. İki yıldır yanınızda çalışıyorum. Patron koltuğundan emirler, hakaretler savurmak sizin kişiliğinizle örtüşebilir. Buna bir şey diyemem. Ancak karşınızda her gün bağırarak, emirler yağdırarak insan yerine koymadığınız çalışanlarınızın her şeyden önce duyguları olduğunu aklınıza getirin. İnsan onlar insan! İnsanlar sizin ego tatmininiz için para almıyorlar, yaptıkları iş karşılığı için ücret alıyorlar. Empati kurun mesela. Aslında bu söylediklerimin hepsini bilen birisi olduğunuza da eminim.

(Ercan bey susar)

Osman- Aslında çok konuşmayacağım. Böyle devam ederseniz etrafınızda sizi seven belki eşiniz ve birkaç kişi kalacak. O kadar. Ne haliniz varsa görün.

(Kapıya yönelir, yavaşça kapatarak odadan çıkar. On dakika sonra Yasemin hanımın telefonu çalar.)

Yasemin- Buyurun Ercan bey. Tamam efendim hemen çağırıyorum.

(Yasemin hanım Osman beyin odasına girdiğinde oda boştur. Masanın üstünde istifa dilekçesi vardır. Birde not kağıdına Ercan beye diye yazılmış bir cümle.)

Yasemin: Ercan bey Osman bey istifa dilekçesini masasının üstüne bırakmış ve çıkmış. Birde size not bırakmış. Notunda şöyle yazıyor:

“Bazıları büyük doğar, bazıları büyüklüğü kazanır, bazılarına da büyüklük yakıştırılır.




SAHNE V

(Mehmet’in çalıştığı atölye)

Misafir: Vurma çocuğa yahu! Sende hiç mi acıma duygusu yok?

Halis: Hadi oradan be. Sen ne anlarsın ki adam yetiştirmekten. Bak şu atölyeye. Burada çalışan herkes bu tokadı yemiştir benden.

Misafir: Şiddetle iş öğretilir mi? Dayak atarak onlara bu işi öğreteceğini düşünüyorsan yanılıyorsun.

Halis: Dayak atacaksın ki ileride hatırlasınlar. Unutmasınlar. O zaman işin doğrusunu yaparlar.

Misafir: Seninle de konuşulmuyor valla. Neyse çay için sağ ol. Hadi bende dükkana gideyim. Saat bir oldu geciktim valla.

Halis: Tamam. Görüşürüz. Haa! unutmadan akşam kahveye iniyorsun dimi ? Dün akşamın acısını almam lazım senden ve ortağından. Çok pis yendiniz bizi yahu.

Misafir: Olur olur. Akşam kahveye inince ararım ben seni.

(Telefon çalar.)

Halis: Alo. Oğlum otobüs nerede mola verdi. Tamam anladım dört saat sonra alırım seni otogardan. Bende birazdan çıkacağım zaten.

(Atölye şefinin sesi duyulur.)

İşçi: Usta! Usta! Çabuk yetiş. Bugün yeni işe başlayan çocuk Mehmet elini kaptırdı makineye. Çok kötü kanıyor eli.

Halis: Ulan beceriksizler sizi. Kaç defa daha söyleyeceğim size bunu kapattıktan sonra emniyet kilidini açmayı unutmayın diye. Bak bu hafta ikinci kazanız. Ahmak herifler.

Atölye Sahibi: Sana kaçıncı ikazım oldu bu Halis biliyorsun değil mi? Yahu bu çocuklar ya sana kasıtlı yapıyorlar bu kazaları; ya da sen bu atölyeyi yürütemiyorsun artık.

Halis: Olur mu efendim? Yıllardır yanınızdayım. Ancak sizde bilirsiniz bu çocuklar böyle işte. Dikkatsizler. Akılları bir karış havada. Çocuk bunlar çocuk.

Atölye Sahibi: Tamam. Tamam. Anladık. Yaralı çocuğu hemen hastaneye götürün.

(Atölye sahibi çıkar.)

Halis: Getirin şu ecza dolabından bir şeyler sarın gönderin evine. Anlasın da bir daha yapmasın.

İşçi: Efendim olur mu? Görmüyor musunuz yarası derin, fena da kanıyor. Dikiş atmak gerekir. Sonra yolda başına bir şey gelmesin çocuğun.

Halis: Ya ne demezsin çok biliyorsun zaten. Birde doktor kesildin başıma. Bandaj yapıp gönderin evine bir şey olmaz. Akşam akşam iş çıkarmayın başıma. Hadi ne sallanıyorsunuz dediğimi duymadınız mı?

İşçi: Tamam efendim siz bilirsiniz.

(Eşini telefonla arar.)

Halis: Kadın oğlanı cepten arıyorum ulaşılamıyor. Birazdan otobüs firmasında olurum. Oraya sorayım en iyisi. Tamam haber veririm sana.


Otobüs Firma Yetkilisi: Beyefendi size kaç kez söyleyeceğim. Yolda kaza olmuş. Bu sebeple trafik var otobanda. Otobüsün buraya gelmesi iki saati bulur.

Halis: Ne kazası yahu?

Otobüs Firma Yetkilisi: Şoförümüzün söylediğine göre yolda kaza olmuş. Trafik kilitlenmiş.

Halis: Off! neyse tamam anladım da. İki saati geçmez değil mi otobüsün buraya gelmesi.

SAHNE VI

(Ertesi gün. Halis’in evi)

Halis: Aslan oğlum benim. Doktor olacak iki sene sonra. Babasının oğlu nede olsa. Ver bakalım oradan şu gazeteyi.

Halis(İrkilir):Eyvah! Ben yandım. Yandım ben kadın. Mahvoldum!

Halisin Eşi: Ne oldu be adam. Niye yandın.

Halis: Dünkü trafik kazası haberi. Gazetede ki habere göre; karşıdan karşıya geçerken yolun ortasında yığılıp kalan çocuğu otomobil ezmiş. Çarpmamak için fren yapan otomobil zincirleme kazaya sebep olmuş. Kazada bir kişi ölmüş, üç kişi hafif yaralanmış. Ölen gencin ismi Mehmet Yılmaz..

Halisin Oğlu: Evet iki saat otobanda bekledik o kaza yüzünden. Karşıdan karşıya geçen bir çocuk ölmüş diyorlardı.

Halis: O kazada otomobilin ezdiği çocuk benim atölyemde yeni işe başlayan çocuk. Dün kaza yaptı elini kaptırdı makineye. Ben de hastane yerine evine gönderdim çocuğu. Demek ki kan kaybından bayılıp kaldı yolun ortasında. Allah kahretsin! Ne yapacağım şimdi ben. Mahvoldum.

(Yasemin oğlunun cenazesini gömerken yanında sadece Aysel hanım ve eşi Yüksel bey vardır. Yaseminin ailesi boşandığı eşiyle evliliğine onay vermedikleri için Yaseminle ilişkilerini kesmişlerdir. Yasemin oğlu Mehmet’in mezarı başında toprağa ellerini geçirmiş hıçkırıklarla ağlıyordur.)

PERDE
Kürşat Ural

"bırak yaşamına şiir girsin"

Öne Çıkan Yayın

My Greatest Passions: Literature, Poetry, and Art

  A lthough I am passionate about literature, art, and poetry, my wife is the biggest passion in  my life. In 1994, after I published the st...